“Gazali’de İnsan ve Hakikat” adlı çalışmanızdan hareketle hakikatin ne olduğuna dair bir arayışta insana yüklenen anlam nedir? İnsan nasıl bir varlıktır? İnsan nedir?
İnsanın anlam ve değeri onun hakikate ‘muhatap’ oluşudur. Gazali insanın hakikati beyan edebilme vasfı ile özelleştiğini söylemektedir. Öyleyse, insan akıl sahibi bir canlıdır. Neticede muhatap olan insanın ‘bilme’ ediminin sağlayıcısı akıldır. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak diğer bütün canlılardan ayrılır. Kurmuş olduğumuz bu cümle insanın en genel tanımı olarak tarih boyunca karşımıza çıkar. Ancak meseleyi Gazali özelinde detaylandırdığımızda insanı tanıyabilmek adına, aklın bilme sürecinin dünya ile kurduğu bağ göz ardı edilemez bir yerdedir. Çünkü akıl, bilgi edinmeye dünyada ve dünyanın sınırlılıkları ile başlamıştır. Öncelikle Gazali’nin akıl derken kastettiğinin sadece ‘zihin’ olmadığını belirtelim. Akıl insanın cevheri, nefsi, esasıdır. Bu haliyle akıl maddesel bir şeye karşılık gelmez, ruhanidir. Ama dünya içeresinde ve dünyanın verileri ile işlemektedir. İnsan dünyada yaşadığı sürece, her ne kadar sufi bir deneyim ile dünyadan kısmen uzaklaşabilmesi mümkünse de ondan tamamen kopamaz. Ayrıca Gazali insana düşünen adı verilebilmesi için onun nefsinin ‘kalp aynasında’ nesnelerin hakikatlerini tasavvur edebilmesi gerektiğini söyler. İnsan ayna gibidir ve o ayna sayesinde bilebilir. Ama aynı zamanda karşımıza şu çıkar, biz bir ayna aracılığıyla bakıyoruz. Yani hakikat adına gördüğümüz hakikatin bizatihi kendisi değil, onun bizim aynamızdaki yansımasıdır. Ayna ne kadar temiz ve düzgün ise yansıma o kadar doğru ve gerçeğe yakın olabilir. İşte insanın bilme sürecinin dünyadan kopamıyor oluşu ve aracılık eden ayna, ki bu aynayı şekillendiren insanın dünya yaşantısıdır, nispetinde görebiliyor oluşu karşımıza ikinci bir insan tanımı daha çıkarır: İnsan yanılan bir varlıktır.
Gazali’nin anlayışında, insan-hakikat ilişkisine dair neler söylenebilir? Değişmeyen hakikat ve değişebilen insan söylemi, bize ne tür ufuklar açabilir? Kısacası insanın değişme imkânlarına dair neler söylenebilir? İnsan hangi saiklerle değişmeyi başarabilir?
Hakikat-insan ilişkisi, insan yanılan bir varlık olduğundan sıkıntılıdır. Tabii sıkıntı ile kastedilen bir olumsuzlama şeklinde anlaşılmamalı. Olumsuz değil elbette, ama problematiktir. Çünkü insan hakikate ulaşmak, onu kavramak ister. Oysa bu imkânsızdır. Hakikate yaklaşabiliriz ancak yakalayamayız. Sorun hakikatin hareketli olmasından değil; bilakis hakikat sabit, değişmez ve tek iken ona ulaşmak isteyen insanın bir türlü sabit kalamamasından kaynaklanır. Hücrelerimiz, davranışlarımız, alışkanlıklarımız ve dahası düşünebilmek için gerekli olan kavramlarımız… İsteyelim ya da istemeyelim hepsi değişmektedir. Bu durumda karşımıza değişmeyen hakikat karşısında değişen insan meselesi çıkmaktadır.
