Bediüzzaman Said Nursiye göre Tasavvuf, Tarikat, Velayet ve Seyrü Sülük

MEKTUBAT

Birinci Telvih: "Tasavvuf', "tarikat", "velayet", "seyr-ü süluk" namları altında şirin, nurani, neşeli, ruhani bir hakikat-i kudsiye vardır ki; o hakikat-i kudsiyeyi ilan eden, ders veren, tavsif eden binlerce cild kitap ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikati ümmete ve bize söylemişler. Biz o mühit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reçhalarını şu zamanın bazı ikaatına binaen göstereceğiz.

Sual: Tarikat nedir?

  Elcevap: Tarikatın gaye-i maksadı, marifet ve inkisafi hakaik-i imaniye olarak, mi'rac-i Ahmedi'nin (A.S.M.) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyrü sülük-u ruhani neticesinde, zevki hali ve bir derece şuhudi hakaik-i imaniye ve kur'aniyeye mazhariyet, "tari¬kat", "tasavvuf namıyla ulvi bir sırr-i insani bir kemal-i beşeridir.

Evet, şu kainatta insan bir fihriste-i camia olduğundan insanın kalbi binler alemin harita-i maneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındakı dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillu, kainatm bir nevi merkez-i manevisi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulum-u beşeriye olduğu gibi insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kainatin mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; had ve hesaba gelmiyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nurani kitaplar gösteriyorlar.

İşte, madem kalb ve dimağ-ı insani bu merkezdedir, çekirdek haletinde bir şecerre-i azimenin cihazatını tazammun eder ve ebedi, uhrevi, haşmetli bir makinenin aletleri ve çarkları içerisinde dercedilmiştir. Elbette ve her halde o kalbin fatin, o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tafırdan bilfiil vaziyetine çıkarılmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş, elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i ilahi ile tarikat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir.

İkinci Telvih: Bu seyr-ü süluk-i kalbinin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i ilahi ve tefekkürdür. Bu zikir ve fikrin mehasini, tadat ile bitmez. Hadsiz fevaid-i uhreviyeden ve kemalat-i insaniyeden kat-ı nazar, yalnız şu dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye ait cüz'i bir faidesi şudur ki: Her insan, hayatın dağdağasından ve ağır tekalifinden bir derece kurtulmak ve teneffüs etmek için; herhalde bir teselli ister, bir zevki arar ve vahşeti izale edecek bir ünsiyeti taharri eder. Medeniyet-i insaniye neticesindeki içtimaat-ı ünsiyetkarane, on insanda bir ikisine muvakkat olarak, belki gafletkarane ve şarhoşcasına bir ünsiyet ve bir ülfet ve bir teselli verir. Fakat yüzde sekseni ya dağlarda, derelerde münferid yaşıyor, ya derd-i maişet onu ücra köşelere sevkediyor; ya musibetler ve ihtiyarlık gibi ahireti düşündüren vasıtalar cihetiyle insanların cemaatlerinden gelen ünsiyetten mahrumdurlar. O hal onlara ünsiyet verip teselli etmez.

İşte böylelerin hakiki tesellisi ve ciddi ünsiyeti ve tatlı zevki, zikir ve fikir vasıtasıyla kalbi işletmek, o ücra köşelerde, o vahşetli dağ ve sıkıntılı derecelerde kalbine müteveccih olup, "Allah!" diyerek kalbi ile ünsiyet edip, o ünsiyet ile, etrafında vahşetle ona bakan eşyayı ünsiyetkarane tebebsüm vaziyetinde düşünüp, "zikrettiğim Halıkımın hadsiz ibadı her tarafta bulunduğu gibi, bu vahşetgahımda da çokturlar. Ben yalnız değilim, tevahhuş manasızdır" diyerek, imanlı bir hayattan ünsiyetli bir şevk alır. Saadet-i hayatiye manasını anlar, Allah'a şükreder.

