Şüphe yok ki insanı, hem iç âleminde, yani duygu dünyasında hem de dışarıda, yani sosyal yaşantısında eylem ve davranışlarını disipline ederek, kendisiyle ve çevresiyle barıştıran ve böylece topluma faydalı sosyal bireyler haline getiren en önemli unsur güzel ahlaktır. Bu nedenle huzurlu bir yaşam için aklı başında hiç kimse, gerek fert bazında gerekse toplum bazında iyi bir ahlaki eğitimin gerekliliğini inkâr edemez.
Nitekim insanlık tarihine baktığımız zaman da görürüz ki, hiçbir felsefî ekol, hatta sapık dahi olsa hiçbir dini inanış, güzel ahlakın gerekliliğine karşı çıkmamış, bilakis Budizm’den Taoizm’e, Hıristiyanlıktan en ilkel dinlere kadar her dini inanış veya görüş temel akidesinde, ısrarla kendine göre güzel ahlaklı olmayı, erdemli davranışlar sergilemeyi önemsemiş, güzel bulmuş ve inananlarından veya dindarlarından bu erdemli davranışları sergilemelerini istemiştir.
Nitekim İslam’da da imandan sonra en çok önemsenen ve üzerinde durulan konunun güzel ahlak olduğunu gerek ayet-i kerimelerin gerekse hadis-i şeriflerin incelenmesinden açıkça görmekteyiz ki aşağıda sunduğumuz birkaç misalle bunu gösterebiliriz:
“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4)
“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems 91/9)
”Müminlerin iman yönünden en faziletlisi ahlakça en iyi olanıdır.” (Tirmizi)
“Kıyamet günü, müminin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâlâ, çirkin düşük söz sahiplerine buğz eder.” (Tirmizî, Ebu Dâvud)
“Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır…” (Tirmizi)
Evet, yalnız İslam’da bir de şunu görmekteyiz ki, vahiy kaynaklı olması ve tahrife uğramaması hasebiyle, İslam, diğer dinlerden farklı olarak güzel ahlak konusunu daha anlaşılır bir şekilde ortaya koymuş, daha çok derinleştirip detaylandırmış ayrıca müminlerinden, dünyasını ve ahiretini kazanma yolu olarak, sadece ahlaki kuralların gerekliliğine inanmasından öte duygu ve eylem bazında bunları ortaya koymasını, yani gündelik hayatına bunları taşımasını, önemli bir ibadet ve kulluk görevi olarak istemiştir.
Yukarda belirttiğimiz gibi ahlaklı olmayı her dini inanış veya görüş güzel görmüş ama neyin güzel ahlak olduğu, neyin olmadığı konusunda, beşer düşüncesi veya aklı, ciddi hatalar, yanlışlar yapmış ve yanılgılara düşmüştür. İşte bu yüzden beşeri ideolojilerin, tahrife uğramış kutsal kitapların veya insanlar eliyle ortaya çıkarılmış ve inananları bugün milyarları bulan putperest dinlerin, güzel ahlak diye ortaya koydukları şeylerin Kur’ân ve sünnet perspektifinde yeniden irdelenmesi, incelenmesi gerekir. Zira güzel ahlak diye ortaya konulan ve yaymaya çalışılan öyle garabet işler vardır ki, şayet bu ahlaki kurallara uyulsa, birçoğu insanı gerçekten insan olmaktan çıkarıp hayvanatın derecesine indirecek olan hezeyanlardır. Veyahut insan yaratılışına, fıtratına ters olduğu için ona uyulması halinde insanların yaşam kalitesini düşüren, zaman içerisinde kişide ve toplumda büyük tahribatlar meydana getiren kurallardır. Mesela en bilineni olarak; dünyadan tamamıyla el etek çekerek, evlenme gibi nimetlerden vazgeçerek ve hatta meşru lezzetleri de topyekûn terk ederek, bütün ömrü inziva ve ibadet üzere geçirmek şeklindeki rahiplerin icat etmiş olduğu ruhbanlığı buna örnek gösterebiliriz.
Yine bu saçmalığın, dünyada birçok müntesibi olan Budizm inanışında ise “Nirvana” adı altında farklı bir versiyonunu görmekteyiz.
Nirvana inanışına göre, hayat ızdırap ile doludur. Zevk ve sefa, bir hayal, bir aldatıcı rüyadır. Izdırabı yenmek için yaşama arzusunu terk etmek gerekir. Yaşama hevesinin sönmesi ile insan rahata kavuşur. Bu hâle “Nirvana” denir.