‘Değişmeyen hakikat karşısında değişen insan’ söyleminin bize ne tür ufuklar açabilir olduğunu ele alırsak kısaca şunları söyleyebiliriz. Bu söylem insanın hakikat karşısındaki yetersizliğini göstermektedir. Gazali âlimlik mertebelerinin sonunun hiçbir şey bilmediğinin idraki olduğunu söyler. İnsanın yetersiz olduğunu bilmesi onun hakikat sevdasından vazgeçmesini gerektirmez. Onun bilme sorunları karşısında nasıl bir tavır takınması gerektiğine yardım eder. Bu tavır öncelikle kişinin kendisinin ne olduğunun ve neye güç yetirebilir olduğunun farkında olmasıdır. İnsanın bilgiyi saf bir şekilde edinemiyor olduğunu, ayna benzetmesi göstermiştir. İnsan düşünmeye başladığında dünya yaşantılarının ona sunduğu veri kadar algılamakta ve algıladıklarını anlamlandırmaktadır. Kişinin hakikatle arasında onun sınırlı ve zamanlı bir varlık oluşu vardır. İnsanın yapabileceği ‘kendi nispetinde’ hakikate en iyi şekilde nasıl yaklaşabilir olduğunun yollarını aramaktır. ‘Kendi nispetinde’ diyoruz çünkü her insan farklı istidat ve yeteneklere sahiptir. Herkesin hazır bulunuşluk biçimi, hakikati bilebilmek için ayırabileceği zaman gibi aklımıza gelen ve gelmeyen birçok farklılık söz konusudur. Hakikati bilmenin yol ve yönteminin mutlak ve tek olduğunu söyleyemeyiz. Bir anda olması da söz konusu değildir. Birtakım aşamaları vardır. Gazali bu aşamaların taklit (iman), tahkik (ilim) ve zevk (tecrübe) olmak üzere üç biçimi olduğunu söyler. Her ne kadar en yüksek aşama zevk aşaması (mistik tecrübe) olsa da en üst aşamaya varmış bir kişinin mertebece en yüksekte olduğu söylenemez. Tuhaf gelebilir, ama kapsamlı düşündüğümüzde bunun ne demek olduğunu anlayabiliriz. İnsan değişen bir varlıktır. Yani bir kimsenin mistik bir deneyim yaşaması o kimsenin o mertebede sürekli kalabileceğini garanti etmez. Ama bunu istiyorsa Gazali’ye göre bilgisini tahkik ile sağlamlaştırması gerekecektir. Taklit evresindeki bir kimseyi de yabana atmamak gerekir. Çünkü taklit aşamasındaki kimse eğer doğru olanı taklit ediyorsa ve bunu saf ve temiz bir şekilde devamlı olarak yapmayı başarabildiyse kim bilir belki de bir sufiden mertebece daha yüksektir. Gazali Kimya kitabında altın ve simyacı benzetmesini verir. İlim altındır, sufi ise altın elde etme yöntemini bilen bir simyacı gibidir. Simyacının elinde eğer on altın yapmaya yetecek malzeme varsa onun yüz altına sahip bir kimseden daha zengin (faziletli) olduğunu söyleyemeyiz. Öyleyse önemli olan edinilen bilginin miktarı yani hakikatten ne kadar pay aldığıdır. Kısaca, insanın değişmeyen hakikat karşısında değişen bir varlık oluşu, bilgi edinmenin doğrudan ve mutlak olarak gerçekleşmediğini ve insanın yaşadığı müddetçe O’na yaklaşmak için çabalamak zorunda olduğunu göstermektedir.
