Gençlik ve gençlik dönemini anlama sanatı, hem sosyal, psikolojik gözlemleri hem de feraset ve insan ruhunu tanımayı gerektiren bir yetkinlik gerektiriyor. Bu konudaki problemlere dair ne söylemek istersiniz?
Kesinlikle böyle bir yetkinlik gerektiriyor. Dün de gerektiriyordu bu, ama bugün daha fazla gerektiriyor. Dün de, bizi ve bizden önceki kuşakları göz önünde bulundurursak eğer, varsayalım kendi annem babam ya da sizin ebeveynlerinizle ilişkinizi düşündüğünüzde, ebeveyninizin sizinle olan iletişimini hatırlayın. Onların sizinle ilişki kurarken sizin psikolojinizin ne olduğunu, halet-i ruhiyenizin ne olduğunu, neyi ne kadar hissedip hissetmediğinizi, aldıkları bir kararın sizin ruh dünyanızda nasıl bir karşılığa tekabül ettiğini?.. Tüm bunları düşündüklerini ne kadar hatırlıyorsunuz? Kuvvetle muhtemel, birçoğumuz çok az hatırlıyoruz. Niye? Çünkü dün bizim muhatap olduğumuz ve yaşadığımız dünyadaki birçok unsurun bizim özellikle psikolojimize, özellikle fıtratımıza doğrudan bir teması söz konusu değildi.
Bizim kuşak ile gençlerin ya da bugünkü yeni kuşağın bu ilişkisini anlamak bakımından daha somut bir örnek vereyim: Biz daha çok radyo, gazete, en son dönem televizyonla muhatap olduk. Bir radyo, bir televizyon ya da bir gazetedeki herhangi bir haberin, herhangi bir içeriğin benim psikolojik âlemimdeki tesiri, etkisi ile bugün bir gencin sosyal medyada her gün, her an muhatap olduğu, maruz kaldığı bir dünya mesaja muhataplıklarını düşündüğümüzde, gençlerin bugün hem düşünsel olarak hem psikolojik olarak, bize kıyasla çok daha fazla muhatap olduklarını ve dolayısıyla çok daha fazla etkilendiklerini söyleyebiliriz.
Özellikle sosyal medya dediğimiz teknoloji, insan psikolojisi, insan fıtratı üzerine kurulmuş bir teknolojidir. Bu teknolojinin varlığı ya da bugün sosyal medya mecrasından herhangi uygulama için, bir Youtube, TikTok, Instagram, herhangi bir uygulama için sadece mühendisler çalışmıyor artık, yani sadece bu işin kodlamasını, yazılımını bilen mühendisler çalışmıyor; mühendisler kadar, psikologlar, sosyal psikologlar, sosyologlar da çalışıyor. Bu şu demek: Bu teknolojinin muhatabı olan gençleri anlayabilecek ebeveynin, eğitimcinin, STK temsilcisinin gençlerin psikolojik âlemlerini, dünyalarını anlayacak, onların fıtratlarını kavrayacak, geçmişte olmadığı kadar fazla bir çabaya ihtiyaçları var.
Gençlik bir süreç, emek isteyen bir dönem, yolu açılacak bir potansiyel içeriyor. Her nesil de yenidir. Peki, dönemsel açıdan yeni nesil nedir, yani farklılıkları nelerdir? Modernle başlayan her kelime onları tanımlamaya yeter mi?
