Kur’ân-ı Kerîm’deki ayet ve sûrelerin hepsi, yüce Rabbimizin kelâmı olmak hasebiyle çok kıymetli olsalar da içlerinden bazısı Efendimizin (s.a.v.) beyanları ile daha çok öne çıkar. Mesela, bunlardan bir tanesi “Asr” sûresidir. Bu sûre yüce Kur’ân’ın insanlara vermek istediği mesajların icmâlen verildiği ve adeta özetlendiği bir sûredir. Bu nedenle ki, ashâb-ı kirâmdan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri diğerine Asr sûresini okumadan ve ardından selâm vermeden ayrılmadıkları rivayet edilir. (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân)
Bu kıymetli sûrenin meali şöyledir: 1) Asra yemin olsun ki. 2) Gerçekten insan, ziyan içindedir. 3) Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar ile birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.
Tefsir âlimlerimiz, bu sûrede “asr”a yemin edilmesi, insanın hüsranda olduğuna ve bu hüsrandan ancak dört özellik taşıyan kimselerin kurtulacağına dikkat çekmek içindir, derler. Bu özellikler: 1) İman 2) Salih amel 3) Birbirine hakkı tavsiye etmek 4) Birbirine sabrı telkin etmektir.
Bu yazıda biz özellikle hakkı ve sabrı tavsiye etmek üzerine okuyucularımıza kısaca bir şeyler söylemeye çalışacağız.
Hakkı Tavsiye Etmek
Hakkı tavsiye etmek, iyiliği emredip kötülükten men etmek veya iman ehli olmayanlara İslam’ı tebliğ etmek gibi açılımları olan bir emirdir. Bu emrin nasıl yapılacağı konusunda Kur’ân’ın önemli uyarı ve mesajları vardır. Bunlardan birisi: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl, 16/125) ayetidir.
Bu ayetin anlamını günümüz insan ve toplumunun ihtiyaç ve problemlerini düşünerek açacak olursak, ilk olarak; hak ile batılı açıkça ortaya koyacak, akılları ve kalpleri doyuracak, tatmin edecek, kuşatıcı bir bilgiyle, ilimle çağır diyebiliriz. Yine önce hikmet ehli ol, sonra, onun sana verdiği selim akıl, manevi ilim, keşif, basiret, ferasetle çağır... Ve yine Peygamberinin sünneti üzere yaşa, onun güzel ahlâkını örnek alarak şefkat ve merhametle insanlara sorumluluklarını hatırlat, gönül alacak güzel öğütler ve mantıklı usullerle onlara İslam’ı tebliğ et demek eminim ki yerinde olacaktır.
Müminlere bu konuda usul erkân öğreten bir başka ayet de şöyledir:
“(Haydi, Firavun’a gidip) ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” (Tâhâ, 20/44)
Açıkçası bu talimat, Hazreti Musa’nın şahsında bütün mü’minleredir. İnsanların nefsleri, terbiye görmemiş halleriyle aslında birer firavun gibidir. Bu durumun farkında olarak muhatabın nefsini kabartacak, hitap şeklinden ve aklını kullanmasına engel olacak tarzda, negatif duygularını devreye sokacak, kızdıracak sözlerden uzak durun, yumuşak bir şekilde tebliğ ve davet edin anlamı çıkmaktadır.
Bu ayetlerde bildirilen ölçüler, bir tebliğci için veya hakkı tavsiye edenler için önemli ölçülerdir. Demek ki hakkı tebliğde zorlamak, tehdit ve şiddet dili kullanmak, insanları korkutarak icbarla İslam’a girmesini sağlamak yani ceza ve tehdit yöntemi ile hakkı tavsiye etmek doğru değildir. Hak dostu olan tebliğ ve davetçiler, Kur’ân’ın usulünü veya Efendimizin üslubunu kullanarak insanları hakka davet ederler. Onlara şefkatli ve merhametli bir doktor gibi yaklaşırlar. Niye böyle günahlara düştün diye aşağılamak ve küçük düşürmek yerine, onlara önce saygıdeğer kıymetli birer varlık olduklarını hatırlatırlar. Daha sonra bu günahlara iten nedenleri tespit eder ve tedricen bir tedavi uygulayarak hakka dönüşlerini kolaylaştırırlar. Böyle kişiler hakkı tavsiye ederken nezaketli bir dil kullanmayı, sevgi, şefkat ve merhametle, güzel öğütlerle onları yola getirmeyi asla ihmal etmezler.