Üçüncü Telvih: Velayet, bir hüccet-i risalettir; tarikat, bir burhan-ı şeriattır. Çünkü: Risaletin tebliğ ettiği hakaik-i imaniyeyi, velayet, bir nevi şuhudu kalbi ve zevk-i ruhani ile aynelyakin derecesinde görür, tasdik eder. Onun tasdiki, risaletin halkaniyetine kat'i bir hüccettir. Şeriat ders verdiği ahkamın hakaikini tarikat; zevkiyle, keşfiyle ve ondan istifadesiyle ve istifazasiyle o ahkam-i şeriatin hak olduğuna ve haktan geldigine bir bürhan-i bahirdir. Evet, nasıl ki velayet ve tarikat, risalet ve şeriatın hücceti ve delilidir, öylede islamiyetin bir sırr-ı kemali ve medar-i envarı ve insaniyetin, islamiyet sırriyle bir maden-i terakkiyatı ve bir menba'-ı tefeyyüzatıdır.

İşte bu sırr-ı azimin bu derecede ehemmiyetiyle beraber, bazı firak-ı dalle onun inkarı tarafına gitmiştir. Kendileri mahrum kaldıkları o envardan, başkalarının mahrumiyetine sebep olmuşlar. En ziyade medar-i teessüf şudur ki: Ehl-i sünnet ve cemaatin bir kısım zahiri uleması ve ehl-i sünnet ve cemaate mensub bir kısım ehl-i siyaset gafil insanlar, ehl-i tarikatın içinde gördükleri bazı su'-i istimalatı ve bir kısım hatiatı bahane ederek, o hazine-i uzmayı kapatmak, belki tahrip etmek ve bir nevi ab-ı hayatı dağıtan o kevser menba'ını kurutmak için çalışıyorlar. Halbuki eşyada kusursuz ve her cihete hayırlı şeyler, meşrebler, meslekler az bulunur. Alaküllihal bazı kusurlar ve su'-i istimalat olacak. Çünki; ehil olmayanlar bir işe girseler elbette su-i istimal ederler.

Fakat Cenab-ı Hak, ahirette muhasebe-i a'mal düsturuyla, adalet-i Rabbaniyesini, hasenat ve seyyiatin muvazenesiyle gösteriyor. Yani hasenat racih ve ağır gelse, mükafatlandırır, kabul eder; seyyiat racih gelse cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiatın muvazenesi, kemiyetc bakmaz, keyfiyete bakar. Bazı olur, bir tek hasene bin seyyiata tereccüh eder, afvettirir. Madem adalet-i ilahiye böyle hükmeder ve hakikat dahi bunu hak görür, tarikat yani sünnet-i seniyye dairesinde tarikatin hasenatı seyyiatma kat'iyen müraccah olduğuna delil: ehl-i tarikat, ehl-i dalaletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Adi bir samimi ehl-i tarikat, suri, zahiri bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder.

O zevk-i tarikat vasitasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebairle fasık olur, fakat kafir olmaz; kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedit bir muhabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsile-i meşayihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için, onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez. Tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmiyen, bir muhakkik alim zat da olsa; şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.

Birşey daha var ki: Daire-i takvadan hariç, belki daire-i islamiyetten hariç bir suret almış bazı meşreblerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiatiyle tarikat mahkum olamaz. Tarikatin dini ve uhrevi ve ruhani çok mühim ve ulvi neticelerinden sarf-i nazar, yalnız alem-i islam içindeki kudsi bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarikatlar olduğu gibi, alem-i küfrün ve siyaset-i Hristiyaniyyenin, nur-u islamiyeti söndürmek için müthiş nucumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kal'a-i islamiyeden bir kal'asıdır. Merkez-i Hilafet olan İstanbul'u beşyüz elli sene bütün alem-i Hristiyaniyye¬nin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul'da beşyüz yerde fışkıran envar-i tevhid ve o mcrkez-i islamiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde "Allah Allah!" diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i ilahiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cüş-u huruşlarıdır.

İşte ey akılsız hamiyetfüruşlar ve sahtekar milliyetperverler! Tarikatın, hayat-i ictimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi sayyiatlardır, söyleyiniz?