Güleryüzlü hekim, tedavide de yüz güldürür.
Hekimlik mesleği şefkat mesleğidir. Hekimlikten bahsederken yanlış bir tanımlamayla, doktor-şifa ilişkisinden ve bir takım felsefi tanımlardan yola çıkarak “yarı tanrı” tanımlaması nedense hoşgörüyle karşılanmıştır. Rasyonel hiçbir açıklaması olmadığı halde bu süblimasyon hem hastaların hem de hekimlerin işine gelmekte. Şifa alan ve şifa dağıtan rolleri bu yüceltmeyi pekiştirmekte.… Bu süblimasyonlar bir yana, madalyonun öbür yüzünde yine günümüzdeki hekim-hasta ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, ilişkinin sıhhati zaman zaman tartışmalı ortamlara sürüklenmekte. Hatta bazen de kişilik ve kimlik boyutuna taşınmakta, hastalar sıklıkla hekim davranışlarından şikayetçi olmaktadırlar. Acaba bu anlamda, yanlış ya da doğru sergilenen hekim davranışlarının birbirini destekleyen, birbirine benzeyen bir prototipi var mı? Davranış biçimleri çok standart mı ya da en önemlisi ne kadar işlevsel ve sonuçta neye yarıyor? Hastalar genellikle hekim hakkında; “Bana suratını astı, ilgi göstermedi, ilgisiz davrandı, başından savdı, bana bağırdı, çağırdı, beni azarladı, konuşurken bir kere olsun gözüme bakmadı, “ne biçim hastasın, zamanında niye gelmedin, bu ilaçları niye böyle kullandın, ben sana böyle mi demiştim!” şeklinde beni suçladı, bana yeterince zaman ayırmadı, sabırsızlık gösterdi, beni tam dinlemedi, sorularımı yanıtlamadı, bana hiçbir açıklama yapmadı…” şikayetlerinde bulunmakta, aralarında sağlıklı bir diyalog kurulamadığından yakınmaktadırlar. Acaba buradan hasta memnuniyeti doğuyor mu? Burada hasta-hekim ilişkilerinde iyi bir tedavi, başat rol oynadığı halde, hastaların hekimlerden yakınmaları bir uyum sorununu mu yansıtmakta diye sorgulama ihtiyacı hissediliyor. “Daha iyi, iyinin düşmanıdır” sözünden hareketle, bu bakış açısını da yadırgamamak gerek. Belki hasta beklentilerinin aşırılığı, bazen de çok farklı hekim davranış biçimleri, bu konuda esnek düşünmemizi zorunlu kılıyor. Yine somut bir örnek vermek gerekirse, aynı yorumları kanserle mücadeleden başarıyla çıkmış bir yazarda görüyoruz. Kanserle mücadelede başarılı olan Nevval Sevindi;
“Türkiye’de doktorlar hiyerarşik düşünce yapısının ürünü bir konumlandırma içindeler. Otoriter yapıları ve hasta karşısında daha üst hiyerarşide oturan pozisyonlarıyla hasta ile ilişki kurmayan doktor modeliyle çok karşılaştım. Yıllardır en iyi denen doktorlarla bile muhatap olduğumda asla fatura vermeyen, randevuya sadık kalmayan, sizi kendi keyfine göre maniple etmeye çalışan, kişiliğinize saygı duymayan bir model izledim.” diyor. Bu bakış açısı ise hastayı ve hekimi, hiç kimsenin hazzetmeyeceği bir pozisyona sokmaktadır. Yani burada genellikle doktor-hasta ilişkisi otorite eksenli ilişki şeklinde olmuştur ve bu yaklaşımda doktor, hastaya; “geç şuraya sırtını aç, git şu filmi çektir, ameliyat olacaksın….” şeklinde emir kipiyle konuşur. Kararın hastaya değil hekime ait olması savunulur ki, hasta soru sormamalı, itiraz etmemeli ve uysal olmalıdır. Böyle bir ilişkinin sergilendiği geleneksel doktor yaklaşımının çoğunlukla hastanın benlik saygısını, kendine güvenini azalttığı ve kontrolünü ele geçirerek onu bağımlı kıldığı ve uyumsuzluk oranını artırdığı görülmüştür (Brody)* Katılımcı yaklaşımda ise doktorların yetişkin-yetişkin ilişkisini yani “uzmanlar ortaklığını” başlatması çok önemlidir. Doktor, hastayı anlayarak, destekleyerek, birlikte çalışarak sorunları çözümler. Hastaların hekimlerden temelde istedikleri, bilgilenme, hizmete ulaşma, seçme, güvenlik, mahremiyet, gizlilik şeklinde sıralanan en tabii haklardır. Böyle olgun bir anlayışla başlayan sağlık hizmetinde, doktor-hasta ilişkisi bir uzmanlar ortaklığıdır. Doktor, konusunda bilgi, beceri ve tecrübe sahibidir. Hasta, ise herkesten daha çok kendi yaşantısı, istek ve duyguları konusunda bilgi ve tecrübe sahibidir. Her ikisi de birbiri için önemlidir, her biri diğerinde olmayan bilgiye sahiptir ve bu nedenle “iki yönlü bir iletişimi geliştirmek zorundadırlar.” Hastaların candan, dost, rahat ve aceleci olmayan doktorlara daha olumlu tepki verdikleri, kendilerine ilgi gösteren ve onlarla güncel olaylar hakkında küçük sohbetler eden doktorları daha çok sevdikleri gözlemlenmiştir.
