Kur’an’ın Evrenselliği / Prof. Dr. M. Halil Çiçek

Kur’an’ın evrenselliği: İçerdiği inanç ve hayat sistemlerinin, hukukî ve ahlaki normlarının zaman ve mekân üstü olması, indiği günden itibaren Kıyamet gününe kadar gelip geçecek insanlığın tüm kesimlerine elverişli olmasıdır; hitabının herkes ve her kesim için geçerli olmasıdır. Bu nedenle Kur’an’ın hükümleri yani tüm emir ve yasakları indiği zaman diliminde var olan ilkel, okumamış ve kültürsüz bedevi insanlara yararlı ve elverişli olduğu gibi daha sonraki zaman dilimlerinde gelecek olan en medeni, en bilgili, en kültürlü ve en bilge insanlara da elverişlidir ve maddi-manevi ihtiyaçlarını yerine getirebilme istidadındadır. Araplara, Ortadoğulu veya Asyalılara ve beyazlara hitap edip ihtiyaçlarını temin ettiği gibi Arap olmayan, Ortadoğulu olmayan ve beyaz olmayan insanlara da hitap etmekte ve ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Dolayısıyla o, zaman ve mekânın kayıt ve sınırlarıyla kayıtlanmamakta, dar kalıplarıyla sınırlı olmamaktadır.

İslami ilimler geleneğimizde bir düşünce veya bilgiye konu olan herhangi bir şey ya nazarî olur yani delille bilinir veya bedihî olup delile ihtiyaç olmadan kendiliğinden bilinir. İşte Kur’an’ın evrenselliği Müslüman âlimlerce bedihî bir konu olarak telakki edildiğinden İslam tarihi boyunca asla tartışmaya konu olmamıştır. İslami ilimler alanında gelmiş geçmiş binlerce bilgin ve bilgeden hiç kimse bunu tartışma konusu bile yapmamıştır; kaziye, dinin zaruriyatinden kabul edilmektedir.

Kaldı ki, Kur’an sadece bir iki cahil ve yobaz dervişin dini tören ve ayin münasebetiyle okuyup, küflenmiş mabedlerin karanlık köşelerinde toz toprak altında çürümek üzere bir kenara ittiği ve ilim, kültür ve hikmet dünyasının tanımadığı meçhul bir kitap da değildir. Tersine o, A.B.D’nin akıl hocalarından olan Bernard Levis’in ifadesiyle: “Kur’an’ın kazanmış olduğu akademik çevrelerin teveccühü, başka hiçbir kitaba kısmet olmamıştır.” Ayrıca tüm İslam tarihi boyunca Bâkillanî, Gazzâli, Razî ve İbn Rüşt gibi insanlık tarihinin en zeki simaları ve yaşadıkları toplumda en birikimli ve bilgili olanları Kur’an’ın etrafında kümelenmiş ve ondan daha fazla istifade edebilmek için adeta birbirleriyle yarışmışlardır. O’nun oldukça yüksek entelektüel seviyede olan içeriği, nüzûl gününden modern zamanlara kadar her asrın entelektüel çevrelerini şaşırta gelmiştir. Bunun için İmam Şafiî, Kindî, İmamulharemeyn, Fârâbî, İbni Sina, Abdulkahir el-Cürcanî, Kadi Abdulcebbar; Kadi İyaz, Zemahşerî, Şatibî, Suyuti gibi dâhî olan tarihin binlerce yıldızları onun etrafında eksik olmamışlardır. Bunlardan hiçbirisi onun evrenselliğini tartışma konusu yapmamıştır. En güzel, en beliğ, en sanatlı ve en edebî ifade biçimleriyle de Kur’an’ı övmüşlerdir.

Acaba bin dört yüz sene gibi uzun bir zaman aralığında ilim, irfan, kültür ve hikmette insanlık tarihinin yıldızları olan bu zatlardan hiçbirisi Kur’an’ın tarihsel olabileceğini düşünemedi de Kur’an’a karşı hasım konumunda olan Batı’nın zihniyet ve kültürüyle yetişmiş Fazlurrahman, Muhammed Arkon, Nasr Hamid Ebu Zeyd ve ülkemizde bunların fikir pazarlamacılığını ve taşeronluğunu yapan birkaç kişi mi bunu anladı? Doğrusu bunu anlamak zor olduğu gibi İslam dünyasının bu kadar perişan ve darmadağın olduğu ve Müslüman aydınların Batı’ya ve tüm fikrî değerlerine karşı derin bir hayranlık içinde olduğu ve bunun için de şaşırtıcı bir komplekse girdikleri modern zamanlarda bu insanların tarihsellik iddialarını iyi niyetle yorumlamak da oldukça zordur.

