Bütün Yollar Kapalı Sadece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Yolu Açık…

Son Peygamber… Diğer bir deyişle Ahir zaman peygamberi… Allah’ın (c.c.) “Habibim” dediği “En Sevgili…” Bütün insanlığın Şahı… İnsanlık âleminin son şansı ve nasibi… İnsanlığa maneviyat kapılarını sonuna kadar açan büyük Nebi… Asırlardır müminlerin sevgi menbaı… “Kur’ân ve insan ikiz kardeştir.” kelamını kendi şahsında taçlandıran ve Hz. Aişe’nin “O’nun ahlakı Kur’ân’dı.” dediği en müstesna ahlak abidesi… Bütün ahlakları ve sıfatları bizzat Kur’ân’da Allah tarafından övülmüş, insanlığın medar-ı iftiharı… O nedenle O’nun yaşadığı döneme “asr-ı saadet” denmişti. Saadet asrı… Ne durumda olursa olsun O’nunla karşılaşan herkesi ayağa kaldırmış, dönemin bütün çirkefliğine karşın hepsini “ahlak ayaklanmasının bir neferi haline dönüştürmeyi” başarmıştı… 

Sahabeler, Hz. Peygamber sayesinde hakikatle yüzleşmiş, hikmetle tanışmış, Allah ile aralarındaki vazgeçilmez bağı fark etmişlerdi. Onlara Allah’ı anlatan en yakın ve en önemli kaynak ise Hz. Muhammed (s.a.v.) idi. “O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma, 62/2) ayeti açıkça bunu gösteriyor. Aksi halde İslam’ın sadece rükûnlarını öğrenmek kastedilseydi, bugün İslam’ın rükûnlarını bilen bizlerde de aynı güzelliklerin olması gerekirdi. Kısacası sahabeler aldıkları eğitim gereği Allah’ı bilmeyi ve anlatmayı, ahlak üzerinden kurgular yani muhasebeyi ön plana alırlardı. Kur’ân eğitimlerini de bizzat Hz. Peygamber’den almışlardı. Yani neyi nasıl yapacaklarını Peygamber Efendimiz’den öğrenmişlerdi. Bundan daha tabii bir şey olamazdı. Yani onların dersi Kur’ân’dı, öğretmenleri ise Hz. Muhammed (s.a.v.) idi. Onlar Kur’ân’a Kur’ân’ı kendisinden öğrenecekleri bir kaynak ile tutunmuşlardı. O da Hz. Peygamber’di. Yaşayan, canlı örnek; sadece bu amaçla insanlığa gönderilmiş… Son Peygamber… 

Kıyamet günü kabirden en önce O kalkacaktır. En önce O şefaat edecektir. En önce O’nun şefaati kabul olacaktır. Cennet kapısını önce O çalacaktır. Kapı, Ona hemen açılacaktır. “Livâ-i hamd” denilen sancak, O’nun elinde bulunacaktır. Âdem aleyhisselam ve O’nun zamanından kıyamete kadar gelen her mümin, bu sancak altında bulunacaktır. Bir hadis-i şerifte: “Kıyamet günü, önce gelenlerin ve sonra gelenlerin Seyyidiyim. Hakikati bildiriyorum, övünmüyorum.” buyurdu. Diğer bir hadis-i şerifte: “Allahu Teâlâ’nın habibiyim, sevgilisiyim. Peygamberlerin reisiyim. Övünmek için söylemiyorum.” Başka bir hadis-i şerifte: “Peygamberlerin sonuncusuyum, övünmüyorum. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammedim (aleyhissalâtü vesselâm) Allahu Teâlâ insanları yarattı. Beni insanların en iyisinde yarattı. Allahu Teâlâ, insanları fırkalara (kavimlere, ırklara) ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra bu en iyi fırkayı kabilelere ayırdı. Beni en iyisinde bulundurdu. Sonra, bu kabileyi evlere ayırdı. Beni, en iyi evden dünyaya getirdi. İnsanların en iyisiyim. En iyi ailedenim. Kıyamette, herkes sustuğu zaman, ben söyleyeceğim. Kimsenin kımıldayamadığı vakitte onlara şefaat ediciyim, kimsede ümit kalmadığı bir zamanda onlara müjde vericiyim. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Livâ-i hamd benim elimdedir. İnsanların en hayırlısı, en cömerdi, en iyisiyim. O gün emrimde binlerce hizmetçi vardır. Kıyamet günü, Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsine şefaat edici benim. Bunları öğünmek için söylemiyorum. Hakikati bildiriyorum. Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem, vazifemi yapmamış olurum.” buyurdu. (İmâm-ı Rabbânî, Mektubât, 44. Mektup)

