Her anne ve baba çocuğuna çok değer verir. Onların geleceğini düşünür. Günün şartlarının etkisiyle bilerek ya da bilmeyerek yavrularına geleceklerini kurmak adına baskı yapar. Tek düşünceleri yavrularının gelecekte rahat edecekleri ortama ulaşmaları için ellerinden gelen gayreti yapmaktır.
Geçtiğimiz günlerde önce OKS, sonra ÖSS, sonra SBS adı verilen sınavlar yapıldı.
Çocuk dünyaya gelip okul yaşamına başladığından itibaren bilinçli ve yönlendirmeli bir şekilde her gün "sınav kaygısı ve heyecanı" yaşamakta, yaşatılmakta ve yarışma içerisinde bulunmaktadır. Sınavların yapılacağı son iki haftaya kadar çocuklar ve gençler üzerinde o kadar çok baskı yapılmaktadır ki, anlatılacak gibi değil.
"Bu sınav ömürde bir defa oluyor. Tekrarı yok. Onun için ne yapıp edip kazanmak zorundasın."
"Bak ben o kadar masraf yapıyorum, bu defa kazanmak zorundasın."
"Senden bir şey istemiyoruz. Sadece çalış ve kazan. Kazanamamak diye bir şey beklemiyorum."
"Bu kadar çalışıyorsun emeklerin boşa gitmesin."
"Sana verdiğim emeklere yazık etmeyeceksin. Senden senin geleceğin için kazanmanı istiyoruz."
"Konu komşu ne der? İnsanların yüzüne nasıl bakarız? Bizim gibi insanların çocukları kazanmak zorunda."
"Bak dayınların Ahmet, Fatma teyzelerin Ayşe nereyi kazandı. Sen kazanamazsan rezil oluruz valla."
Yukarıda anne ve babaların çocuklarına söyledikleri kıyaslayıcı, eleştirici, küçük düşürücü, moral bozucu ama güya teşvik edici cümlelerinden örnekler verdik. Bunları çoğaltmak mümkündür.
Bizim yazmadığımız ama bu yazılanlardan daha ağır ve tahkir edici cümleleri sizler kendi yaşamınızdan biliyorsunuz. Bunlar işin bir yönüdür. Diğer yönü ise anne ve babaların sözsüz olarak bakışlarıyla, gözleriyle, jest ve mimikleriyle hissettirdikleridir.
Sınava son iki hafta kala artık bütün ulusal ve yerel görsel ve yazılı medya nasıl davranılması üzerinde durmaktadır. Özel okul ya da dershanelerde çalışan "uzman" diye bilinen kişiler halkın önüne çıkarılmakta velilerin ve sınava girecekler için "son haftada ve son anda neler yapılabilir?" sorusuna kısa kısa cevaplar aranmaktadır.
Hemen hemen her TV kanalında ya da gazete köşesinde anne ve babaların neler yapması gerektiğinden kısaca ama sınav öncesi ve sınav anında öğrencilerin nelere dikkat edecekleri üzerinde uzun uzun durulmaktadır. "Kazanamayabilirsiniz" demelerine rağmen bir şekilde "mutlaka kazanacakları" fikri empoze edilmektedir.
Çoğu anne ve baba çocuklarına, "Bu uzun bir çaba gerektiren süreçtir. Bu sürecin sonunda "kazanmak da var kaybetmekte" cümlesini gerçekten samimi olarak dile dökebilmiş ve çocuklarına hissettirebilmiş midir" derseniz cevabım kesinlikle "hayır" olacaktır. Bu anlayış ve yaklaşımla çocuklarına destek olan anne ve baba sayısı bir elin parmakları kadar azdır desem abartmış sayılmam.
Bu kadar sert ve acımasız konuşma diyebilirsiniz. Bu kadar nasıl kesin ve katı konuştuğum düşünülebilir. Yapılan birçok araştırmada öğrencilerin kendilerini yaşam içerisinde, toplumda, dernek, parti, grup, cemaat ya da cemiyetinde "kabul görmenin", "güvenilen bir insan" olabilmenin, "değerli" görünmenin, "bir makam ya da mevki sahibi" olabilmenin, bir şey yapabildiğini gösterebilmenin yolu olarak sınavlarda alacağı puanın ve kazanacağı ortaöğretim kurumunun ya da kazanacağı yüksek öğretim bölümünün olduğunu dile getirmektedir.