Elbette niyetleri bilen sadece Allah’tır. Bizim niyetleri okuma gibi bir düşüncemiz de yoktur. Bunlardan bazıları iyi niyetli de olabilir; İslam dünyasını maruz kaldığı sıkıntılardan kurtarma adına kendilerince düşünsel bir proje olarak da bunu düşünmüş olabilirler. Ancak realiteye yansıyan etkileri hiç de iyi olmamıştır. Bilakis bu projeleri, İslam’ın kanayan yarasına tuz biber olmuştur; krizin daha fazla derinleşmesine neden olmuştur.

Uzun tarihimizde alimler ve Müslüman intelijansiya tarafından asla tartışma konusu olmayan “Kur’an’ın evrenselliği”, Batılı değerlerin global düzeyde yükselişe geçtiği yirminci asrın ikinci yarısından itibaren tartışılmaya açıldı. Batı uygarlığı bir taraftan sahada rakipsiz olma avantajını elde etmek, öte taraftan da İslam ve Müslümanlardan tüm tarihin intikamını birden almak üzere sadece kendi değerlerinin evrensel olduğunu gündeme dayattı. Onun dışında tüm diğer değer sistemlerinin -kaynağı ne olursa olsun- tartışılabilirliğini gündeme soktu. Böylece özellikle Kur’an gibi kutsiyetinden ve ilahi kelam olma özelliğinden ötürü Müslümanlar nazarında asla tartışma konusu olmayan Kitab’ın kutsiyetini zayıflatarak onu “sıradanlaştırma” ameliyesini yürütmeye çalıştılar. Bunun için Batı, kimi zaman açık sözlü davrandı. Örneğin İngiltere’nin sömürge bakanı Gladston, lord kamarasında ayağa kalkarak İngiliz lordlara şunu söyledi: “Arkadaşlar biz eğer Osmanlılara/Müslümanlara galip olmak istiyorsak bu Kur’an’ın kalplerindeki kutsiyetini kaldırmamız lazım”.

Batı, çoğu zaman da ikiyüzlülük yapıp Kur’an/İslam için kapalı kapılar ardında tezgâhladığı fitneleri ve fikrî şarlatanlıkları ilmîlik, objektiflik ve hakikat perestlikle ambalajlayarak kendisine fazlaca meftun olan bazı Müslüman aydınların adreslerine postaladı. Batı hayranı alıcı Müslümanlar da, gönderenin Batı olduğunu görünce paketin içinde olanları hiç sorgulamadan tereddütsüz bir biçimde kabul ettiler. Hatta kabul etmekle kalmadılar; dini basireti zayıflamış olan Müslümanların arasında da yaymaya hasbi bir şekilde gayret ettiler. Böylece Müslümanların bugüne kadar asla tereddüt etmediği faizin haramlığı, çok evlilik, kadın mirası ve kısas kanunu gibi birçok konuyu tartışma konusu yaparak kimi insanlar nezdinde Kur’an’ın kutsiyetini ve ahkâmının geçerliliğini tartışma konusu yapmayı başardılar. En iyimser ihtimalle Kur’an’ı “sıradanlaştırma” ameliyesinde yol aldılar. Oysaki bu, Müslümanlar için özellikle akidevî açıdan asla kabullenebilir bir durum değildir. İşte Kur’an’ın evrenselliği de bu tür konulardan biridir. Batılı oryantalistler kendi uluslarının dinî, siyasî ve ekonomik bazı çıkarlarını amaçlayarak oyunun yöneticiliğini üstlendiler; dâhilî oryantalistler ise oyunda fahrî bir şekilde meccanen rol aldılar. Ne yazık ki, İslam dünyasında yaşanan siyasi, ilmî, fikrî, akidevî ve ekonomik cehalet, yoksulluk ve gerilemeden ötürü rollerini oynamada kısmen de başarılı oldular.

