Allah Teâlâ katında ayların sayısı on ikidir: “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir…” (Tevbe, 9/36). Aylar haftalardan, haftalar da günlerden oluşmaktadır. Günler de 24 saat dilimine ayrılmış gece ve gündüzden oluşmaktadır. Allah geceleri istirahat, gündüzlerini ise çalışmak için yaratmıştır: “Allah, rahmetinden dolayı size gece ve gündüzü yarattı ki dinlenesiniz, lütfundan rızkını arayasınız ve bütün bunlara şükredesiniz.” (Kasas, 28/73).
İslam, zaman şuuru vermede zaman dilimlerinden en çok “gün” üzerinde durur. Nitekim Kur’an’da yer verilen zamanla ilgili kelimelere baktığımızda, dört yüz yetmiş beş defa olmak üzere en çok “gün” üzerinde durulduğunu görürüz. Buna gece (yüz on yedi defa) ve gündüz (yüz altı defa) kelimeleriyle ilgili sayıyı da eklersek altı yüz doksan sekiz eder. Hâlbuki yine zamanla ilgili Kur’an’da geçen ebed (yüz on yedi), yıl (otuz), ay (yirmi bir) ve hafta (bir) kelimelerinin geçtiği rakamın toplamı olan yüz altmış dokuz rakamıyla bunu kıyaslayacak olursak “gün”ün miktarca fazlalığı daha iyi anlaşılır. Demek ki hayatı değerlendirmede esas olan “günün değerlendirilmesi”dir; diğerleri buna bağlıdır. Bu sebeple dinimiz “gün” üzerinde, çeşitli yönleriyle ve ısrarla durmuştur. (Kutluay, İbrahim, Sünnete Göre Kutsiyet, Çıra Yayınları, Aralık 2010, s. 235). Zaman denince hepsini kapsayan yıl, ay, hafta, gece ve gündüzün insanoğluna verilmiş birer nimet olduğu unutulmamalıdır. Diğer nimetlerde olduğu gibi zaman da insanoğlunun değerini bilemediği değerlerdendir.
Rasûlüllah (s.a.v.) insanların sahip olduğu en önemli iki nimete dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikâk, 1; Tirmizî, Zühd, 1; İbn Mâce, Zühd, 15).
İnsan için “ibnü’l-vakt” yani vaktin oğlu derler. Diğer bir tabirle “dem bu dem”dir. Geçmiş, hatası ile sevabı ile geçmiştir. Geçmişten ibret alıp, hatalardan dersler çıkarıp aynı hatalara tekrar düşmemek gerekir. Şayet düşülmüşse de hatalar insanın sadece tecrübesini artırmalıdır: “Hatasız halîm (kâmil insan), tecrübesiz de hikmet sahibi olunmaz.” (Tirmizî, Bir ve’sıla, 86). Hatalardan ibret alınmazsa aynı hatalar tekrarlanır durur. Mümin uyanık olmalı ve aynı hataya iki defa düşmemelidir: “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd ve’r-rakâik, 63). Hataların tekrarı, insanoğlunun kısa ömründe zaman kaybından başka bir şey değildir.
Zamanı en iyi değerlendirme yollarından birisi sabah güne erken başlamak, bunun için de akşamları imkânlar ölçüsünde erken yatmaya çalışmaktır. Bu belki sabah namazıyla güne başlamak demektir. Rasûlüllah’ın (s.a.v.) haber verdiğine göre Sahr b. Vedâa adında bir tâcir güne çok erken başlarmış, bu sebeple malı çok ve bereketli olmuştur. Yine Rasûlüllah (s.a.v.) orduyu bir yere göndereceği zaman sabah erkenden gönderir ve şöyle dua ederdi: “Allahım! Ümmetim için erken vakitleri bereketli kıl.” Ebû Dâvûd, Cihad, 78; Tirmizî, Büyû’, 6; İbn Mâce, Ticarât, 41). Sabah erken hayata başlamayıp gün ortasında uyanmak, neredeyse günü bitirmek, zamanı tüketmek demektir. Tüm canlılar sabahın ilk ışıklarında uyanıp yiyecek aramaya yani çalışmaya başlarlar. İnsanların da rızıklarını kazanmak için, erken kalkma zorunlulukları vardır. Aksi takdirde bereketsiz ve şevksiz bir hayat sürmeleri kaçınılmazdır.
Bir daha yaşama imkânı olmayan yaşadığımız anın belki her saniyesini en iyi şekilde değerlendirerek “keşke”lerle hayatı geçirmenin bir anlamı yoktur: “Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil! İhtiyarlığından evvel gençliğin, hastalığından evvel sıhhatin, fakirliğinden evvel zenginliğin, meşguliyetinden evvel boş vakitlerin ve vefâtından evvel hayatın.” (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341 hadis no: 7846). Müminin özelliklerinden birisinin de boş şeylerden uzak durmak olduğu unutulmamalıdır: “Onlar, anlamsız, yararsız şeylerden uzak dururlar.” (Mü’minûn, 23/3).
Zamanı en iyi şekilde değerlendirerek şu kısacık hayatta kalıcı izler bırakma çabasında olunmalıdır. Rabbimiz’in “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk, 67/2) âyet-i kerimesinde buyurduğu gibi o her şeyin en iyisini bildiği halde insanları denemek için yaratmıştır. Bu imtihan sahnesinde dünyanın geçici heveslerine aldanıp ebedi hayatın berbat edilmemesi gerekir: “Hiçbir kul kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nerede kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyamet, 1).
Ömrümüzü bir kum saatine benzetirsek geçen her an aleyhimize işlemektedir. Her anı bir fırsat bilip geriye dönük değerlendirmeler yapılmalıdır. Zamanın nasıl kullanıldığı gözden geçirilmeli, hatalar ve eksiklikler varsa bunların telâfisi yapılmalıdır. Bu telâfiler yapmak için hâlâ zamanımız olduğuna şükredilmeli ve bundan sonra nimeti daha özenli kullanmanın yolları aranmalıdır. Yoksa cehennemlikler gibi hayıflanılır: “Ve onlar orada, ‘Rabbimiz! Bizi çıkar da yapmış olduklarımızdan başka, rızana uygun işler yapalım.’ diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Üstelik size uyarıcı da gelmişti. Şimdi tadın bakalım. Zalimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur.” (Fâtır, 35/37).
Selam ve dua ile…