Kişilik ve şahsiyetleri artık "sınav başarısı" ile eşit hale getirilmiştir. İşin ilginç yanı, öğrenciler, veliler ve öğretmenler de aynı havayı oluşturmak için ellerinden gelen ama art niyetli olmayan çabaları sergilemektedirler.
Kişinin kimliği "sınav başarı ve kazandığı lise ya da bölüm" olduğu sürece artık o çocuklarımızdan, o gençlerimizden "insanlık" namına bir şey beklemek abes olacaktır.
Depresyona giren, fiziki metabolizması sekteye uğrayan, kişilik zafiyeti yaşayan, hatta intihar teşebbüslerinde bulunan çocuklarımızı düşününce yüreğim sızlamaktadır.
Ben sormaz mıyım o zaman;
Hani çocuklarımızı seviyorduk?
Hani onları önemsiyorduk?
Hani sınav sonuçları önemli değildi?
Hani onlar hem bizim hem ülkemizin geleceği idi?..
Uzatmaya gerek yok.
Sınav kaygısı, stresi bir sonuçtur. Stres ve kaygının sonucu olarak fizyolojik ve duygusal bir çok belirtinin görülmesi doğaldır. Bu, stresin hiç olmayacağı anlamına gelmez. Stresin yokluğu da çokluğu da insanın fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal sorun anlamına gelir.
Aslında bütün anne ve babaların, çocukları düşünen her öğretmenin (ister okulda ister dershanede ister özel olarak çalışan olsun) yapmaları gereken tek ve en önemli şey bakış açılarını değiştirmektir.
Olması gereken bakış açısını bir kıssa ile ortaya koyalım:
Mute savaşı oluyor. İslam askeri az. Medine şehrine haber salınır. Mute'de kafir askeri çok yeni kuvvetler lazım. Cihat çağrısı yapılıyor. Bir sahabe hemen eline kılıcını alıp sokağa çıkıyor. Komşusu olan bir Yahudi, "nereye gidiyorsun?" diye sorar. O sahabe ise "cihada çağrı var ona gidiyorum" der. Yahudi komşusu, "Düşman kalabalık. Gidersen ölürsün. Yoksa sen ölmeye mi gidiyorsun?" der. O Güzide Sahabenin verdiği cevap:
"Ben cihada çağrı yapıldı. Allah da benden cihat yapmamı istiyor. Ben cihada katılmakla mükellefim. Görevim cihadı yapmak, düşmanla savaşmak. Sonucu tayin etmek değil. Allah isterse öldürür şehit kılar, isterse oldurur gazi kılar. Allah isterse galip kılar muzaffer eder, isterse mağlup kılar hezimet yaşatır. O benim işim değil. Sonucu tayin etmek Allah'ın işidir. Benim işim gayret etmek, savaşmaktır. Ama kesinlikle sonucu tayin etmek değildir."
Sınav öncesinde de sonrasında da yukarıdaki örnekte açıklanan aynı mantık ve anlayış içerisinde olmamız gerekir. Evet, bu bakış açısı "çabanın öğülmesi ama sonucu tayin etme işinin kişinin elinde olmayacağının kabul edilmesi" olarak özetlenebilir.
Şimdi çocuklarımızın bozulan haleti ruhiyelerini düzeltmek için psikolog, psikiyatrist, cinci hoca vs. gezmeye gerek yok. Hani doğduklarında gösterdiğimiz ilgi ve sevgi vardı ya, hani yürümeye yeni başladıklarında paytak paytak yürürken düşüp kalkmalarında yüreğin sızlardıya onun gibi düşünüp davranabilsek yeter. Çocuğumuz henüz hayatta kendi başına kalabilmiş değil. Onun için kaybedişini değil kazanmak için gösterdiği çabaları ve gayretleri görmek gerekir. Hatta o azim ve çabalarını gördüğünü de o kuzucuklara mutlaka hissettirmek gerekir.
Onlar bizim çocuklarımız. Onları bozuk para harcar gibi harcamak yerine, budanan ağacın nasıl daha gürleştiğinin farkında ve şuurunda olarak hareket edebilirsek başarısızlıklarımız itici güç olarak yeter aslında.
Düştüklerinde kaldırmak için,
Taşıdıkları yüke omuz vererek altında ezilmemeleri için,
Yanlışlarında doğruyu bulabilmeleri için,
Yorulduklarında çöküp kalmak yerine tekrar ayağa kalkabilmeleri için, desteğimizi esirgemeyelim.
Onlar bizim çocuklarımız..