İslam; yaşamamızı, hayattan zevk almamızı ve mutlu olmamızı ister. İslam mutluluğun, haz ve zevklerin karşısında değildir; sadece bunların meşru yollardan elde edilmesini ister. Dünyanın acı ve sıkıntıları elbette vardır. Bunlardan kaçış ve kurtuluş yolu, yaşarken ölmek anlamında “Nirvana” değil, kullarını çok seven ve onlara karşı merhametliler merhametlisi olan Allah’a güvenmek, tevekkül etmek, böyle acıların sonunda bir hayr olduğu bilincini taşımak ve dünyanın sadece yaşama yeri değil imtihan formatında bir hayat olduğu gerçeğini unutmamaktır.
Açıkçası dünyadaki acılar ve sıkıntılarla alakalı bu tür problemleri çözmek için, ölmekten yani bir bakıma intihardan başka bir kurtuluş yolu görememek beşer aklının acizliğindendir. Kaynağı yüce yaratıcı olan İslam dini insanlığın bütün problemlerini en güzel şekilde çözmüştür. Yeter ki İslam’ı doğru bir şekilde bilelim doğru kaynaklardan öğrenelim.
Neticede İslam son ve en mükemmel din olarak değiştirilemeyecek veya ilave yapılamayacak bir muhteşemlikte ahlakî kurallara son noktayı koymuştur. Kur’ân’ın ve Kur’ân’la ahlakını bezemiş, süslemiş olan Efendimiz’in (s.a.v.) güzel ahlakı bugün ve kıyamete kadar olan gelecek zaman diliminde herkese yetecek bir güzel ahlak modelidir, eksiği olmayan ve başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmayan.
İslam’ın ahlak anlayışı ve ortaya koyduğu ahlaki ilkeler, beşerin akıl erdiremeyeceği derecede insan üstüdür ve elbette ki insan fıtratıyla uyumlu, toplum yaşamıyla da barışıktır. Aslında böyle bakılınca bu ahlaki yasalar tıpkı Kur’ân-ı Kerîm gibi bin dört yüzyıl ötelerden günümüze gelen açık mucizelerdir.
Güzel ahlakın kurallarını ortaya koyarken İslam’ın izlediği metot orta yoldur.
Güzel ahlakın kurallarını ortaya koyarken İslam’ın izlediği metot, her işte olduğu gibi orta yol metodudur. Bu metot ifrat ve tefritten uzak, ayakları yere basan ve inananlarına maddi ve manevi huzur verebilen, hiçbir zaman fıtratla uyum sorunu çıkarmayan ve kolaylıkla uyulabilen bir metot demektir.
Mesela; İslam’da gereksiz yere kendimize zarar verebileceğimiz delilik gibi bir cesaret haram iken, dinini, vatanını, milletini, nefsini, ailesini hatta malını savunurken tutunduğu korkak tavır da haramdır. Burada ortaya konması gereken yiğitliğin adı şecaattir ve şecaat bir orta yol izlenmesidir. Yani bu durumda korkaklık haram ama şecaat helaldir.
Yine cimrilik İslam’da en kötü görülen davranışlardan biri sayılır ve günahı büyüktür. Aksine cömertlik de en güzel erdemlerden biridir ve ziyadesiyle övülür. Bir de israf vardır ki dışarıdan bakınca cömertlik gibi görülür ama asla cömertlikle alakası yoktur. Malı mülkü saçıp savurmak, boş yere heba etmek demek olan israf, İslam dinince kesinlikle yasaklanmış, şiddetle kınanmıştır. Nitekim bu yasağın hikmetini bugün daha iyi anlayabiliyoruz. Avrupa ve Amerika gibi zengin ülkelerde halkın büyük bir çoğunluğu israf boyutundaki aşırı yeme ile alakalı obezite sorunlarıyla cebelleşirken, Afrika’da milyonlarca insan açlıkla yaşam mücadelesi veriyor… Yani daha açık bir deyişle, dünya genelinde israf ettiklerimizle dünya üzerinde aç ve açıkta insan topluluğu kalmazdı; bu, istatistiği yapılmış açık bir gerçektir. Görüldüğü gibi burada da İslam’ın, israfı haram ederken mucizevi bir orta yol izleyişi söz konusu.
Yine kişinin kendini küçük görmesi, kendine değer vermemesi anlamında zillet duygusu haram iken, kendisini olduğundan üstün görmesi veya göstermesi gibi ukalalık da haramdır. Ukala olmadan hak ve hukukunu korumak, insanlarla sağlıklı ilişkiler kurabilmek anlamında girginlik ve sosyallik ise iyidir, istenen bir davranıştır.
Kibir, büyüklenmek, insanlara tepeden bakmak haram iken, izzet-i nefsi korumak anlamında vakar denilen, zilletten uzak izzetli bir duruş ise helaldir.