Kur’an’ın Evrenselliğinin Delilleri

Kur’an’ın evrenselliğinin tarihi süreç içerisinde “Kaziye-i Muhkeme” olduğundan bedihî (delile ihtiyacı olmayan) olarak telakki edildiği ve bunun için delillendirmeye ihtiyaç duyulmadığını kaydetmiştik. Haddizatında Enbiyâ 21/107, Furkan 25/1, Kalem 68/52 vb. birçok ayetin ışığında olaya bakıldığında sağlıklı bir İslami bakış açısıyla Kur’an evrenselliğinin gerçekten bedihî olduğunu düşünmemek elde değildir. Ancak madem birileri bunu bugün tartışma konusu yapmaktadır; öyleyse bunu delille ispatlamak gerekir. Ne var ki, ispat sadedinde getireceğimiz delilleri serdetmeden önce Kur’an’ın evrenselliğini inkâr edenin konumunu -inanç yönünden- tespit etmenin zarureti kendini ele vermektedir. Kur’an’ın evrenselliğini inkâr eden kimse(ler) Allah’ı inkar eden biri ise ona söylenecek şeyler daha farklı olur. Şayet Allah’ı inkâr etmiyor ve Allah’a inandığını söylüyorsa o takdirde Kur’an’ın evrenselliğini inkâr etmekle ister istemez şöyle bir çıkmazla karşı karşıya kalacaktır. Ya Allah’ın umum zamanlarda umum insanlar için yeterli ve yararlı olacak şeyleri bilemediğinden onları kitabına koymadığını söyleyecektir. Bu durumda bu zat/zevat, kendi(sini)lerini iman dairesinin dışına itmiş olacaktır. Çünkü İslam’ın inanç sisteminde Allah her türlü kusur, eksiklik, acizlik ve cahillik gibi O’nun kemâl ve yüceliğine yaraşmayan ve yakışmayan durumlardan pak ve münezzehtir. Bunun tersini düşünüp Allah’ın mutlak kemâl ve izzetine uygun olmayan bir vasıf veya durumu O’na isnat ederse iman dairesinin dışına çıkmış olur.

Ya da Kur’an evrenselliğini inkâr eden zat/zevat, Allah’ın ilmini inkâr etmeyip Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını ve geçmiş gelecek tüm zaman ve mekânlarda olup biten her şeyi bildiği halde son kitabı olan Kur’an’a tüm insanlar için yararlı olabilecek genel geçer kural ve kaideleri koymadığını söyleyecektir. Böyle bir durumda bu zat/zevat farkında olmadan Allah’a merhametsizlik isnat etmiş olurlar. Zira Yüce Yaratan bildiği halde insanlar için yararlı olan hüküm ve kuralları kitabına koymazsa merhametsiz olur haşa. Bu da yukarıda ifade ettiğimiz İslam inancındaki “kusurdan münezzeh olma”ya aykırıdır. Kişi buna bilinçli bir şekilde inanıyorsa yine iman dairesinin dışına çıkmış olur.

Kur’an’ın evrenselliğini iki açıdan ele almak mümkündür: 1. İçerdiği insani değerler yekunu, inançlar bütünü, hukuk sistemi ve ahlakî manzume. 2. Bütün bunların ruhundan süzülerek oluşan ve kurumlaşan uygarlık zihniyeti. İşte her iki açıdan da Kur’an’ın evrenselliği apaçıktır. Olayın farkında olan bazı Hıristiyan bilim adamları bile bunu itiraf etmekten kendilerini alıkoyamamışlardır. Örneğin Descartes şunları söylüyor: “Biz ve Müslümanlar bu hayatta beraberiz. Onlar hem İsa’ya hem Muhammed’e inanırlar. Biz ise sadece İsa’ya inanırız. Eğer biz insaflı olsaydık biz de onlara uyardık. Çünkü onların mesajı, her asırla uyum sağlayabilen normları içermektedir.”

Avusturyalı Yahudi asıllı Muhammed Esed de şunları söylemektedir: “Bu araştırmalar ve karşılaştırmalar bende şöyle köklü bir inanç geliştirdi ki, Müslümanların geri kalmalarına sebep olan engellere rağmen İslam, ruhî ve sosyal yönüyle hala toplumları kalkındırabilen insanlığın tanıdığı en büyük güçtür.”

Delillerin Çeşitliliği

Kur’an’ın evrenselliği hususunda ileri sürülebilecek delil iki türlü olabilir: Akli ve nakli. Akli delil, kişilerin almış olduğu mantaliteye, beslendiği kültürel normlara ve içselleştirdiği dünya görüşüne ve inşa etme çabasında olduğu dünya tasavvuruna göre değişebileceğinden ve biz burada genel olarak da Müslüman’ı muhatap kabul ettiğimizden getireceğimiz deliller İslami delillendirme mantığına dayalı olup Kitap ve Sünnet ekseninde olacaktır.

Bu zaviyeden Kur’an’ın evrensellik delillerine bakıldığında İslami “istidlal” literatüründe en geçerli deliller olarak kabul edilen ve sıhhatinden asla kuşku duyul(a)mayan üç temel delille Kur’an’ın evrenselliğinin sabit olduğu görülür. Bunlar Kitap, Sünnet ve icma’dır.