Burada değişmeyi insanın hakikatle arasındaki engel olarak ele aldık. Ancak bu değişmenin hepten kötü bir şey olduğunu göstermez. Nihayetinde hakikate yaklaşmak da bir eylemdir. Bunun için de değişmek gerekir. Değişmeyi bir başarı olarak ele almamız için onun kişiyi hakikate yaklaştıran bir değişim olması şarttır. Öyleyse bu soruyu şöyle soralım, nasıl hakikate yaklaşacak şekilde değişebiliriz? Yapmamız gereken ilk şeyin kendimizi bilmemiz olduğunu yukarıda açıklamıştık. Kedimizi bilmeye çalışırken içerisinde bulunduğumuz ve bize doğrudan ya da dolaylı etki eden ne varsa bunların hepsini göz önüne almayız. Mesela, doğru adına bildiğimiz bir bilgiyi nasıl edindik? Annemiz ve babamızdan duyarak mı? Ya da acaba içerisinde bulunduğumuz zamanın genel kabullerini hakikat olarak mı benimsedik? Peki, ama bizim hakikat olarak ele aldığımız şey bunlara bağlı olabilir mi? Eğer hakikatin insandan bağımsız bir gerçek olarak var olduğunu kabul ediyorsak, onun bunlara bağlı olmayacağını ve bu tip bilgileri hakikate dayanak yapamayacağımızı fark etmeliyiz. Allah her şeyi bir mizan içerisinde vermiş ve o mizanı anlamaya çalışan aklı, mizanı okuyabilecek nitelikte var etmiştir. Öyleyse ikinci olarak ‘mizan’ nedir, bilmeli ve bilgilerimizi akıl tartısında ölçmeliyiz. Her ne kadar Gazali’de mizanının sadece mantık ilmi olarak anlaşılmaması gerektiğini tavsiye etsek de mantığın mizan için olmazsa olmaz bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Farkına varıp dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, ‘dil’dir. Çünkü kelimeler zihnimizin işleyebilmesi için gerekli olan ham maddelerdir. Onlarsız düşünemeyiz. Bu durumda onların içerik ve nitelikleri ne kadar sağlamsa ve biz bu içeriğin ne kadar farkında isek o kadar doğru düşünmeye yaklaşabiliriz. Meselenin bir de ‘ihtiyaç’ boyutu vardır. Bizler birbirimizden farklı varlıklar olduğumuza göre, hepimizin hakikate muhtaç oluşluk biçimleri de birbirinden farklıdır. Çünkü hakikat bizden bağımsız olsa da biz onu kendimizden bağımsız bilemiyoruz. Herhangi bir metot bir kimsenin o bilgiyi anlamasını sağlarken bir başka kişinin anlamamasına neden olabilir. Gazali bunu insanın açlık haline benzetir. Aç bir kimse için yemek faydalı iken tok birine yedirmek zararlıdır. Öyleyse şunu unutmamalıyız: Bir şeyleri bilebilmek için birtakım kural ve kaideler, o bilginin işleyebilmesi için şarttır. Ama bu kural ve kaideleri oluştururken insanın değişen bir varlık olduğunu gözden kaçırırsak asıl amaçtan sapabiliriz. Asıl amaç ‘belirli’ bir şey oraya koymak değildir, haddi zatında sabit olan hakikate yaklaşabilmektir.
Gazali’nin felsefe yapma tarzı günümüze neler söyler? Gazali’yi anlamak bakımından da bu konuyu değerlendirir misiniz? Gazali’nin bilgi kuramında neler öne çıkmaktadır?
