Haset ve Kıskançlık Psikolojisi / Uzman Psikolog Rukiye Karaköse

Öncelikle haset nedir? İnsanlar nelere haset eder?

Haset, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Hasedi ilk Hâbil ile Kabil’in hikâyesinde görüyoruz. Hâbil, kardeşi Kabil tarafından katledildi, yani ilk cinayetin sebebi hasetti. Kabil, kardeşinin Allah’ın gözünde daha sevgili olmasına haset etti ve yeryüzünde haset yüzünden ilk cinayet işlendi. 

Yine, Hz. Yusuf’un kardeşleri ona haset ettiler ve aynı zamanda onu kıskandılar. Bu olumsuz duygular onun ölmesini isteyecek kadar ileri gitti. En son, “öldürmeyelim ama kuyuya atalım” düşüncesinde karar kıldılar. 

Peki ne demek haset? Sahip olunmayan bir özelliği bir başkasında görüp, onu tutkuyla, şiddetle arzulamak demek. Bizde bu özellik yoksa, karşımızdakinde varsa ve bunu şiddetle, tutkuyla arzuluyorsak ve bu arzu yıkıcı bir hâle gelmişse buna haset diyoruz.

Nelere haset eder insanlar? 

İnsanoğlu güce, zenginliğe, güzelliğe, itibara, kişinin sevilebilen birisi olmasına, başkalarıyla iyi geçiniyor olmasına, etki bırakmasına, kısacası olumlu görünen her türlü özelliğe haset edebiliyor. Haset, “kalp afetleri” arasında anılır. İmam Muhammed Birgivî’nin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserinde detaylarıyla zikredilir. (Eser bu yanıyla bir tasavvuf eseri olmasının yanı sıra, aslında çok da iyi bir psikoloji kitabıdır.) Haset, kişinin öfke ve nefret hissetmesine neden oluyor. Karşıdakine zarar verme duygusu; yani haset eden kişi, “onun başına bir şey gelsin, o nimet onun elinden gitsin, ölsün, hastalansın, başına felaketler gelsin” bunu istediğinde de hasediyle amel etmiş oluyor maalesef. Aslında o nimeti ona layık görmüyoruz, Hakk’ın takdirine razı gelmiyoruz. Oysa Allah o nimeti ona takdir etmiş, bize de başka güzel şeyler vermiştir.

Hasedi daha çok kendisiyle barışık olmayan, kendi elindeki imkânlarla hayatına devam etmek yerine hep başkası odaklı yaşayanlarda mı daha çok görüyoruz? 

Haset, en başta ve en çok haset eden kişiye zarar veriyor. Haset eden kişi acı çekiyor, eksiklik duygularıyla boğuşuyor, yetersizlik duygularıyla boğuşuyor. Bu da şundan kaynaklı; referansı hep bir başkası. Kendisi kendi çapında, kendi standartları içinde bazı noktalarda iyi de olabilir, yeterli de olabilir; ama ölçüsü bir başkasıysa kişi huzur bulamaz. Zira her güzelden daha güzel bulunur, her akıllıdan daha akıllı bulunur, her varlıklıdan daha varlıklı bulunur. Eğer kıyas noktamız bir başkasıysa, onu mihenk taşı alıp onun üstünden kendimize değer biçiyorsak, maalesef bu bizim değerlilik duygumuzu yerle bir eder. Eğer başkasının sahip olduklarına çok fazla bakarak, odaklanarak kendimize değer biçiyorsak, kendimize değil hep etrafımızdaki insanların neye sahip olduğuna odaklanacağız, o zaman da maalesef gelişemeyeceğiz, değişemeyeceğiz, öğrenemeyeceğiz, büyüyemeyeceğiz demektir.

Haset duygusunun altında yatan temel psikolojik nedenler neler olabilir?

Yetersizlik duygusu, değersizlik duygusu, küçük düşme duygusu temel sebepler… Çok fazla kıyaslanarak büyümüş insanlarda hasedin gelişmesi daha mümkündür. Çünkü ona, çocukken bizatihi kendisi olduğu için değer verilmemiş. Genellikle, “Komşunun çocuğu şu puanı aldı, komşunun kızı bunu yaptı, ağabeyin bunu başardı…” gibi hep kıyaslanmış, “Bak, o bunu yaptı, o daha değerli” ya da “O daha önemli” demeye getirilmiş. Şu mesaj verilmiş: “Birini geçersen değerli olursun, birinin önüne geçersen başarılı olursun.”