Kitap

Kur’an’ın yaklaşık 250 ayeti onun evrensel bir kitap olduğunu, zaman ve mekân sınırı olmaksızın bütün insanlara hitap ettiğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Kur’an’ın evrensel bir kitap olduğunu gösteren ayetlere genel olarak bakıldığında bu ayetlerin farklı yedi bağlamda Kur’an’ın evrenselliğine vurgu yaptıkları görülür. Şöyle ki:

1- Hz. Peygamber’in risaletinin evrenselliği bağlamı. Buna şu ayetleri örnek verebiliriz: 1. “Seni ancak bütün âlemlere rahmet olasın diye gönderdik.” (Enbiya, 21/107). 2. “Seni ancak bütün insanları uyarmak ve müjdelemek üzere gönderdik.” (Sebe’, 34/28). 3. “De ki ey insanlar! Ben hepinize peygamber olarak gönderildim.” (A’raf, 7/158). Risaletin evrenselliği hususunda bu kadarla yetinelim.

2- İbadet ve ahkâm bağlamı. Örnek ayetler: 1. “Ey insanlar sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbiniz’e ibadet ediniz... ” (Bakara, 2/21). 2. “İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Bunlara yaklaşmayınız. Allah, takvalı olsun diye insanlar için ayetlerini böylece açıklamaktadır.” (Bakara, 2/187). 3. “Kuşkusuz biz, Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hüküm edesin diye sana hakkıyla kitabı indirdik...” (Nisa, 4/105). Bütün bu örneklerde muhataplığın merkezinde “insan/insanlar” vardır. Bu ifade insanım diyen herkesi kapsadığından asla kuşku olmadığına göre bu ve benzeri ayetler Kur’an’ın muhataplarının tüm insanlık âlemi olduğunu kesin bir biçimde ifade etmektedir.

3- Uyarma bağlamı. Örnek ayetler: 1. “Âlemlere uyarıcı olsun diye Furkan’ı (hak ve batılı birbirinden ayıran Kur’an’ı) kuluna indiren zat yücedir.” (Furkan, 25/1). 2. “Ey Peygamber! Biz seni tanık, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik...” (Ahzab, 33/45).

4- Aydınlatıcı olma bağlamı. Ayetler: 1. “... (Kuran), Rab’lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp Aziz ve Hamid olan Allah’ın yoluna iletesin diye sana indirmiş olduğumuz bir kitaptır.” (İbrahim, 14/1). 2. “Ey insanlar! Muhakkak Rabbiniz’den size bir burhan (delil) gelmiştir ve biz size açıklayıcı/aydınlatıcı bir nur indirdik.” (Nisa, 4/174).

5- Kur’an’ın Hak bir kitap olarak indirildiğinin ifade edildiği bağlam: 1. “De ki: Ey insanlar! Size Rabbiniz’den hak gelmiştir...” (Yunus, 10/108) 2. “Muhakkak biz insanlar için sana hakkıyla kitap indirdik...” (Zumer, 39/41)

6- Hatırlatma ve öğüt verme bağlamı. İlginçtir ki, dört farklı surede (Yusuf, 12/104; Sad, 38/7; Kalem, 68/52; Tekvîr, 81/27) Kur’an kendisi için “O bütün âlemlere hatırlatıcı olmaktan başka bir şey değildir.” ifadesini kullanmıştır. Beşinci bir surede (En’am, 6/90) de Türkçeye aynı ifade ile çevirebileceğimiz ancak Kur’an’ın Arapça ifadesinde dört surede geçen “zikir” kelimesi yerine “zikrâ” kelimesinin kullanıldığını görmekteyiz.

Ayetlerde evrenselliğe esas alabileceğimiz “Alemîn” kelimesi ile “en-nas” kelimesini gramatik yönden analiz ettiğimizde konunun açık olduğu görülmektedir. Zira “alemîn” kelimesi “alem”in çoğuludur. “Alem” ise İslami literatürde şu şekilde tanımlanmaktadır: Yaratanın varlığına delalet eden her şeye “alem” denir. Tekil olan “Alem”, ‘ya’ ve ‘nun’ ile yani Arapça gramerde “cem’i müzekker salim” dediğimiz çoğul türü ile çoğul yapıldığında akıllı tüm varlıkları kapsamış olmaktadır. Hal böyle olunca “alemîn” kelimesi, geçtiği yerlerdeki inanç, ibadet, risalet vb. durumların muhatabının/mükellefinin tüm akıllı varlıklar olduğunu duru bir şekilde ifade eder.

