Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ergen-Genç-Erişkin Kliniği Şefi Psikiyatr Doç. Dr. Kemal Sayar, gençlerin durumu hakkında, internette kendi sitesinde yayımlanan bir konuşmasında çok ciddi uyarılarda bulunarak şöyle demiş: "Klinikte elde edilen veriler gösteriyor ki, ideallerden, sanattan, kitaptan ve maneviyattan kopuk tamamen pop kültürüyle yetişmiş apolitik gençlik, hayatın anlamını daha çok tüketerek bulmaya çalışıyor. Araba markaları, kıyafet markaları, takıldıkları ortamlar onların standartlarını belirliyor. Yüksek standartlar daha değerli bir yaşam demek onlar için. Standardı düşük olan çocuklar da yaşadıkları iç çatışmayı tehlikeli oyuncaklarla sakinleştirmeye çalışıyor" Tüketim kültürüyle yetişen "Ben Kuşağının" hayat felsefesi: "Ancak tüketerek var olabiliriz. Tüketim kültürü içinde var olursak, yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir buzdolabına sahip olabilirsek kendimizi değerli hissederiz."
Bu gençlerle konuşurken "ben" vurgusunun çok yüksek olduğunu görüyorum. Gençler öykülerini kendilerinden başlatıyorlar. Dedelerinin, babalarının ne yaptığının önemi yok artık. Hayatlarında kesinlikle bir süreklilik duygusu yok. En haklı olanın kendileri olduğunu düşünüyorlar. Empati kuramıyor, başkalarının dertlerini anlayamıyorlar.
Uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımının liselerde yaygın hale geldiğine dikkat çeken Dr. Sayar: "Liseli bir kız öğrenci getirdiler. Extacy kullanıyordu. Neden kullanıyorsun diye sordum. 'Bizim tuvalette herkes kullanıyor' cevabını verdi" dedi. Türk aile yapısının çözülmeye uğradığını, çözülmenin toplumun tüm katmanlarına sirayet ettiğini söyleyen Dr. Sayar, "Bazen daha alt ekonomik katmanlarda da ciddi ahlâkî çözülme görüyorsunuz. Gençlerimiz için acil tedbirler almazsak bir gün milletçe tepe üstü çakılabiliriz".
Evet, Sayar'ın söylediği ve bizimde gözlemlediğimiz gibi Gençliğin durumu gerçekten ciddi. Gençliğin eğitimi için bir şeyler yapması gereken siyasetçiler sen-ben kavgasıyla ülke gündemini meşgul ederken, gençlik elden gidiyor. Bu durumda temennimiz o ki, hiç olmazsa veliler uyansın ve çocukları için bir şeyler yapsınlar."
Gençliğin bu hâlini Psikologlar "boş benlik" sorunu olarak değerlendiriyorlar.
Daha açıkçası gençlik kimlik sorunu yaşıyor. Kendini tanımlayamamış, benliği müspet mânâda gelişememiş. Yerini konumunu belirleyemiyor. Ve rüzgârların önünde kuru bir yaprak misali savrulup duruyor. Kimlik ve kişiliğini müspet bir zemine oturtamayınca küresel sermayenin oyuncağı olmuş, yönünü tüketim reklâmları, markalar belirliyor.
İnsan benliği bilgisayarların hafıza kartlarına benziyor. Hangi programı yüklersen ona göre çalışıp, ona göre iş yapıyor. Biz çocuğumuza iyi ve saygın bir şahsiyet olmanın müspet yolunu öğretmezsek, birileri, reklâmlarla başka yollar telkin eder… Ve toplum içinde saygın ve biricik olmanın yolu " falanca model cep telefonuna sahip olmaktan, falanca kotu giymekten, falanca parfümü sürünmekten geçiyor", diyorlar. Bizde sonra çocuğumuz niye lâf dinlemiyor. Bizim zamanınızda marka mı vardı; bu gençler niye böyle anlaşılmaz oldu? Diyoruz.
Ama boşa konuşuyoruz.
Eğer biz, markalardan medet ummayarak, kendi içsel ahlâkî ve manevî değerleriyle ayakta kalabilecek kişilikli bir nesil yetiştirmek istiyorsak, ona göre eğitimine önem vermeliyiz. Zira bizim müspet anlamda doldurmayı beceremediğimiz boşluğu, başkaları başka şekilde işgal edecektir. İçinde yaşamadığın bir evin kapısını açık bırakırsan orasını it-köpek kendine mesken yapar, bundan normal ne olabilir... Bizim geçliğin durumu da aynen öyle. Bu gerçeği yadırgamamak lazım…
Evet ne yazık ki, insanlık küresel çapta üreten firmaların tüketim kölesi olmuş. Şunu da görmek lazım ki üretici firmalar tüketimi körüklemek için reklamlar aracılığıyla ihtiyaçlarımızın çıtasını devamlı yükseltmekteler. Bu şartlar altında ihtiyaçlarımıza bir sınır koymamız mümkün değil. Daha doğrusu neye ihtiyacımız olduğunu artık biz belirleyemiyoruz... Seyrettiğimiz her reklam bize yeni bir ihtiyaç listesi çıkarmakta. Bu listelere tabiri caizse Koç'un serveti olsa dayanmaz. Zira sınırı yok. Beyaz eşyalar, elektronik aletler daha mağazadan eve gelene kadar eskiyor. Bir yenisi bir üst modeli çıkıyor. Gençlerimiz, hanımlarımız, sosyal çevrelerinde kendilerini iyi hissedebilmek, aşağılık duygusuna girmemek için bu yeniliği takip zorunda hissediyorlar. Ama toplumun büyük bir kesiminin bu ihtiyaçlara yetişebilmesi mümkün değil. Zira toplumumuzun ekonomik durumu, işsizliğin boyutları, ücretlerin kifayetsizliği ortada. İnsanımız aldığı ücretle karnını doyurmaktan acizken, bir de gereksiz şeylerin ihtiyaç listesine girmesiyle mücadele ediyor. Babaların evde eş ve çocuklarına karşı mahcubiyetleri artıyor. Geçimsizlikler, kavgalar tırmanıyor. Stres her tarafta kol geziyor.