Çocukluktan itibaren kıyas yapmak, başkasını geçince/başkasının üzerinden kendimizi iyi hissetmek gibi bir alışkanlığa sebep olur. Bu da bizde kin duygusunu oluşturuyor. Hasedin yanı sıra sayılan başka kalp afetleri var; bunlardan bir tanesi kin, bir tanesi nefret. Hasetle birlikte kin, nefret, intikam arzusu, kızgınlık, küçük düşmüşlük hissi, onu küçük düşürme isteği oluşur. Kişi bazen haset ettiği kişiye açıkça zarar vermeyi tercih edebilir; Kâbil gibi, Yusuf (a.s.)’ın kardeşleri gibi. Bazen de bunu örtülü şekillerde dile getirir: İğnelemek, bazı lâflar çarptırarak kişiyi kötü hissettirmek, başarısını değersizleştirip aşağıya çekmek, o kişinin gıybetini yapmak gibi yollara başvurulur.

Hasetlik doğuştan gelen bir şey mi? Yoksa öğrenilen bir şey mi?

İnsanın yapısında; biraz bencillik ya da paylaşımcılık bir eğilim olarak olur. Daha bebekken bile kimi çocuk, oyuncakları kendine alır, daha ilgi odağı olmak ister, büyükler gelip etrafında pervane olsun ister, kimi de daha az bir ilgiyle yetinir. Bu iki çocuğun büyüdüğünde aynı eğitimi aldığını bile varsaysak, aynı derecede hasetçi olacaklarını söyleyemeyiz. Ama biri biraz daha bencilse yani biraz daha kendini önemsiyor, ön plana çıkmayı seviyorsa (“Beni alkışlayın, bana bakın” diyen çocuklar vardır) bu bir yatkınlık doğurabilir. Mizaç olarak biraz daha ilgiyi seven kişiler haset etmeye daha yatkın olabilir. Neden? En ufak bir şey onlar için kışkırtma anlamına gelebilir. Yanında birinin övülmesi, “Bak, ne kadar güzel yapmış ne kadar başarılı” denilmesi, kendini gölgede kalmış hissetmesine yol açabilir. 

Haset veya diğer olumsuz duyguları biz hissediyoruz ya da hisseden birini görüyoruz; bunu ifşa etmek yerine, bu hastalıklara karşı ne tavsiye edersiniz?

Öncelikle farkına varmalıyız. Kişi, başkaları için “haset ediyorlar” demeden önce kendi kalbine bakmalı, “Ben acaba haset ediyor muyum?” diye… Kendi duygumuzu ilk bakışta fark edemeyebiliriz. İnsan kendine karşı bazı kör noktalar taşır. Duygumuzu fark edemediğimizde, bastırdığımızda, yok olmaz. Bu duygu, itici şakalarla ortaya çıkar, lâf sokmalarla, iğnelemelerle, imalarla açığa çıkar ve kişi kendini baskı altında hisseder, ama adını koyamaz. O kişiyi seviyor da olabiliriz; ama bu sevginin içerisine öfke, kin, hırs ve haset karışıyor. Onun bazı güzel özelliklerinin bizde olmasını arzu ediyoruz, yani “Sende olan şey bende olmalıydı.” Hasedi tetikleyen duygu bu aslında.

Haset duygusu yıkıcı bir duygudur diyebilir miyiz? 

Haset çok yıkıcı bir duygudur. Hasedin özünde bu yıkıcılık var. Çünkü kişi haset ettiği zaman karşısındakinin elindeki yok olmazsa rahat etmiyor. Hâlbuki duygular enerji yüklüdür. Mesela, bir insan diğerinin güzel özellikleri karşısında ne tür duygular hissedebilir; beğeni hissedebilir, takdir hissedebilir, gıpta edebilir ki güzel özellikler karşısında tavsiye edilen şey budur. Özenme, imrenme, öykünme, arzu etme bunlar bizim dağarcığımızda olan şeyler… Bunlar bize ilham verir. “Bak, arkadaşım ne kadar güzel giyiniyor, ne kadar yakışmış. Ben de böyle bir tarz oluşturabilirim…” Eğer beğenme, takdir etmeyse, ilham alırız. Gıptaysa, “Arkadaşım şu konuda ne kadar birikimli. Bak, çok iyi yetiştirmiş kendisini. Ben de okuyayım, ben de öğreneyim. Hatta söyleyeyim, bana kitap tavsiye etsin, yer göstersin…” 

Böyle bir durumda ne yapmak, ne söylemek lazım?