Tabii ki dönemlendirmeler ya da kuşaklandırmalar var olan değişimi anlamamızı belki kolaylaştırabilir. Mesela bugün özellikle sosyoloji, psikoloji ya da iletişim literatüründe X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı gibi birtakım kuşaklandırmalar var. Bu kuşaklandırmalar bize daha çok teknoloji merkezli değişimi anlamamıza yardımcı olacak bir literatür sunuyor. Fakat bu literatür, küresel anlamdaki değişime tekabül eden bir yanı olmakla birlikte, her toplumu, her kültürü, her örnekliği de tam olarak izah edemiyor maalesef; edemez de, böyle bir potansiyeli yok. Bugün Türkiye’deki gençliği düşünecek olursak, yani ortaöğretim, lise, üniversite düzeyindeki, özetle 15-25 yaş arası diyelim, bu yaş grubundaki gençleri merkeze aldığımızda, biz bu gençleri tam olarak bu literatürdeki bir kuşak tanımlamasına ya da bir dönemlendirmeye tabi tutamıyoruz. Çünkü Amerika’daki, Fransa’daki, İngiltere’deki, Kanada’daki gençlik örnekliği başka; Türkiye’deki başka. Mesela bizde bir taraftan gençlerimiz çok fazla teknoloji kullanır ama diğer taraftan hâlâ çok güçlü aile ilişkilerimiz var, akraba ilişkilerimiz var; din, inanç ve bu din ve inancın oluşturduğu çok güçlü bir kültürümüz hâlâ var. Dolayısıyla, gençlerimizi anlamlandırırken veya anlamaya çalışırken, Batı merkezli literatürü doğrudan alıp doğru kabul etmek bence hatalı bir yaklaşımdır. Biz kendi etrafımızda olan biteni, yani gerçekliği kendi hikâyemiz üzerinden okumaya, anlamaya çalışacağız. Türkiye’de dindar-muhafazakâr camiada çok yoğun olarak; “Gençlik battı, gençlik bitti, gençlik yok oldu” gibi bir söylem var. Ben bu söyleme tam olarak katılmıyorum. Birtakım eleştirilerim olmakla birlikte, birtakım şerhler düşmekle birlikte, ben tam olarak böyle olduğunu düşünmüyorum. Yani bizim toplumdaki gençliği tanımlarken, gençliği anlamlandırırken, Batı’da oluşturulan hâkim literatüre bakarak anlamanın eksik kalacağını düşünüyorum. Yani o literatür bize bir şeyler söylüyor, doğru, ben de okuyorum, literatürü takip ediyorum, yayınlarımda, eserlerimde kullanıyorum, atıfta bulunuyorum, başvuruda bulunuyorum; ama tam olarak bizim kendi toplumsal gerçekliğimize tekabül eden bir gençlik okumasını bizim kendi çalışmalarımızla ancak ortaya çıkarabileceğimizi düşünüyorum. Bununla ilgili az da olsa Türkiye’de çalışmalar yapılıyor ama bence çok daha fazla çalışma yapılması gerekiyor. Başta Milli Eğitim Bakanlığımız, Gençlik Bakanlığımız, Aile Bakanlığımız olmak üzere, yani hem kamunun hem sivil dünyanın, gençliği anlama hususunda ve gençliği tanımlama hususunda çok daha fazla çalışmalar yapmasına ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
Günümüzde gençliği inşa eden etkiler nelerdir? Yeni nesil, dijital yenilikler, sosyal medya, bu yeni etki alanlarının tesiriyle nasıl bir şekle bürünmüş durumda?
Gençleri bugün büyük oranda teknoloji merkezli, daha doğrusu teknolojiyi merkeze alarak okumak lazım. Çünkü yine literatürden aldığımız bir kavramla ifade edecek olursak, biz dijital göçmenleriz, onlar ise dijital yerliler. Dijital yerli onlar; yani bu dünyanın içine doğmuş, büyümüş, gelişmiş bir kuşak. Dolayısıyla, bugüne kadar bizlerin önünde hiç olmadığı kadar, kendimizi duygularımızı, düşüncelerimizi, benliğimizi inşa edebilecek bir ortam, bir mecra gençlerin önünde bulunuyor bugün. Yani bir çocuk, öğretmeninden bağımsız, ailesinden bağımsız, akrabalarından, aile büyüklerinden bağımsız; ailesinin çok itibar ettiği vakıf, dernek ve benzeri bütün bu mekanizmalardan bağımsız bir şekilde, teknoloji merkezli bir dünya içerisinde kendini inşa edebiliyor, dünyanın her yerine, herkese, her şeye ulaşabiliyor. Dolayısıyla, bu, haliyle, gençlerin zihninde ve ruh dünyasında bağımsız olmayı, bağlantısız olmayı, ben merkezli olmayı, dünyanın kendi etraflarında döndüğünü düşünmelerini de beraberinde getiren bir şey. Bu kendi doğallığı içinde gelen bir şey.