Keza “Nas” kelimesi Arapçada ism-i cemi’dir; yani çoğulun değişik bir versiyonudur. Arapçada cemiler, belirleme edatı olan “elif lam”la belirli hale getirildiğinde umum ve kapsayıcılık ifade ederler.

Buna göre her iki kelime de umum ve kapsayıcılık ifade ederler ki, her ikisi de Kitabın tüm âlem ve tüm insanlar için indiğini ifade ederler. Tarihselcilerin ileri sürdükleri tarzda Kur’an’ın belli bir zaman dilimine hitap ettiğini ifade edecek hiçbir şey yoktur.

Dikkat çekicidir ki, hükümler ve ibadetler bağlamında evrenselliği ifade eden “nas” gibi kelimelerin geçtiği ayetlerin tamamına yakını, genellikle ahkâmın nazil olduğu Medenî Kur’an’dadır. Bu, bize şu açık mesajı vermektedir: Kur’an’ın insanlık evreni için önermiş olduğu hayat sistemi inançlarıyla, hüküm ve kanunlarıyla ve ahlak sistemiyle evrensel olup sınırlayıcı kayıtlarla kayıtlanmamaktadır.

Kur’an’ın, özellikle belli bir sebepten dolayı nazil olan veya özel durumlarda inen ayetlerinde azami derecede şahıs ismi, yer ismi ve benzeri her türlü özelleştirici durumlardan kaçınmış olması onun zaman ve mekân üstü bir kimliğe sahip olmasının en açık göstergelerindendir. Kur’an’ın iniş sebebi bulunan ayetlerinde özelleştirici ifadelerden kaçınmış olması, Fıkıh Usulu ve Tefsir Usulu âlimlerine şöyle bir formülü geliştirme fırsatını vermiştir: “Ayetlerde sebebin hususiliği değil; lafzın umumiliği esastır.”

Yine bunun için Kur’an, diğer ayetlerinde de anlam alanını daraltan özel vasıflardan kaçınarak “evrensel anlam ifade etme” özelliğine ve kimliğine sahip olan şu vasıflara daha fazla ağırlık vermektedir: “Mü’minîn” (müminler), “Müslimîn” (Müslümanlar) “Sâlihîn” (salihler), “Muttekîn” (muttakiler), “Zâlimin” (zalimler), “Ğâfilîn” (Gafiller), “Dâllîn” (sapıklar), “Fâsikîn” (fasıklar), “Kâfirin” (kafirler), “Münâfikîn” (münafıklar).

Keza bu bağlamda Kur’an, insanlara hitab ederken genelde umumi olan ve kapsayıcılığı kuşku götürmeyen “Yâ benî Âdeme” (ey Adem oğulları), “Yâ eyyuhe’l-lezine âmenû” (ey iman edenler) ve “Yâ eyyuhe’n-nâs” (ey insanlar) gibi terkipleri tercih etmektedir. Bu da Kur’an’ın umumi ve kuşatıcı anlamı temin etme amacıyla kendi anlamını daraltan her türlü özelleştirici ve sınırlandırıcı kayıt ve durumlardan kaçınmasından ileri gelmektedir.

Sünnet

İkinci delilimiz sünnettir. Burada serdedeceğimiz hadisler Hz. Peygamber (s.a.v)’in risaletinin umumiliğini ve evrenselliğini ifade etmektedir. Tabiatıyla risaletin evrenselliği ancak Kur’an’ın evrenselliği ile mümkündür. Kur’an evrensel olmadığı takdirde risalet nasıl evrensel olabilir ki?

Kettanî’nin mütevatir olduğunu söylediği Buharî’nin rivayet ettiği şu hadis konumuza yeteri derecede ışık tutmaktadır: “Bana beş şey verildi ki, benden önce hiç kimseye verilmemiştir: ...Daha önce peygamber sadece kendi kavmine gönderilirdi; ben ise bütün insanlara gönderildim.”

Ibnu Ebîl-İzz (ö. h. 792 ) Resulullah’ın risaletinin evrensel olduğunu gösteren birçok ayet ve hadis aktardıktan sonra şöyle der: “Resulullah’ın bütün insanlığa gönderilmiş olması İslam dininde zarurî (delile ihtiyacı olmayan) olarak bilinen durumlardan biridir.”

Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste ise “Ben altı şeyle başka peygamberlere üstün kılındım: ...Ben bütün insanlara gönderildim ve benimle peygamberler son buldu.”

