Ey Akıl Durmadan Başıma Vesveseleri Döküyorsun !

Bu oyunun adına vesvese deniyormuş. Meydanda toplanan kalabalık önce bir arada duruyor sonra yavaş yavaş birbirlerinden ayrılıp parçalara bölünüyorlar. Bunu bazen muntazam yapıyorlar, kendilerini ritme uyduruyorlar , tıpkı bir müzik gibi zevk de alıyorlar, bazen de karmakarışık, hiçbir kuralı yok gibi. Oyunun en zor kısmı yeniden toparlanma. Bunu önceden talim etmeyenler çoğu kez toparlanamadan gurubun dışında kalıyorlar. Gurubu yöneten iki kişi, birisi parçalanmayı, dağılmayı sağlamaya çalışıyor, bunun için sihirli sözcükler söylüyor, türlü nağmelerle teşvik ediyor zaman zaman da tehdit ediyor, korkutuyor. Diğeri onları bir arada tutmaya çalışıyor, birincisinin tezlerini çürütmeye çalışıyor ve sağlam deliller getiriyor. Adeta savaş gibi. Kimin galip geleceğini önceden kestirmek zor. Oyunun bir hakemi de var. Oyun sırasında karışmıyor oynayanlara. Sadece izliyor. Bazıları en başta taraf tutuyor. Bazıları iki tarafı dinledikten sonra karar veriyor. Bazıları bilginlere başvuruyor. Bazıları da hislerine ve duygularına danışıyor. Oyun böylece sürüp gidiyor. Bitince gurubun dışında kalanlar oluyor. Toplu halde kalanlar olduğu gibi. Zor bir oyun. Dedikten sonra, ne de olsa yabancısı olduğum bir yer deyip geçiştirdim.

-Oyun oynamayı sever misin?
-Yok hayır, oyunla pek aram yok.
-Aslında riskli bir oyun. Çoğu insan vaat edilenlerden dolayı oynuyor. Biraz da kolaya kaçanlar daha meraklı. Oyun bitince tek başına kalanlar tekrar oynayarak guruba katılamıyorlar. Ondan sonrası oldukça çetin.

Sıkıldım ve geri döndüm. Han dışarıya göre loş olsa da bana daha aydınlık geldi. Gürültüler oraya kadar ulaşmıştı. Bu nasıl tuhaf bir oyun ki, bir de adına vesvese demişler? Yerleri süpüren, süpürgesini alnına dayayıp soluk aldı. Hiç görmedin mi dedi. Ayak sesleri merdivenden geliyordu. Hancı yavaş adımlarla yanımıza kadar geldi. Süpürgesini yeniden eline alıp süpürmeye başlayan adam, salonun neredeyse en ucunda karanlıkta kalmış adamı gösterdi. Elinde tuhaf bir saz vardı. Yaklaştım. Şiire benziyordu söyledikleri: Sen parça parça iken, yani maddî varlığın çeşitli yerlere dağılmış iken, unsurlara takılıp kalmışken, ben seni bir araya topladım, neden vesveseye düştün, yüz parça oldun?

Ey akıl; durmadan başıma vesveseleri döküyorsun! Ey bulut; sen de aralık vermeden üstüme acılar, kederler şarabı mı yağdırıyorsun? (Divan-ı Kebir) Oyundan mı söz ediyor acaba diye daha da meraklanıp yanına sokuldum. Süpürge sesleri kesildi. O da yanımızdaydı. Ozan da sustu. Süpürgeci, önceden süpüremezdim, dedi . Bir türlü süpüremez atamazdım. Kirli düşünceler uçuşur gelir sonra birikirdi zihnimde. Hangisi işe yarar hangisi süpürülüp atılmalı karar veremezdim, öylece kilitlenirdim. Kendimi pis kirli hissederdim. Sayılar sayardım. Dokunamazdım sonra hiçbir yere. Hep ikilemde kalırdım. Sonra Tanrı'ya küfret sözleri gelmeye başladı. Ardından bunaltılar. Yürürken zikzaklar çizmeye başladım. Uykularım bozuldu. Elimden hiçbir iş gelmez oldu. Derken burayı buldum. Korktum önce. Hancıyı gördüğüm gün ona güvendim, şaşılacak bir şekilde ve dizinin dibine oturdum. Ben de oynamıştım bu oyunu geldiğim yerde. Topluluğun arasından savrulmuş ve parçalanmıştım. Hancı'nın o gün söylediklerini hâlâ bugünkü gibi hatırlarım: Nitekim vesveseyle Elest deminin vahyi… her ikisi de duyguyla değil, akılla anlaşılır; fakat aralarında fark var. Her ikisi de gönül pazarının tellâlıdır, her ikisi de metâlarını över, durur. Gönül sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellâlı gibi bu iki fikri birbirinden ayırt et. Eğer şüpheye düşüyor ve iki fikri ayırt edemiyorsan "Aldatmaca yok" de; acele etme, koşma! (Mesnevi.3/ 3490.93)