Gazali İslami ilimlerin hemen her alanı üzerine çalışmış ve otorite haline gelmiş bir kimse olduğundan onun bilgi kuramının oldukça kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir. Bununla birlikte Gazali’nin bilgi kuramında öne çıkan üç esas vardır: Şüphe, akıl ve sezgi. Şüphenin değeri bilginin ilk aşaması olan taklitten kişinin kopmasını sağlayışıdır. Devreye akıl girer ve insanın nasıl bilebilir olduğunun yollarını arar. Ancak akıl da verilerini dünyadan aldığı için bir noktadan sonra yetersiz kalır. Kesin (yakîn) bilgiye ulaşmak isteyen bir kimse, buna sufi bir yaşantı sonucu sezgisel bilgi ile erişebilir. Gazali hakikat arayışının böyle gerçekleştiğini söylemektedir. Haliyle Gazali’nin bilgi kuramı üzerine yapılan çalışmalar genellikle onun ‘sezgi’ anlayışına odaklanmışlardır. Ancak Gazali’nin eserleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde onun sadece sezgisel bilgiye odaklanmadığı ve aklın nasıl doğru işleyebileceği konusunda büyük bir çaba sarf ettiğini görmekteyiz. Biz çalışma esnasında Gazali’nin bu çabasını anlamaya odaklandık. Araştırma esnasında şu soruyu sorduk: Sufi bir yaşantıya sahip olmayan çoğunluğun hakikat karşısında olanağı nedir? Gazali bu soruna nasıl bir çözüm sunmuş olabilir? Bu doğrultuda Gazali’nin bilgi kuramının taklit ve tahkik evrelerinin anlam ve değeri soruşturuldu. Araştırmanın sonucunda gördük ki Gazali hemen her eserinde insanın bilme sorununu ele almakta ve birtakım çözüm önerileri geliştirmektedir. O hem birtakım öneriler sunar hem de eserlerini yazarken bu sorun karşısında kendine has bir üslup, bir diğer deyişle felsefe yapma tarzı geliştirir. Tam da bundan dolayı Gazali’nin eserlerinde çoklu söylem biçimleri ile karşılaşılır. Adeta bir yerde reddettiğini başka bir eserinde kabul etmektedir. Onun söylem biçimini analiz ettiğimizde çelişki gibi görülen farklılıkların bir çelişki olmadığı, aslında bir metot olduğu ortaya çıkar. Gazali’nin söyleminin bir metot olabileceği fikrinin yeni bir şey olmadığını belirtelim. Bunu dile getiren Gazali araştırmacıları olmuştur. Biz bu fikri derli toplu ve sistemli bir araştırma içerisinde temellendirmiş ve Gazali’nin nasıl bir yöntem geliştirdiğini çözümlemiş olduk. Bu yöntem onun nasıl bu kadar etkili ve başarılı olduğunu da anlamamızı sağlamaktadır. Yani Gazali’nin felsefe yapma tarzını göz önüne alarak günümüzün Gazali tartışmalarına birtakım cevaplar sunabilmemiz mümkündür. Bu meselenin bir boyutu, bir diğer taraftan Gazali’nin felsefe yapma tarzı bugünün felsefi hatta bilimsel problemlerine bazı cevaplar sunabilir. Gazali’nin felsefe yapma tarzında ele aldığı temel kriter ‘hakikatin faydası’dır. Hakikatin faydası ile hakikate gelen bir artı değerden söz etmiyoruz. Hakikat için böyle bir şey söz konusu değildir, çünkü o faydanın ta kendisidir. Biz burada insanın hakikate yaklaşabilmiş olmasını hakikatin faydası olarak nitelendirmekteyiz. İnsan hakikate ne kadar yaklaşmışsa o kadar fayda elde etmiştir. Mesela, bir kimse x filozofunun hiçbir düşüncesini kabul etmiyor ve onu baştan sona yanlış buluyordur. Ancak o filozof ortaya öyle bir kavram atmıştır ki o kimsenin anlamadığı bazı meseleleri anlamasında ona yardım edecektir. Bu durumda kişi bu kavramı kullanmaktan çekinmemelidir. Çünkü önemli olan kişinin hakikate yaklaşması, onu anlamasıdır. Anlamayı sağlayan araç işe yarıyorsa bu aracın ilk kez kim tarafından söylendiği yahut icat edildiğinin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan hakikate yaklaşmaktır. İşte insanın hakikate yaklaşmak için eline geçen tüm fırsatları kullanma ve karşısına çıkan tüm engellerden kurtulma çabası hakikatin faydası için geliştirilmiş bir tavır olur. Biz çalışmada bu tavrı anlayıp çözümleme gayretinde olduk. Meselenin günümüz boyutuna ufak bir bakış attık. Gazali’nin felsefe yapma tarzının bugüne söyleyebilecek daha çok sözünün olduğuna inanmaktayız. Bunların neler olduğu Gazali üzerine yapılacak ciddi çalışmalarla gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.