Zenginler veya dünyalık makam sahibi birilerine sırf dünya menfaati gereği yalakalık yapmak, dalkavukluk yapmak haram iken, güzel geçinme anlamında güler yüzlü olma, dostane davranma helaldir.
İşte böyle, İslam’da bütün huyların, toplumun huzuruna ve ferdin kişiliğine şahsiyetine zarar vermeyen, güzellik yapacağım derken yanlışa düşürmeyen ifrat ve tefrit ortasında makul, mantıklı tanımları ve tarifleri vardır.
Diğer dinler veya beşeri görüşlerin ahlaki kurallarını incelediğimizde görünen gerçek ise öncelikli olarak İslam’a göre çok ilkel veya yüzeysel kalmalarıdır. Ayrıca ahlaki ölçü diye insanlara sundukları birçok şeyin, insana ve insanlığa en zararlı emirler ve istismara açık hükümler olmalarıdır.
Bunun sebebi ise, kuralları ortaya koyanların; daha kendini tanımaktan aciz felsefecilerin veya uydurma dinlere bağlı din adamlarının olmasıdır. Evet, insanın yapması, etmesi veya yapmaması gereken şeyleri tayin eden, hiç şüphesiz insanı en iyi bilen olmalıdır. Ve insanı en iyi bilen de, onu yaratan yüce Allah’tır. O halde, Allah’ın yaşamamızı istediği biçimde yaşamamız, aklın, vicdanın ve sağduyunun kaçınılmaz bir gereğidir.
Çünkü insan ne felsefi yönüyle yalnız akıl, ne biyolojik yönüyle yalnız bir et ve kas yığını, ne de manevi yönüyle yalnızca ruhtur. Ama felsefe tarihine veya dinler tarihine baktığımızda ortaya konulan ahlakî kuralların, ya yalnız akla, ya ruha ya da bedene hitap ettiğini görüyoruz.
Oysa insan, fıtratı gereği ahlaklı olmak zorunda ise bu ahlak ölçülerinin de akıl ,beden ve ruh üçlüsüne yani insanın bütününe hitap edecek şekilde ortaya konulmuş olma zorunluluğu ortadadır. Çünkü yaratılışı böyledir. Bu nedenle tek boyutlu düşünen tüm görüşler, fıtratla uyum sorunlarına neden olduğu için akl-ı selim kimselerce hep reddedilmiştir. Yani iç ve dış kritik müessesesi olan kişiler, ahlaki kuralları, ne materyalistler gibi ne de bir başka -ist’ler gibi görmüşlerdir, tabii ki fıtratları bozulmamışsa. Fıtratları bozulan, kalbi marazlarla dolan insanlarsa; her zaman olduğu gibi günümüzde de ifratlardan bin bir ifrat, tefritlerden bin bir tefrit batağında maalesef çırpınmaktadırlar.
İslam dini, insanı yaratan Allah’ın dinidir. Bu nedenle yüce yaratıcı, insanoğlunun maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarını bileceği içindir ki onlar için iyi ne, kötü ne, iyi ahlak veya ahlaksızlık ne gibi tüm soruları Kur’ân ve Sünnet aracılığıyla açıkça ve tüm muhteşemliğiyle ortaya koymuştur.
İnsanların arkasından çirkin konuşmalar, lâf taşımalar, ajan gibi birilerinin ayıbını araştırmalar vb. toplumu ifsad edecek, dostane ilişkilere zarar verecek en ince ayrıntılara kadar İslam düzenleme getirmiş. Öyle ki: “Üç kişi bir arada bulunduğunuz vakit, başka insanlara karışıncaya kadar, (içinizden) iki kişi, diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu fısıldaşma o kişiyi üzer.” (Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud) diyecek kadar, ahlak konusunda en ufak teferruatları bile atlamamıştır.
Nitekim bu nedenle Efendimiz (s.a.v.), İslam ile güzel ahlakın hiçbir din ve görüşte bulunmayacak şekilde kemâle erdiğini ve kendisinin gönderilme hikmetinin de bu olduğunu çok veciz bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (bk. Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381)
Evet, her şey ortadadır, İslam’dan başka hiçbir görüş ve inanışta güzel ahlakın kuralları bu kadar incelik ve güzellikte ve kâmil bir şekilde ortaya konmamıştır.
Ben her zaman söylerim; dinler bir pazarda satışa çıkarılsa, İslam dini güzelliği ile dinler arasında öyle bir parlardı ki kimse İslam’dan başka bir dine müşteri olmazdı.
Allah’a (C.C.) emanet olun.