Sonra da bir hikâye anlatmıştı. Bir padişahın iki veziri varmış. Birisi haset sahibi, çok bilgili ama hasedinden hep ululuk sevdasında. Beğenilmek, önemsenmek, vazgeçilmez olmak ister, padişahı bazen doğru bilgiler de verse genellikle yanıltırmış. Onun sözlerine kulak verdiğinde sonu hep hüsran olurmuş. Diğeri ise hikmet sahibi asıl bilgiyle donanmış ve işi hep hayırlıymış. İkisi de düşüncelerini aktarır kendi amaçlarınca padişahı yönlendirmeye çalışırlarmış. Ama karar vermek padişahın işiymiş. O gün demişti ki Hancı, padişah senin iradendir. İki vezir de zihnine gelen iyi ve kötü düşünceler. Bak bu çok kurnaz ve bilgili gibi görünen aslında şeytandır. Zihnine sanki seni kolluyormuş gibi sinsice üfler durur. Hangisine uyacağın senin iradene bağlı. Bunun için de terazinde doğru tart. Doğru terazi kullan. O gün sormuştum bunlar benim içimde mi diye. Evet demişti: İşte senin içinde böyle bir sihirbaz gizlidir. Vesveselerde daimî bir sihir kudreti vardır! Fakat bu sihirlerin hüküm sürdüğü âlemde öyle sihirbazlar da var ki sihirlerin hükmünü gideriverirler.

Bu kuvvetli zehrin bittiği ovada tiryak da bitmiştir ey oğul! Tiryak, sana "Gel, beni kendine siper et… ben, sana zehirden daha yakınım. Onun sözü sihirdir, seni yıkar harap eder… benim sözüm de sihir ama onun sihrini defeder" der! (Mesnevi. 3 /4074-78)

İnandım o gün hancıya. O da elime bu süpürgeyi verdi. Ondan doğru bilgiyi öğrenmeye başladım. Sonra iyiyi kötüyü ayırmaya ve inatla ona güvenmeye. Sabırla güvenimi kökleştirdim. Böyle bir durumdan kurtulmanın en temel yolu birisine güvenmektir. Güvendim. Gerçi zaten yapacak başka bir şeyim de yoktu. O gün bugün süpürüyorum hem yerleri, hem kötü fısıltıları. Artık sahiplenmiyorum şeytanın fısıltılarını. Vesveseyi yenmenin en temel yolu o tür düşünceleri sahiplenmemek ve reddetmektir. Bunu öğrendim bu da bana yetti. Ve en önemlisi dedi Hancı, Yanımızda bizi dinliyormuş: Vesvesenin ağzını bağlıyan, ancak aşktır. Yoksa vesveseyi kim bağlayabilmiştir ki? Yüzü güzel dilber ara da âşık ol. Dere dere dolan, bir su kuşu tut. Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın? Şu akılla anlaşılacak şeylerden başka aşkla, akılla anlaşılacak daha nice parlak ve güzel şeyler vardır.(Mesnevi. 5/3230-33) Hancı, asıl aşkı öğrendi dedi. Hayret ettim. Aşk öğrenilebilir mi? Cevap gelmedi. Suyu masaya getiren adam bana işaret etti. Bir gün dedi birisi sormuştu. Hancı cevap vermedi. İkinci kez sordu yine cevap vermedi. Üçüncü kez yineledi. Sonra Hancı kalkıp gitti. Geride kalanlardan biri, niye uzattın be adam cevabını vermişti ya. Susularak cevap verilecek sorulardandı o dedi. Ve o adam, eliyle diğer masada oturan birisini işaret ederek o günden beri soru sormaz sadece dinler dedi. İkinci kez sormadım ben de. Süpürgeci benden sonra da gelenler oldu dedi. Ama herkesin eline süpürge vermedi. Hancı bizi duymuyormuş gibi devam etti: Sana bir sınama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... gelip çatmış, boynunu vurmuştur! Böyle bir vesveseye uğradın mı çabucacık Tanrı'ya dön secdeye var... Secde yerini gözyaşlarınla ıslat... Ey Rabbim, beni bu şüpheden kurtar de! (Mesnevi. 4 /384-385) Allah'ın sözleridir asıl derman. Allah'ın sözleridir. Süpürgeci hızlı hızlı süpürmeye başladı. Vecd hâli gibi. Allah'ın sözleri. Allah'ın sözleri…bir onun sesi bir de süpürgenin çıkardığı sesler. Uzaklaşınca gülümsedi ve Hancı devam etti: Candan bütün vesveseleri tamamı ile giderdiğini bilsen, gönül, gül bahçesinin yolunu bulur, o bahçeye varır. (Mesnevi. 4 /3466-72)

Ozan yeniden aldı sazını, bir orkestra gibi burada herkes neyi ne zaman yapacağını biliyor gibiydi. Önce bir yudum aldı suyundan sonra yavaşça dokundu tellere bir yandan da diliyle terennüm ediyordu: İblis, sizinle çok savaşlar yapar. Bundan sonra öyle görünüyor ki, size vesvese (kuruntu) vermekte zorluk çekecektir. Onu görmekten, sözünü dinlemekten çok zahmet çekeceksiniz ki, size bir ziyan vermesin…. (Makalat. Şems-i Tebrizi)

Âşık, sıçra, şu ıstıraptan kurtul. Hem susuzluk, hem su sesini duymak, hem de uyku... Bu nasıl olur? (Mesnevi.6/592)