Biz bunu açıkça yüzleştirirsek savunmaya geçecektir. “Bu duygunun üzerinde bir çalışmaya ne dersin?” Böyle demek lazım. Yani “Güzel olmuş demekten seni alıkoyan nedir, niye bu kadar huzursuzsun? Niye birisi bir şeyi güzel yapınca, ‘Aferin! Ne güzel olmuş, iyi olmuş’ diyemiyorsun? Eleştirini niye yapıcı değil de yıkıcı bir şekilde dile getiriyorsun? Şunu yanlış yapıyorsun, bunu yanlış yapıyorsun.” Mesela, sosyal medyada acımasız bir eleştiri furyası var, görüyoruz. İnsanlar yüz yüze olmadıkları kadar kaba ve incitici olabiliyorlar. “Seni bu kadar can yakıcı, incitici olmaya ne sevk ediyor, neden bu kadar mutsuzsun, neden bu kadar huzursuzsun? Niye bir insanın iltifat almasına ya da başarılı olmasına dayanamıyorsun? Niye kusur arıyorsun, niye eksik arıyorsun? Bu, seninle ilgili önemli bir şey söylüyor. Bunun üzerinde bir çalışsan iyi olur.” demek lazım. 

Kendini geliştirmek isteyen biri bu duyguları nasıl yorumlamalı?

Gelişmek isteyen insanda haset duygusu varsa, bu aslında bir açıdan büyük bir potansiyeldir. Haset ettiğimiz şey aslında bizim hasretini çektiğimiz şeydir, olmak istediğimiz şeydir. Grup çalışmasında bir katılımcımız şöyle söylemişti: “Çok gülen insanlara eskiden çok kızardım. Ben biraz donuk ve tutuk biriyim, içimden gelerek öyle dolu dolu gülemiyorum. Sonra anladım ki onları kıskanıyormuşum.” Kendisiyle ilgili bir şey fark etmiş, kendisinin bu konudaki eksikliğiyle yüzleşmiş. Bu çok güzel bir şey. Bunu düzeltmek için de fırsatı var demektir. Bir şeyle ilgili güçlü duygular hissediyorsak durup oraya bakmamız lazım. Bu insandan niye bu kadar rahatsız oluyorum, bu insan bir şey yaptığı zaman niye huzursuz oluyorum ve onu huzursuz etmek geliyor içimden, eleştiresim geliyor? Güçlü bir duygu, yakıcı bir duygu hissettiğimiz zaman kendimize bir sormamız lazım; ben bu konuda niye bu kadar rahatsızlık hissediyorum? Haset ettiğimiz şey bizim hasretini çektiğimiz şeydir demiştik, olmak istediğimiz nokta, varmak istediğimiz yer belki. Benim durduğum yerle haset ettiğim şey arasındaki mesafe benim gelişim potansiyelim. 

Duyguların enerjisi vardır. O yıkıcı enerjiyi, o kişiye kötü bir enerji yönelterek, nazar ederek, haset ederek, dedikodusunu yaparak, olumsuz şeyler söyleyip canını sıkarak mı dile getirirsek daha hayırlı bir iş olur -bu da bir enerji, kötü bir enerji- yoksa, o enerjiyi gelişimimize ayırırsak mı daha güzel bir iş olur? Çünkü haset kalbin amelidir. Eğer eyleme dökmezsek, karşıdakine belki zarar vermeyecek; ama bize içten içe fena hâlde zarar verecek. Bu enerjiyle ne yapacağım? Ben niye bu arkadaşımı görünce çok rahatsızlık hissediyorum; çünkü bu konuda çok başarılı, bu konuda çok yetkin, ben de kendimi yetersiz hissediyorum belki, eksik hissediyorum. O zaman demektir ki, benim bu konuda gelişmeye ihtiyacım var. 

Haset ve kıskançlığı birbirinden nasıl ayırırız?

Haset ettiğinde, kişi karşıdakiyle bir rekabete giriyor. Kıyas yapmaya başladıysa kendini tüketmeye başlamıştır. Bu çok yıpratıcı bir durum. Kıyas varsa saplantı oluşuyor. “Onda var, bende yok.” Sürekli bu mercekten bakıyor. Hâlbuki bize ne öğretildi? “Dünyevi hususlarda senden aşağıda olana bak ve sahip olduğun nimetlerin farkına var, kıymetini bil, elhamdülillah de, sağlığın için şükret, fiziksel âzâların için, sahip olduğun her nimet için şükür et…”