Diğer bir hadis de şu: “Muhammed (s.a.v)’in nefsi kudreti ile olan Allah’a yemin ederim ki, bu ümmetten bir Yahudî veya Hıristiyan beni duyar da benim onunla gönderildiğim risalete (dine) iman etmeden ölürse mutlaka ateş ehlinden olur.”

İcma’ (Ümmetin Genel Kabulü)

İcma’, herhangi hukuki veya fikrî bir konuda muhalif görüş olmaksızın içtihat yapabilen ümmet âlimlerinin genel kabulü anlamına gelmektedir. İslami istidlal anlayışında kitap ve sünnetten sonra en güçlü delil icma’dır. Kur’an ve dolayısıyla İslam sağlıklı düşünebilen aklın rehberliğine ve yol göstericiliğine çok önem vermektedir. Sağlıklı ve güçlü bir aklî muhakemeyi temin maksadıyla akıl ve akıl sahipleri; 300’ü aşkın ayette düşünmeye ve dolayısıyla da aslî görevlerinden biri olan rehberliğe ve yol göstericiliğe davet edilmektedir. Aklın yol göstericiliğinin bu kadar önemsendiği Kur’anî mantalitede birçok eğitimli, münevver ve entelektüel aklın aynı anda veya aynı konuda yanılmasına imkân verilmemektedir. Çok basit bir mantıkla icma’ın geçerlilik gerekçesini şu örnekle izah edebiliriz: Hiç görmediğimiz halde Yeni Zelanda gibi çok uzak bir ülkenin varlığından asla kuşkulanmayız. Zira o ülkenin varlığını çok büyük insan toplulukları bize haber vermiştir ki, bütün o kalabalık toplulukların aynı konuda yalan söylemesine aklen ve vicdanen ihtimal vermeyiz. Aklımız başka hiçbir delil aramadan o toplulukların ihbarıyla son derece müsterih bir şekilde Yeni Zelanda ülkesinin varlığını kabul etmekte ve buna birçok hükmünü de bina etmektedir. Duygusal alana giren bu basit örnekte ihbarcıların çokluğu ve oybirliği kesin ve yakinî bir kanaat-i vicdaniye verdiği gibi aklî/fikrî/ilmî konularda da ihbarcıların çokluğu ve oybirliği kesin bir kanaat-i ilmiye vermektedir. Bundan ötürü Kur’ani mantıkta icma’ dediğimiz “ümmet âlimlerinin küllî kabulü” reddedilmez ve nakzedilmez bir delil olarak kabul edilmektedir.

İşte, bütün İslam tarihi boyunca tüm Müslüman âlimler Kur’an’ın evrenselliğinde sözbirliği etmişlerdir; bunda muhalefet eden tek bir âlim bile olmamıştır. İslam ümmeti âlimlerinin bu konudaki ittifakı elbette açık bir icma’ teşkil etmektedir ki zaten tersi de düşünülemez. Yirminci asra gelinceye dek hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir kimse tarafından bu icma’ delinmiş değildir. Her bir asrın icma’ı ayrı bir icma’ olduğuna göre Kur’an’ın evrenselliği konusunda yaklaşık on dört defa icma’ yapılmıştır. Öyleyse yirminci asra gelindiğinde Batı meftunu olan veya olmayan birkaç kişiden yükselen sesin icma’ı bozacak bir seviyesi olamaz.

Kur’an Uygarlığının Evrenselliği

Kur’an’ın evrenselliğinin en belirgin göstergelerinden birisi de Kur’an uygarlığının kilometre taşları hükmünde olan normların niteliği ve kimliğidir. Bu normlar bir yandan Kur’an uygarlığının boyasını, zaman ve mekân üstünlüğünü ve dolayısıyla da evrenselliğini somutlaştırırken bir yandan da O’nun uygarlık tasavvurunu ve dünya görüşünü de ele verir. Bu normlar, Kur’an uygarlığının omurgasını oluşturan en önemli unsurlarıdır. Bu normlara akıllıca ve insaflıca objektif bir şekilde bakıldığında onların tüm zaman ve mekânlarda her türlü insani seviye ve tabaka için zarurî olduğu ve insanlık camiasının bu normlardan vazgeçebilme lüksü ve şansının olmadığı görülecektir.

Uygarlık/medeniyet bilim uzmanı olmadığımızı peşinen deklare etmemizde bir sakınca görmüyoruz. Dolayısıyla bizim İslam medeniyet normlarını tespit etmemizin ve konuya yaklaşmamızın yüzeysel veya çok genel olabileceğini şimdiden kabul ediyoruz. Biz konunun uzmanı değiliz. Ama uzaktan görebildiğimiz kadarıyla Kur’an uygarlık/medeniyetinin genel normlarını sekiz ana başlık altında hülasa edeceğiz. Konunun uzamaması için bu başlıklarla ilgili yorum ve açıklamalara girmeyeceğiz. Keza ilgili ayetlerden az örnekle yetineceğiz. Geniş açıklama ve Kur’an’ın evrenselliği hakkında daha detaylı bilgiler edinmek isteyenler bizim Alemiyetu’l-Kur’an (Beyrut 2002) adlı kitabımıza bakabilirler.