Ben gençlerle çok sık görüşüyorum. Kısa bir süre önce, 21-22 yaşlarında, üniversiteli öğrencilerle yaptığım görüşmelerden, mülakatlardan bir-iki şey aktarayım.
Mesela, diyor ki: “Siz yetişkin olarak bu hayatın öznesisiniz, özne olarak hayatınızı yaşıyorsunuz. Fakat siz özne olurken, büyük oranda, sizden öncekilerin, yani büyüklerinizin, aile büyüklerinizin, hocalarınızın, öğretmenlerinizin biriktirdikleri hayat tecrübeleri doğrultusunda bir özne inşa ettiniz. Dolayısıyla, sizin bugün herhangi bir konuda nasıl bir refleks vereceğinizi, hangi konuda nasıl bir davranış ortaya koyacağınızı ben kestirebilirim. Biz yeni kuşak, biz de özneyiz, teknoloji merkezli kendimizi özne olarak konumlandırıyoruz, ama biz tehlikeli bir özneyiz.” Tanımlamaya bakın. “Biz tehlikeli bir özneyiz” diyor. Tehlikeli özne olmak ne demek? “Çünkü bizim önümüzde bize bu imkânları tanıyan sınırsız bir teknoloji var. Yani gülerken, orada olumlu bir ruh halimizi paylaşırken, aslında içten içe ağlıyor olabiliriz; ya da gündeme, siyasal hayata ilişkin bir fikir, kanaat belirtirken sosyal medyada, aslında hiçbir ilgimiz, ilişkimiz bile olmayabilir; birine küfrederken, aslında içten içe dindar-Müslüman birisi olabilirim ben, ya da dine sahip çıkarken, dinî bir içeriğe sahip çıkarken sosyal medyada, aslında devrimci bir ateist olabilirim. Dolayısıyla, ben nasıl bir özneyim, yetişkinler olarak siz beni tarif edemezsiniz. Ben tehlikeli bir özneyim. Bu teknolojinin bana sunduğu bu imkânlar nedeniyle” diyor.
Dolayısıyla, yeni kuşağı kavramanın, anlamanın başlangıç noktası olarak teknolojiyi almamız gerektiğini düşünüyorum. Ama bu şu demek değil: Yani çocuklarımız bu teknoloji içerisinde artık bizden koptular; aileden, eğitim hayatından, dinden, inançtan, kültürden koptular, elimizden avucumuzdan kayıp gittiler anlamında bunu söylemiyorum. Ama şunu söylemeye çalışıyorum: Bu çocukların büyük oranda bu teknolojinin içerisinde doğup büyümeleri; duygularını, düşüncelerini, arkadaşlıklarını, dostluklarını, oyunlarını, eğlencelerini, her şeylerini bu teknoloji içerisinde yaşamalarından kaynaklı, bizim gençlerle ilgili çalışma ve çabalarımızı da teknolojiyi merkeze alarak başlatmamız gerekiyor.
Mesela bizim kuşağımızda bizden öncekilerin kuşağında medyanın ya da medya içeriklerinin etkisi neydi ki yani?! Biz günde ortalama kaç tane mesaja muhatap olurduk?! Toplasanız günde yarım saat, 1 saat okurduk gazetemizi ya da dinlerdik radyomuzu ya da izlerdik televizyonumuzu. Ama şimdi, her an, her dakika çocukların avucunun içinde olan bir teknolojiden bahsediyoruz. Teknoloji çocukların hayatının merkezinde. Ama bu anormal bir şey değil. Bu, çağın, zamanın ruhuna uygun bir şey, çocukların bunu kullanıyor olmaları normal bir şey. Yani bizim toplum özelinde, bu teknoloji içerisinde olan bu çocukların elimizden avucumuzdan kaydığını söylemek için bence elimizde yeterince sonuç, veri, araştırma yok maalesef. Bunu söylemeye bence gerek de yok...
Gençliğin güncel ya da modern yapısı ve onları anlama hususunda gerek tespit gerek iletişim zarureti ve gerekse daha korunaklı bir dünya için yapılan tüm tespitlerin ışığında, ne tür bir dil geliştirmemiz gerekiyor gençlere karşı?