Bu arada aşırı abartılan ihtiyaçları karşılamak için çok para kazanmak hırsı başlıyor. Bu memlekette meşru yoldan çok para kazanmak kolay olmadığı için, gayri meşru işlere tevessül artıyor.
Neticede çok küçük kazançlar için bile fuhuş, dolandırıcılık, rüşvet, gasp gibi olayların tırmandığına şahit oluyoruz.
Pekâlâ, bu durumda cep telefonu özellikli olmadığı için kendini akranları içinde kötü hisseden veya ayağına marka ayakkabı, üzerine marka blucin giyemediği için kendisinde sosyal fobi gelişen gence nasıl yardımcı olabiliriz? Onlara insanlık giyimde kuşamda, zenginlikte değil nasıl anlatabiliriz? Aksesuarlarını kişilik ve kimlik problemine çevirerek hayatlarını karartan gençlerin bu zavallı gidişlerine nasıl dur diyebiliriz?
Psikologların teşhisine göre bu mesele acil önlem alınması gereken marazî bir durumdur. Ve geçliğin boş yetişmesinin bir semeresidir. Günümüzde gençlik bir kimlik bocalaması yaşamaktadır. Kendini tanımada ve tanımlamada sorun yaşamaktadır. Hayatın anlamını ve toplumdaki rolünü tespitte sorun yaşıyor. Boş benlikli bu insan tipleri ürün tüketirken kendini de tüketmekte ve mutsuz bir sona doğru gitmekte.
Modern ya da postmodern kültürün birey ve toplum hayatını tehdit eden açmazlarına karşı çözüm üretmek için araştırma yapan, kafa yoran sosyal bilimciler ve psikologlar, çözüm önerileri arasında din duygusunun önemine dikkat çekiyorlar. Diyorlar ki; günümüz insanı modern yaşamla beraber pek çok ruhsal ve sosyal sorunla karşı karşıya kalmıştır. Aile ve toplumsal bağların sosyal ilişkilerin geleneklerle beraber bir kenara itilmesi, insanlarda başkalarına güvenmeme, başarısızlık korkuları, duygusal soyutlanma, aşırı stres ve yalnızlıkla beraber duygusal ve toplumsal dengesizlik yaratmıştır. Modernliğin hayata kattığı kolaylıkların, tek başına insanların mutluluğuna yetmediği görülmüştür.
Ünlü psikolog Yung da çözümü Allah'a imanda görüyor ve şöyle söylüyor: "Allah inancı, insanı, modern hayatın temel özelliklerinden biri olan yalnızlık hissinden kurtararak bölünmüş kişiliğe birlik ve ahenk getirir, bu anlamda olumlu gelişmeye neden olur." Yine Yung'a göre: Çeşitli psikolojik rahatsızlıklar insanın iç dünyasındaki dinî inanç eksikliğinden kaynaklanmakta. Dinî tecrübe ihmâl edilirse birey üzerine düşen zorluklara dayanma gücünü kaybeder.
İman duygusunun yanında ibadetlere yönelmenin de bir çok faydaları var. Meselâ, düzenli yapılan ibadetler, kişinin çaresizliğe, ümitsizliğe karşı koymasını sağlar. İçsel doygunluk sağlayarak denge oluşturur. Kişiyi yalnızlıktan kurtararak toplumsallaştırır. İbadetler ahlâkî yaptırımlarıyla, emir ve yasaklarıyla, tavsiye ve yönlendirmeleriyle sosyal bağları kuvvetlendirir. Sosyal bütünleşmeyi sağlarlar. Ayrıca ibadetlerde insanları birbirine yaklaştıran kaynaştıran bir atmosfer vardır.
Bütün bu tespitlerden hareketle görülüyor ki, gençliğin sessiz çığlıklarına karşı yapılabilecek en güzel iş, onları yüce yaratıcılarıyla barıştırmak olmalıdır. Bu şekilde parçalanmış benlikleri ideal bir bütünlük kazanacak, en büyük kaygılarını oluşturan hayat ve ölüm kavramı onlar için anlamlı hâle gelecektir.
Geri bütün tedbirler sonuçsuz emektir.
Allah'a emanet olun.
Abdulkadir YILMAZ