Mesela, “Haset dünyalıkta olur, gıpta dinî hususlarda olur.” denir, manevî hususlarda olur. Dünyalıkta; “Onda var, bende niye yok?” denir. Oysa Kur’ân-ı Kerîm der ki: “Hayırda yarışınız.” Yani “manevî hususlarda gıpta ediniz ve birbirinizi geçmeye çalışınız.” Bunda bir kötülük yok. Arkadaşım şöyle namaz kılıyorsa ben de öyle namaz kılmaya çalışacağım; ama el âleme göstermek için değil. Diyeceğim ki: “Ne kadar güzel bir hâl yaşıyor. Bunun yolu nedir, ben de öğreneyim.” Sadaka veriyorsa “Helal olsun, harçlığından biriktirip böyle bir şey yapıyor. Ben niye boşa harcıyorum; ben de böyle yapacağım.” diye hayırda yarışabilmek lazım, manevî hususlarda gıpta edebilmek lazım. Ama haset mi, kıskançlık mı dersek; haset en çok kişinin birinci planda kendine zarar verir, kıskançlık karşı tarafa daha çok zarar verir. 

Hasetle kıskançlığı nasıl ayırırız? Haset, “Onda olan benim olsun.” demek; kıskançlıksa “Benim olanı geri istiyorum.” demek. Yani bir kere elde ettiğimiz birinin sevgisini… Bu eş olur, nişanlı, sevgili olur. Burada, kıskandığımız, esirgediğimiz şey, sevdiğimiz insan ve onun nitelikleri. Onun bize ait kalmasını istiyoruz. Çocuğun kardeş kıskançlığı da bu manada. “Anne benimdi ve anneyi geri istiyorum.” diyor, “Baba benimdi; babayı geri istiyorum. Oyuncaklarımı geri istiyorum…” Aynı şekilde, kişi sevdiğini, dostunu ya da arkadaşını da bir üçüncü şahıstan kıskanır, der ki: “Benim olanı geri istiyorum. Sadece bana özel olsun. Başkaları gelmesin, aramıza girmesin.” Hani bir şarkıda diyor ya: “Aramıza kimse gelip girmesin / Ayırmasın Mevlam bizi ömür boyunca.” İşte bu temenni, “aramıza kimse gelip girmesin” sözü, tam olarak kıskançlığın tarifi.

Sevilen kişiyi esirgemek, sevilen kişiyi kıskanmak bazen şuna dönüşebiliyor: Sevdiğimiz insanı bir başkasından kıskanıyoruz, bu sefer kendimizi onunla kıyaslamaya başlıyoruz. “Benimle değil de onunla arkadaş oldu. Acaba o daha mı eğlenceli, o daha mı akıllı, o, ona daha mı iyi bir dost oluyor?” Maalesef, ama aldatılma durumlarında insanların çok yaptığı bir şeydir kıyas. Önce eşini kıskanır, sevdiği kişiyi kıskanır, “Neden bir başkası onun hayatına girdi” diye, sonra onunla kendini kıyaslamaya başlar. Bu çok tehlikeli. “Acaba bende bulamadığı neyi onda buldu? Daha mı güzel, daha mı akıllı, daha mı sevgi dolu, daha mı çekici, nedir onda olup bende olmayan.” dediğimiz zaman yine hasede giriyoruz. İkisi birbirine geçişli duygular…

Haset ve teşhir arasında bir bağlantı var mı?

Varlığını, zenginliğini, ilişkisini, ailesini teşhir etmek, sergilemek, hasedi tetikleyen bir şey. Bilinç dışı olarak yıkıcı bir hasedi tetikliyor. 

Teşhir niye yapılır? Kişinin içerisinde haset duyguları varsa ve başkalarının hayatlarına çok fazla odaklanıyorsa, kendini de bir çeşit garantiye almak için, değerlilik duygusunu inşa etmek için, “Bakın, bende de var.” demek için teşhir ediyor. İnsanlar genellikle hasetle başa çıkmak için teşhir eder. Başkalarına haset ettiği zaman onun dünyasını didikler. Ne yapar, ne yemiş, ne içmiş, ne giymiş, nereye gitmiş, bunların peşine düşer. Hasetçi insan çok fazla teşhircileri izler ve kendisi de teşhir ederek kendi içindeki hasetten korunmaya çalışır. “Bakın, sizde var, ama bende de var.” 

Haset ettirecek ve kıskanıldığı zaman ancak gerçekten yeterli olduğunu hissedecek. Yani kendi evinde huzurunu mutluluğunu yaşasa, yeterince mutlu olmamış gibi olacak. Fakat birileri görüp haset ederse “Bakın, kıskanıyorlar bizi, çekemiyorlar bizi…” diyecek. İşte o zaman emin olacak ki, evet, harika bir şey yaşıyor.