En can alıcı husus belki de burası. Bizim genç kuşakla ilgili nasıl bir dil kullanacağımız, nasıl bir iletişim dili kuracağımız meselesi; bence en can alıcı mesele burası. Bir kere, şuradan başlamamız gerekiyor; az önceki tariflerden ve tanımlardan hareketle: Karşımızdaki kuşağın bizimle aynı geçmişi, aynı tecrübeleri, aynı dertleri, aynı problemleri, aynı maddi sıkıntıları, aynı dinî ya da kültürel meseleleri yaşamadıklarını, tecrübe etmediklerini göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Mesela çoğumuz dindar bir arka plandan geliyoruz, dindar ailelerden, dindar bir eğitim alarak geldik; istiyoruz ki çocuğumuz da bizim gibi dindar olsun. Ya da diyelim ki imam hatipte öğretmeniz ya da bir vakıfta, bir STK’da uğraşıyoruz, istiyoruz ki öğrencilerimiz, etrafımıza gelen gençler, dindar gençler olsunlar, dinlerini, inançlarını bilsinler, ibadetlerini düzgün yapsınlar. Fakat bizim kendi aldığımız o dinî formasyonla, o arka plan ile bizim gibi olmasını istediğimiz bu çocukların ihtiyaçları çok başka bir şey; yetiştikleri ortam, iklim, ekosistem çok başka bir şey. Biz Kur’ân kursuna gittiğimizde, imam hatibe gittiğimizde, belki hocalarımız daha sert bir üslupla bize bir şeyler öğretiyorlardı; aynı şekilde, ailelerimiz belki bizi zorlayarak, birtakım sıkıntılar yaşayarak biz öğrendik. Belki bundan dolayı da hep kendi içimizde kavgalar ettik; inancımızla, Allah’la, ailemizle, okulumuzla; bir sürü sorunlar, sıkıntılar yaşadık kendi içimizde. Bu çocuklar teknoloji üzerinden bütün dünyaya açılabilme, bütün dünyaya erişebilme, ulaşabilme imkânına sahipler. Yani öğretmen olarak, ebeveyn olarak tek bilgi kaynağı değilim artık onun için. Dolayısıyla, benim onunla kuramadığım bu diyalog dilini, iletişim dilini, çocuk, teknoloji üzerinden, dünyanın öbür ucundan, Türkiye’nin öbür ucundan buluyor zaten. Çünkü çocuk her gün, her an, mütemadiyen, milyonlarca içerik var sosyal medyada ve bu içerikten kendine uygun olanı, ihtiyacı olanı bulup, seçip alıyor.
Onun için, çocukların psikolojilerini, ruh dünyalarını, fıtratlarını hiç olmadığı kadar doğru anlamak durumundayız. O fıtratı anlamak, o mayayı kavramak zorundayız ki nasıl bir dil kullanacağımızı da belirleyebilelim.
Nasıl bir dil kullanalım? Bunun bir tane cevabı yok, yani bir tane reçetesi yok. Her çocuğun mayası farklıdır, fıtratı farklıdır, ihtiyacı farklıdır. Onun için, ben, eğitimci olarak, ebeveyn olarak, yetişkin olarak, çocuğumun ya da akrabamın ya da öğrencimin fıtratını, o ruh dünyasını anlamaya, kavramaya dönük bir çabanın içerisinde olursam, Allah’ın izniyle, onunla nasıl konuşabileceğimi, onunla hoca-öğrenci ilişkimin nasıl olacağını, anne baba-evlat ilişkisinin nasıl olacağını, ona dini inancı nasıl anlatacağımı, ahlakı, kültürü nasıl anlatacağımı bilebilir, o zaman çok daha net karar verebilirim. Ama diğer türlü, çok genel geçer bir reçete vermek doğru bir şey değil, ben uygun bulmuyorum işin doğrusu. Yani şöyle yaparsak böyle olur, böyle yaparsak şöyle olur gibi, iki kere ikinin dört ettiği gibi bir cevabı yok bunun maalesef. Ama bütün bu konuştuklarımız bağlamında, yeni kuşağın bizden farklı şeyler tecrübe ettiğini, teknoloji merkezli dünyaya açılabildiklerini, bizden alamadıklarını çevreden çok rahat alabildiklerini, hem de istedikleri cevabı bulabildiklerini bilmemiz gerekiyor. Bunların hepsini göz önünde bulundurduğumuz zaman, bugüne kadar hiç olmadığı kadar, yani anne babalarımızın bizimle hiç kurmadıkları kadar bir diyalogu, bir konuşma zeminini, bir anlama zeminini bizim evlatlarımızla ya da öğrencilerimizle yakalamamız gerekiyor.