Seyyid Abdülhakim-i Arvasî Hazretleri buyurdu ki: 

“Her Peygamber kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar gelmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Bu, güç bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O’nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O’nu medh edecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, O’nu tenkit edecek iktidarı yoktur.” (Peygamberler Tarihi-A.Faruk Meyan. Sf.8)

Aynı eserde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) diğer peygamberler üzerine faziletleri hakkındaki görüşler şöyledir:

“Her peygamber dünyadan ahirete göçünce şeriatları mensûh olur. Ancak Habîb-i Ekrem’in şeriatı kıyamete kadar bâki kalır. Her peygamber Allahu Teâlâ’nın rızasını ister. Hak Teâlâ, Habibinin rızasını gözetmeyi vaad etti. Bütün peygamberler Allahu Teâlâ’nın ismi şerifine yemin ettiler. Allahu Teâlâ habibinin ismine yemin etti.”

“Diğer peygamberler belli bir kavme, belli bir cemaate gönderilmişlerdi. Peygamber Efendimiz ise kendi zamanından kıyamete kadar gelecek olan bütün insan ve cinne gönderilmiştir. Nûh aleyhisselam dahi sadece insanlara gönderilmişti. Peygamberimiz: “Ben bütün mahlûkata peygamber gönderildim.” buyurmuşlardır.

“Hz. Muhammed (s.a.v.) son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Şeriatı kıyamete kadar devam eder. Kıyamete yakın İsa aleyhisselam, gökten inecek ise de yeni bir şeriat getirmeyip halkı Hz. Muhammed’in şeriatına çağıracaktır.”

“Allahu Teâlâ, Musa ve Harun aleyhisselama “Onlara yumuşak söyleyiniz.” buyurdu. Habibine ise son derece yumuşak tabiatlı olduğundan “Onlara sert söyle.” buyurdu. Hakk Teâlâ her peygambere ismiyle hitap etti. Habibini ise “Ey Resûlüm!” “Ey Peygamberim” diye zikretti.”

“Her peygambere kendi ümmeti uygunsuz söz söylediği zaman kendileri cevap verirdi. Resûlullah’a uygunsuz söz söylediler. Allahu Teâlâ kendi azametiyle cevap verdi. 

Nitekim Nuh aleyhisselama kavmi “Biz seni dalâlette görürüz.” dediği zaman “Ey kavmim! Bende dalâlet yoktur.” buyurdu. 

Hûd aleyhisselama kavmi “Biz seni sefahatte görürüz.” dediler. “Ey kavmim bende sefâhet yoktur.” buyurdu.

Firavun, Musa aleyhisselama “Ben seni sihirlenmiş zannederim.” dediği vakit, Musa aleyhisselam “Ben de senin helâk olacağını zannederim.” diye cevap verdi. (Peygamberler Tarihi-A.Faruk Meyan. Sf.71-72)

Peygamber âşıklarından Rahmetli Onkolog Dr. Halûk Nurbaki “Fahr-i Kâinat Efendimiz” adlı eserinde çok ince bir noktayı irfanî bir bakışla dile getiriyor:

“Hemen hemen bütün peygamberler Efendimiz’in geleceğini önceden bildirmiş, derin sevgilerini dile getirmişlerdir. Bunlardan çok önemli olan iki görüntüyü nakletmek istiyorum:

a) Hz. İbrahim: Fahr-i Kâinat Efendimiz’in dünyaya teşrif edeceğini haber alınca:

“Ya Rabbi, Kâinatın Fahr-i Ebedîsini benim sulbümden halk et.” diye kesiksiz duaya başladı. Ve biz, bu yüzden namazda İbrahim’in evlâtlarına salât ü selâm ederiz. Bu duanın yüzü suyu hürmetine bıçak Hz. İsmail’i kesmedi, ona diyet olan kurbanı şereflendirip kutsallaştırdı. Yine bu duanın hikmeti Hz. İbrahim’i Nemrut’un karşısında muvaffak kıldı. “Selâmetle soğu” emri gelerek, Nemrut’un ateşini rahmetli bir suya çevirdi. Bütün bu hikmetler Fahr-i Kâinat Efendimiz’in sırrını sezmenin müjdeli nimetleridir.

b) Hz. İsa: Ruhlar âleminde peygamberler tayin edilince, bütün peygamberler sevinç ve huşû içinde coşmuştur. Yalnız Hz. İsa mahzundu. Allah (c.c.) bu hüznün sebebini sorunca, Hz. İsa: “Peygamber olmaktansa Hz. Muhammed’in ümmeti olmayı tercih ederim.” dedi.

Allahu zülcelâl da: “Ya İsa, mademki bu zevki sezdin, seni dünyaya ikinci kez göndereceğim, hem de Müslüman olarak…” buyurdu. Hz. İsa’nın ikinci kez dünyaya gelme sırrı bu hikmetten doğar. Hz. İsa İncil okurken “Faraklit” kelimesi geçince (Efendimiz’in İncil’de geçen ismi) parmaklarını öper gözlerine sürerdi.”

 Hakiki İncil’de Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) efdaliyetini/üstünlüklerini gören Hz. İsa (a.s.), O’nun ümmetinden olmak için dua etmiş, Allahu Teâlâ duasını kabul buyurmuştur.

Son Peygamber

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilen en önemli özelliği “son peygamber” oluşudur: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzâb, 33/40) 

Aynı gerçek son Nebi’nin ağzından “Benden sonra artık gelecek peygamber yoktur.” (Müslim) sözleriyle dökülür.

Hz. Peygamber’in peygamberliği tüm insanlık içindir. Önceki peygamberler bir kavme ya da bölgelere gönderildiği halde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği “Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe, 34/28) ayetiyle bütün insanlık içindir. Bizzat insanlara bunu duyurması da Allah’ın (c.c.) emridir: 

(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlü’ne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf, 7/158)

“Kim Allah’a ve Peygamber’e inanmazsa bilsin ki, şüphesiz biz, inkârcılar için alevli bir ateş hazırladık.” (Fetih, 48/13)

Hz. Peygamber, son ve evrensel peygamber oluşu yanı sıra “âlemlere rahmet” olarak gönderilmiştir. “Resulüm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) ayeti bunu açıkça göstermektedir.

Bütün Yollar Kapalı Sadece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Yolu Açık

Günümüzde bazı topluluklar sahih peygamber algısına darbe vururcasına yanlış konuları büyük bir kasıtla masaya yatırmakla, adeta Müslüman olarak kendi bacağına sıkan, kendi bindiği dalı kesen insanlar durumuna düşmektedirler. Bu durum ancak sapık bir biçimde, “peygambersiz din” algısını beslemekte ve buna bugün “deizm” denmektedir. Oysa böyle bir inanç Allah indinde asla makbul değildir. Nasıl ki “gizli şirk” varsa bazı şeyler de açıkça küfürden şubeler barındırmaktadır. Kur’ân’da “Allah ve Resulü” şeklinde geçen ayetler hem sahih bir din anlayışına davet hem de dinin ana çatısını ortaya koyan gayet açık tanımlamalardır. Misyonerlerin ekmeğine yağ süren bu yaklaşımların hiçbirinin masum olmadığı iyi bilinmelidir. Kaldı ki Hz. Peygamber’in konumu sahih din anlayışında tüm insanlık için bir evrensel algıya hitap etmektedir. Sonuç olarak; Celal Ökten Hoca’nın söylediği gibi: “Bütün yollar kapalı sadece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yolu açık.”