1. İlim ve Düşünmeye Önem Vermek: Kur’an, ilim ve tefekküre özel bir önem atfetmektedir. Yaklaşık 300 ayette Kur’an tefekkürü teşvik etmektedir, ilim için de Kur’an’ın emredici ve teşvik edici özel mesajları vardır: “Allah iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir...” (Mücadele, 58/11), “De ki, ey Rabbim ilmimi arttır.” (Taha, 20/114).

Kur’an’ın tefekküre ne kadar sık vurgu yaptığını ve ne kadar yoğunluk verdiğini anlamak için Kur’an’ın sûrelerinden En’am, Ra’d, Nahl ve “Hâ mîm”lere bakmanın yeterli olacağını düşünüyoruz. Kaldı ki, Kur’an’da tefekküre vurgu yapan sadece Rûm sûresi 19-27 ayetleri, -başka ayetler olmasa bile- Kur’an’ın düşünmeye ne kadar önem verdiğini açıklama hususunda yeterlidir.

2. Ferdin Islahı: “Kuran’ın ıslah projesi” başlıklı konu kapsamında da detaylı bir biçimde anlattığımız gibi ferdin ıslahı konusunda Kur’an’ın insanlık camiasına verdiği çok önemli dersler vardır. Kur’an, insanlık evrenine bireyin ıslahı konusunda dün çok şeyler söylediği gibi bugün ve yarın da özellikle modern hayatın beraberinde getirdiği son derece bunaltıcı ve bıktırıcı olan psikolojik, ekonomik, politik, hukuki ve ahlaki problemler ve sıkıntılar karşısında söyleyeceği çok şeyler vardır. Okuyucuya şu Kur’anî pasajları teemmül ve tedebbürle okumasını salık veririz: Furkan, 25/63-74; En’am, 6/151-153; Ra’d, 13/19-28; Mü’minun, 23/1-9.

3. Ailenin Islahı: Ailenin ıslahı Kur’an’ın özel ilgilendiği alanlardan biridir. Bunun için toplumun tanzimine yönelik hüküm ve yasalara ağırlık verildiği medenî Kur’an’da ailenin ıslahına çok önem verilmiştir. Örneğin Bakara, Nisa, Nur ve Ahzab sûrelerinde ailenin ıslahına yönelik çok hüküm ve Kur’anî yasa mevcuttur. Modern zamanlarda aile kurumu iki olgudan ötürü çok sıkıntılı bir süreç geçirmektedir. Birincisi, gayri ahlakî ve gayri meşru ilişkilerin yayılmasıyla aile kurumuna ilginin gittikçe azalması ve ailenin artık gereksiz bir külfet olma algısının yaygınlaşması. İkincisi, Batı uygarlığının ithal kültürel ve düşünsel ürünleri sayesinde boşanma oranları ve aile içi şiddet oldukça artmış olduğundan ailelerde huzursuzluk hat safhaya ulaşmıştır; bu yüzden her geçen gün aile kurumunun karşı karşıya olduğu riskler artmaktadır. İşte tam bu noktada Kur’an’ın ailenin ıslahına yönelik koymuş olduğu ilke ve yasalar İslami bir çerçevede uygulama şansına kavuştuğu takdirde modern zamanlardaki ailelerin istifade edeceği çok önemli dersler ve Kur’an sayesinde elde edeceği büyük avantajlar vardır.

4. Toplumun Islahı: Toplumlar fertlerden meydana geldiğine göre toplumun kalitesi fertlerin kalitesiyle orantılıdır. Dolayısıyla Kur’an’ın dünya görüşünde iyi, faziletli, hakperest, faydalı ve başkasının hukukuna saygılı birey ve bu bireylerden müteşekkil toplum merkezî bir konumdadır. Modern zamanlarda modern insanın Kur’an’ın hem insan tasavvurunu hem toplum tasavvurunu anlaması ve algılaması insanlık camiası için büyük bir zaruret olarak her geçen gün daha fazla kendisini ihsas ettirmektedir. Çünkü insanlığın ufkunda çok karanlık ve hiç de hoş olmayan bulutlar her geçen gün daha belirgin bir şekilde görülmektedir. Bize öyle geliyor ki, modern insanlık evreni, Kur’an’ın insan ve toplum modelini henüz keşfetmiş değildir. Bunu keşfetseydi ondan alacağı yol gösterici çok ders ve mesaj vardır.