Türkiye’de genel meseleyi adlandırırken gençlik problemi diye bir kavramsallaştırmada bulunuluyor. Ben buna katılmıyorum. Ben bir yetişkinlik problemi olduğunu düşünüyorum. Gençlik probleminden daha ziyade bir yetişkinlik problemi var. Yani gençleri anlamakla ilgili bence bizim sorunumuz var. Çünkü bu gençleri bizim anlamamız gerekiyor. Biz hem eski dünyayı, yani teknolojinin bu kadar hayatımıza girmediği bir dünyayı tecrübe ettik hem de bu teknolojinin de iyi kötü muhatapları olarak biz de bu teknolojinin içerisindeyiz. Dolayısıyla, biz, öncesini de sonrasını da, yani bu çocukların nasıl bir dünyaya doğdukları ve büyüdüklerini bilebilecek bir kapasiteye, bir altyapıya sahibiz. Ama belki genel geçer bir ilke olarak burada peşinen söyleyebileceğim tek şey: Lütfen ama lütfen, kendi bilgilerimizi, kendi doğrularımızı, kendi tecrübelerimizi mutlaklaştırarak gençlerle ilişki kurmaya, iletişim kurmaya çalışmayalım. Bu, sonuçları itibariyle yüzde yüz hatalı bir yaklaşımdır ve yanlış sonuçlar doğuruyor. Çünkü gençlerin son derece ben merkezli, özgüvenleri yüksek; fakat tersten baktığımızda, bir o kadar da kırılgan olduklarını bilmek gerekiyor. Bu ikisini bir arada düşündüğümüzde, gençlere bir şeyi dayatmak, kendi tecrübemizi dayatmak, bunun içerisinden konuşmak, amiyane tabirle, parça kırdırıyor maalesef.
Sizin sosyal medyayla ilgili bir doktora teziniz var, tezinizin sonuçlarına dair neler söylemek istersiniz?
Bizim araştırmamız şuydu: Son 15 yıl içerisinde bütün dünyada, sosyal medya teknolojisinin, yeni medya teknolojisinin muhatabı daha çok gençler. Türkiye’deki TÜİK verilerine baktığımızda, en çok 18-24 yaş grubu kullanıyor bu teknolojiyi. Peki, bu teknoloji gerçekten ne sağlıyor çocuklara? Biz bunu literatürde sosyal sermaye olarak adlandırdığımız bir kavramla anlamaya çalıştık. Yani sosyal medya kullanımı sosyal sermayeyi artırır mı, bunun cevabını aradık. Peki, sosyal sermaye ne? Çocukların ya da bir insanın hayatındaki insan ilişkileri, sosyal ilişkileri, beşeri münasebetleri… Yani Türkiye’de, Türkiye’nin tüm illerinde, tüm bölümlerdeki üniversite öğrencileri üzerinde yaptığımız bir araştırmada, sosyal medya kullanmanın onların sosyal sermayelerine bir katkısı var mı, yok mu, bunu araştırmıştık. Özellikle Amerika’daki çalışmalarla kıyaslamıştım. Daha sonra Amerika’ya gittiğimde, bu çalışmanın devamını orada da yapmaya çalışmıştım. Amerika’da bir genç için, sosyal medya kullanmak, arkadaş edinmek, orada herhangi bir derdini, sıkıntısını paylaşmak, orada gerçekten o yalnızlığını, tekliğini, tek başına kalmışlığını, çaresizliğini paylaşacağı bir mecra olarak iş görüyor. Fakat Türkiye’de gençlerin daha çok gerçek hayatlarındaki ilişkilerini sosyal medyaya taşıdıklarını tespit ettik. Yani okulda, ailede, çevrede, mahallede, sokakta, apartmanda, neyse, yani bir şekilde var olan arkadaşlıklarımızı, dostluklarımızı, ilişkilerimizi daha kolay, daha ucuz, daha ekonomik yollarla devam ettirebildiğimiz bir mecra olarak biz sosyal medyayı görüyoruz. Bu, şu an hâlihazırda Türkiye’deki toplumsal yapının dokusu gereği böyle. 10 sene sonra ne olur?.. 10 sene sonra bu araştırmayı yenilemek lazım. Acaba bizim toplumsal dokumuzda bir şeyler değişiyor mu; yani biz de bir Amerikan toplumu gibi, bir İngiliz toplumu gibi yalnızlaşmaya doğru gidiyor muyuz; yoksa hâlâ bizim toplumsal ilişkilerimiz, akraba ilişkilerimiz güçlü mü, bir sonraki dönem çalışmalarda görmeye devam etmeliyiz.