Hekimlik şefkat mesleği derken spontan bir şefkat yakalanamamışsa iç dünyamızda, o zamanlar da “empati” yeteneğimiz imdada yetişmeli hekimler olarak. Yani kendimizi hastanın yerine koyabilme erdemi. Erdem eğitimi, aslında kalp eğitimi. Kim bu konuda en azından fikri bir disiplin içinde ise, kendini erdem ikliminde bulmaması mümkün değil. Bunun hastaya yansıması ise, hekimlik mesleği açısından çok yüzgüldürücü diyalogların yaşanması anlamına geliyor. Bunun hekime yansıması ve dönüşü ise, hasta nezdinde gerçek saygınlık, tam bir mesleki güven ve tam bir duygusal teslimiyet demektir. Peki bunun hasta için tedavi boyutunda anlamı nedir denilirse, derim ki “tam bir huzur” ki bu; hastanın moral rahatlığı, tedavi için de artı değer üretecektir. Hekim ise, duygusal zekasını, tedavideki başarısına yansıtmış olur. Hekim, hastaların her birinin aslında kendi yakınları olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Bu nedenledir ki, anneye, halaya, amcaya, babaya, teyzeye, dayıya, yeğene, kız ve erkek kardeşe gösterilen ilgi gösterilmeli hastaya… En asgari insanlık yaklaşımı, en asgari empati düzeyi bu olsa gerek. Artı, bir de her hastanın, kendi özel durumuna göre gösterilmesi gereken ilgi ve alaka olmalı hekimin yüreğinde, gönlünde… Eh, bu da koskoca bir yürek demektir. Engin, aşkın ve dingin bir yürek, koca yürek… Ağabey yüreği, niçin; çünkü doktorun yaşına bakmadan her hasta ona “hocam” ya da “doktor bey” diye hitabeder. Bu da baştan ayağa saygı demektir.
Meslek hayatım boyunca kendimi hep kendi toplumumu tanıma konusunda bir “fenomonoloji” içinde buldum. Yani toplumla iç içe olarak toplumu tanıma. Çünkü ülkemin her yerinden hastalarım oldu. Onlarla sağlık ocağında ya da hastanelerde tanıştım. Gidip göremediğim beldelerin insanları, yaşayış biçimi, kültür, idrak, estetik adına hep yanımda oluverdiler. Çok insanla tanışmak ve bilişmek isteyen, kendi ülkesine ve insanına meraklı ve ilgili olanlar için hekimlik mesleği bu anlamda da bulunmaz nimettir diyebiliriz. Bir hekimin yüreğinde, bütün sivil anlayış, sosyal güvence ve sosyal politikaların üstünde bir “yürek devleti” olmalı diye düşünüyorum. Herkesi kucaklayan, herkese verecek bir şeyi olan… Bu anlamda hastaların hekimden istediği şeyin, otorite değil, duygu transferi olduğuna eminim.
İnsanın insana ayna olduğu bir kültür ikliminde yaşıyoruz aslında. Bu anlamda, doktorların da hastalardan alacağı çok şey olduğuna eminim. Çünkü her insan bir yürek, hem de koskoca bir yürek. Her kalbe karşı bir kalp…Yeter ki doğru anlaşılsın ve ona layıkıyla davranılsın. Bilemeyiz insanların ne çileler çektiğini ve belki de doktoruyla neleri bölüşmek istediğini… Hekimin iş yoğunluğu içinde başkalarına ayıracak vakti az olabilir ama yüreği alabildiğine geniş ve yüreğinde ayıracağı çok şey olduğuna eminim. Bu nedenle de hekim müşfik ve şefkatli olmalı diyorum. İnsanların hekimlerde en çok görmek istediği şeyler bunlardır diye düşünüyorum. Üstelik hekim sadece barış zamanlarının sağlık görevlisi değildir. Savaş dönemlerinde en çok ihtiyaç duyulan meslek gurubudur hekim. İnsanlar zanneder ki savaşta en çok silaha ihtiyaç vardır. Ben de diyorum ki savaşta en çok doktora ihtiyaç vardır. Bu anlamda doktorlar, birbiriyle savaşan insanların ortak sevgilisidir ve yeryüzünde bu ilmi öğrenen insan olmazsa, tüm insanların mesul olduğu meslek sınıfıdır diyebiliriz. Doktorlar insanlığa barış, huzur ve sevginin taşıyıcılarıdır. Dertlerimiz de olsa, sağlık sorunlarımız da olsa, bakacak ailemiz, çoluk çocuğumuz da olsa, “doktorlar insanlık havarileridir.” İnsanı insan yapan da insana verdiği değerdir.
Olur mu kardeşim, “hekim-hasta ilişkilerinin formadı bellidir. Hastaya ancak böyle faydalı olunur, nedir bu anlattıkların!..”derseniz, çok kıymetli olan şu hayatı yaşarken, her insanın her insanla olan ilişkisinden hekime düşen payı alması, bir şefkat mesleği olan doktorlukta, günümüzde zaman zaman kaybolmaya yüz tutmuş insani boyutun unutulmaması için, sadece bir hatırlatma derim. Birbirini sevmeyen insanda inanç güllerinin açmayacağını hepimiz biliriz. Ne diyelim, illa sertleşmek gerekiyorsa, sertliğiniz en fazla “Mevlana sertliği” olsun diyorum. O büyük insan ne diyor;
“Sahtekarlar almak için rol yapar, bizlerse vermek için.”
Doğru anlaşılmak ümidiyle, dost olun, dostça kalın, iyi olun…