Sabrı Tavsiye Etmek
İnsanlara sadece “İslam’ı niye yaşamıyorsun, niye namaz kılmıyor, niye oruç tutmuyor, niye şu günahlardan vazgeçmiyorsun?..” “Bunları yapmalısın!” yerine, kişilerin bu ibadetleri yapmalarına engel olan sorunlarını bulup ortadan kaldırmak, içinden çıkamadığı, buhrana düştüğü vesvese ve sorularını dinleyip onlara ikna edici çözümler üretmek, böylece o kişilerin günaha karşı dirençlerini, ibadet yapmaya da azim ve sabırlarını artırmak ki işte bunların hepsi sabrı tavsiye kapsamında değerlendirilmelidir.
Yine musibet ve bela ehline sabrı tavsiye etmek, kuru kuruya nasihat edip, onu kendi sorunlarıyla baş başa bırakmak demek değildir. Dertlerine, sorunlarına çözümler üretmek, hasta ise şifasına, borçlu ise borcunu ödemesine imkânlar dahilinde yardımcı olmak, psikolojik sorunları varsa tespit edip sorunlarını çözmeye çalışmak, imanı zayıfsa aklen, fikren, ruhen doyurucu bilgi ve sohbetlerle imanını güçlendirmek, velhasıl maddi manevi yardımlarda bulunmak, işte hepsi sabrı tavsiye kavramı içerisinde bütün olarak düşünülmesi gereken davranış ve eylemlerdir. Rabbimizin kullarında görmekten memnun olduğu, ancak böyle yapanların hüsrandan kurtulacağını haber verdiği sabrı tavsiye emri işte böyle anlaşılmalıdır.
Nafile İbadetlerin İçinde En Kıymetlisi Mahlûkata Yapılan İyiliklerdir
Salih amellerin bir ibadet yönü bir de iyilikler yönü vardır. İkisi için de salih amelin önemli üç kriteri devreye girer. Bunlar önce güzel bir niyettir, sonra yapılacak ibadet veya amelin İslami kurallar içerisinde yapılmasıdır ki bunun için ilim gereklidir.
Bir de ihlas ki amellerin yalnız Allah rızası gözetilerek yapılması demektir. Bu kriterleri içermeyen amel veya ibadetler salih amel tanımına giremezler.
İnsan ömrü sayılı olunca vakitleri daha kârlı ibadetlerle değerlendirmek ve dolayısıyla akıllı bir tüccar gibi davranmak icab eder. Bu durumda amel ve ibadetlerde bazı tercihler yapılmasını ortaya çıkarır. Farz ve vacip ibadetler zorunlu olup buralarda tercih şansımız yoktur. Nafile ibadetler ile iyilikler kişinin tercihine bırakılmıştır. Hadis-i şeriflerde bildirilir ki nafile ibadetlerin içinde en kıymetlisi mahlûkata yapılan iyiliklerdir. Zamanımız kısıtlı ise ve iyiliklerden birisini tercih etmek durumunda kalırsak nafile namazlar yerine Allah’ın kullarına iyilik yapmayı tercih etmek manevi açıdan daha kârlıdır. Nitekim aşağıdaki hadis-i şeriflerde bu konu açıkça ifade edilir.
“Bir Müslüman’ın din kardeşinin bir ihtiyacını karşılaması on yıl itikâftan iyidir. Allah rızası için bir gün itikâf ise insanı cehennemden doğu-batı arası kadar uzaklaştırır.” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)
“Farzdan sonra en kıymetli amel bir mümini sevindirmektir.” (Taberâni)
Bu hadis-i şeriflerin ışığı altında diyebiliriz ki, akıllı bir mümin, eğer dünyada ahireti için çok kârlı bir ticaret yapmak istiyorsa, Hakkın rızası için onun yarattığı tüm mahlûkata iyiliği, farzlardan sonra önemli bir amel olarak görmeli ve ihsan üzere yaşayarak hayatını en verimli şekilde değerlendirmelidir.
Allah’a (c.c.) emanet olun…