Genç insanın iyilik-güzellik hallerini, iyiliğe öykünen taraflarını geliştiren bir eğitim modelinin ana unsurlarına dair neler söylenebilir? Böyle müthiş bir potansiyel sahibi olan gençler hayattaki çeldiricilere karşı nasıl eğitilebilirler?
Ben gençlere “Yahu, bunlar yandılar, bittiler, kül oldular” gibi bir yaklaşımla bakmıyorum. Ben gençlerde müthiş bir potansiyel görüyorum. Yani tamam, bir ucu bu teknoloji üzerinden korkunç derecede dejenere olacak, gerçekten yanıp bitip kül olacak bir potansiyel taşımakla birlikte; diğer taraftan, gençlerin içlerindeki cevheri açığa çıkaracak, ortaya çıkaracak inanılmaz bir potansiyel taşıdıklarını düşünüyorum.
Mesela sosyal medya üzerinden organize olan, bazı sanatçıların liderlik ettiği gruplar var. On binlerce takipçileri var ve Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir kanser hastası, bir yetim-yoksul çocuk, herhangi bir şekilde bir mağdur, mazlum birisi duyduklarında, çocuklar sosyal medya üzerinden kendi aralarında organize oluyorlar. Van’ın, Hakkâri’nin, Şırnak’ın bir köyüne gidip, oradaki o mağdurun, mazlumun derdini, sorunlarını görüp, sadra şifa bir şey üretip yardımda bulunuyorlar. Onlarca vakıf, dernek, STK’nın yapamadığını, bir sanatçı, sosyal medya üzerinden on binlerce genci organize ederek ve içindeki o iyilik duygusunu, hayır duygusunu harekete geçirerek çok güzel bir faaliyet ortaya koyabiliyor.
Biz yeter ki çocukların fıtratını, psikolojisini anlayacak, kavrayacak o dili yakalayabilelim. Bu dilin karakterinin tahakküm kurucu, yukarıdan bakıcı, aşırı tek taraflı, monolog biçiminde, nasihat edici, asimetrik bir ilişki kurucu bir dil olmaması gerekiyor. Çocuklar bu dilden inanılmaz derecede rahatsızlar. Mesela yine bir çocuğun ifadesi, diyor ki: “Siz yetişkinler olarak inanılmaz derecede akıl vermeyi seviyorsunuz, nasihat etmeyi çok seviyorsunuz, kendi hayat tecrübenizi anlatmayı çok önemsiyorsunuz ve dolayısıyla bizimle asimetrik bir ilişki kuruyorsunuz. Oysa biz de özneyiz, hem de teknoloji üzerinden sizin olmadığınız kadar biz de özneyiz, bizimle lütfen simetrik bir ilişki kurun.”
Dolayısıyla, siz bir yetişkin olarak, eğer gençlerin dünyasını anlamaya dönük bir samimiyetle yaklaşırsanız, gençlerin size kapılarını açtığını çok net, çok rahat göreceksiniz, onlarla çok rahat konuşabildiğinizi göreceksiniz ve dolayısıyla onlardaki o potansiyeli, o iyilik potansiyelini de fazlasıyla ortaya çıkarabildiğinizi göreceksiniz.