5. Yerin İmarını Önemsemek: Yerin imarı, ıslah ve onarımı uygarlıkların başarı ve üstünlüğü için çok önemli bir kriter olarak kabul edilmektedir. Kur’an nazarî olarak yerin imarına ne kadar önem vermiş ise Müslümanlar da geçmişte pratik olarak ona o kadar önem vermişlerdir. Meydana getirdikleri sanat, kültür ve düşünce eserleri ortadadır. Kur’an’da var olan birçok örnek arasında bir iki tane ile yetineceğiz: “O Allah ki, yeri size müsahhar kıldı Öyleyse geniş yollarında seyahat edin ve O’nun rızkından yiyin; dönüş O’nadır.” (Mülk, 67/15). “Biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik. İnsanlar adil olsun diye onlarla birlikte kitabı ve teraziyi indirdik. Onda insanlar için menfaatlerin ve şiddetli bir gücün olduğu demiri de indirdik...”(Hadid, 57/25).

6. Hak ve Saygınlıkları Korumak: İnsanların ve hatta belki tüm canlıların hak ve saygınlıklarını fıtrat ölçüleriyle koruma noktasında Kur’an’ın geliştirmiş olduğu titizlik, yoğunluk ve çok boyutluluk bugüne kadar hiçbir sistemde eşine rastlanmayacak düzeydedir. Kur’an, dinî bir kitap olmasına ve dinler tarihinde hiçbir din başkasına hayat hakkı vermek istememesine rağmen Müslüman olmayanlara büyük bir merhamet ve insanî bir yaklaşımla yaklaşmıştır. Şunu da unutmamak gerekir ki, Kur’an “hak” kavramına bugünkü modern anlayıştan çok daha engin ve zengin, çok daha farklı, ufuklu ve kapsayıcı bir içerik kazandırmıştır. Bu Kur’anî yaklaşıma göre insanlar kadar hayvanların da hakları vardır. Kur’an, “Hak” kavramına “yükümlülük ve sorumluluk” anlamını da yüklediği için anne baba, komşular, akrabalar, öksüzler, yoksullar ve diğer Müslümanlar karşısında insana muazzam yükümlülükler vermiştir. Zaten bunlar yerine getirildikten sonra toplumda haksızlık veya hak ihlali gibi şeyler çok nadir olur. Bu hakların bir kısmı için İsrâ ve Nisâ sûrelerine bakılabilir. Ör. “Ant olsun biz Adem oğullarını saygın kıldık...” (İsrâ, 17/70) Bu hak ve sorumluluklar için bizim Farklı Kültürlerin Birlikte Yaşama Formülü (Nesil yay. İstanbul 1997) adlı kitabımıza bakılabilir.

7. İnsanî Değerlerin ve Yüce Ahlakın Yayılmasını Önemsemek: Kur’an’ın çok farklı yerlerinde adalet, fazilet, yardımlaşma ve kardeşlik gibi toplumu ayakta tutan insanî değerler emredilmektedir. Özellikle Bakara, 2/177; A’raf, 7/32; Nahl, 16/90 ayetlerini örnek olarak verebiliriz. Bu Kur’an’ın her tarafına inançları, hükümleri, tarihî kıssaları ve kaydettiği ilmi delilleri arasına serpiştirilmiş halde yayılmış durumdadır.

8. Genel Güvenlik ve Asayişi ve Umumi barışı Önemsemek: Kur’an, genel güvenliği koruma ve umumi barışı sağlama hususunda azami bir hassasiyet göstermiştir Sadece can güvenliği değil; can, mal, akıl, din, ırz ve namus güvenliğini koruma noktasında kendine özgü bazı uygulamalar ve yöntemler geliştirmiştir Örneğin aklın korunması için her türlü sarhoş edici ve uyuşturucu maddeleri yasaklamış, bunları kullanmayı ve kullandırtmayı büyük günahlardan addetmiştir. Şu ayetlere bakılabilir: Bakara, 2/179, 188; Âl-i İmrân, 3/130; Nisa, 4/93; Maide, 5/33.

Kur’an’ın genel güvenlik konusunda gösterdiği hassasiyetin farkında olan İslam hukukçuları İslam hukukunun ana hedeflerini “külliyat-i hamseyi koruma” (beş temel şeyi koruma) şeklinde formüle etmişlerdir.