2006 yılında Lübnan, ilerde insanlığın özellikle anacağı çok özel bir isimdir. Çünkü Lübnan, taş üstünde taş kalmamış bir yerin adıdır, taş üstünde taş kalmamak, çoğuldan kinayedir. Ama Lübnan'da taş üstünde taş kalmadığı gibi, küçük minik, mini minnacık bedenlerin üstünde de "baş üstünde baş" kalmamıştır. O minik bedenler ki, ağızlarına kavrayacak bir meme beklerken, kursaklarından geçecek bir damla süt beklerken, top mermileri, şarapnel sesleri içinde ebedi uykularına çekilmişlerdir. Onlar ki, bebek yaşta, el kopmuş, göz dağılmış, bacak düşmüş, baş düşmüş bir şekilde 21.yüzyılda İslam'ın en aziz şehidleri arasına katıldılar. Yahudinin zulmünü dünyaya haykırmak için eller üstünde dünya televizyonlarına bir bayrak gibi geçti bedenleri…
Söze gerek yoktu çünkü söz tükenmişti. İnsan türü adına tarihin utanç sayfalarına artık en rezil harflerle yazılabilirdi bu savaş. Eğer insanlık bu görüntülerden iliklerline kadar titrememişse, gözyaşı dökmemişse "için için", rahmetin zerresi kalmamış demekti yeryüzünde… Ve bir önemi de yoktu artık ondaki "iç"in…Tüm bunlar hiç şüphesiz yeryüzünden yavaş yavaş çok anlamlı ve güzel, içimizde ne varsa pek çok şeyin de silindiğinin en bariz göstergeleri… Herkese "yâ Rabbi, yardımın nerede?" dedirten ve ancak hem güçlü hem de müşfik bir elle düzelecek…
Uhud'un okçuları bir ganimet için yerlerinden oynamışlardı, Hz.Peygamber'in emrini unutmuşlardı. Sonuç hüsran olmuştu. Maalesef Lübnan'da ganimete koşacak okçular da yoktu. Sadece can veren, baş veren, kol veren, bacak veren bebekler vardı… Ne ok atacak güçleri vardı, ne durmaya mecalleri… Onlar oku, mama diye okşarlardı ancak. Mamadan başka bir şey bilmiyorlardı. Ümmet mi? Ümmet de kafirle işbirliği halinde ya BOP projesini nasıl atlatırız telaşında ya da BOP projesiyle bir ve beraberdiler… Ne acı değil mi? Ne hallere geldiğimizin resmi, ne acı…
Uhud savaşı'nın sonunda, Hz. Peygamber az sayıda ashabıyla Uhud Dağı'na sığınmıştı. Ebû Süfyan, savaş alanından ayrılmadan önce Hz. Peygamber'in sağ olup olmadığını öğrenmek üzere Müslüman topluluğa hitaben "İçinizde Muhammed var mı?" diye üç defa sordu. Hz. Peygamber cevap verilmemesini istedi. Bu defa Ebû Süfyan "İçinizde Ebû Bekir var mı?, İçinizde Ömer var mı?" diye sordu ve bu sorusunu da üç defa tekrarladı. Cevap verilmeyince "Eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi. Bunların üçü de ölmüş ve iş bitmiş" dedi. Hz. Ömer buna dayanamayıp "Yalan söyledin Allah düşmanı! Saydığın şahısların hepsi sağdır. Allah seni zelîl ve hakîr etmek için onları sağ bıraktı" dedi. Ebû Süfyan "Savaş sırayladır. Bu gün Bedir savaşına bedeldir" dedi.
Hz. Ömer "Evet ama eşit değiliz. Zira bizim ölülerimiz cennette; sizin ölüleriniz ise cehennemdedir" şeklinde cevap verdi. Ebû Süfyan "Yüce ol Hübel, aziz ol Hübel" diyerek Hübel adlı putu övdü. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber'den izin alarak "Allah yüce ve her şeyden üstündür" dedi. Ebû Süfyan "Bizim Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yok" diyerek Uzzâ adlı put ile öğündü. Hz. Ömer "Allah bizim mevlâmızdır. Sizin mevlânız yoktur" diye karşılık verdi. Bundan sonra Ebû Süfyan "Gelecek yıl sizinle Bedir'de buluşalım ve savaşalım" dedi. Hz. Peygamber'in emriyle Hz. Ömer "Olur, inşallah" şeklinde cevap verdi. Ebû Süfyan bu konuşmadan sonra arkadaşlarının yanına döndü. Kureyş ordusu daha sonra savaş alanını terkederek, Medine'ye saldırmadan Mekke'ye doğru ilerlemeye başladı. Peygamberimiz onların Medine üzerine saldırıp saldırmayacaklarını izlemek üzere Sa'd b. Ebû Vakkas'ı (Bazı kaynaklara göre Ali b. Ebû Tâlib'i) görevlendirdi.
Uhud'da, müşrikler tarafından Hanzale bin Ebû Âmir dışındaki şehitlerin hepsine işkence yapılmıştı. Hanzale'nin, müşrikleri destekleyen babası meşhur Ebû Âmir, Hanzale'nin cesedine işkence yapılmasına engel oldu.[334] Vahşî, Hz. Hamza'nın ciğerini sökerek Hind bint Utbe'ye götürdü. Hind ciğerden bir parçayı ağzına alarak çiğnedi, sonra geri çıkardı. Vahşi'ye mükafat olarak zinet eşyalarını verdi.
Evet, Lübnan'da yaşananların Uhud'daki acılardan ne farkı var? Ya da İslam'ın savaşlarını artık (Lübnan'da savaşanlar hariç) bebekler mi verecek? Bu ümmetin inandığı bir cenneti, bir cehennemi yok mu? Bebeklerin cansız bedenlerinde Uhud'dan izler yok da ne var? Ne ki, bundan daha acı olsun? Bunca bebeğin öldüğü bir savaştan sonra sizce Hz. Peygamber ne yapardı ve bize ne yapmak düşüyor?
Kendi inançlarınca kendilerini ahir zaman senaryoları gerçekleştirme peşinde birer müsebbib sayan kafirler güruhu karşısında, bu ümmet kendi inançlarının ahir zamanını ne zaman kavrayacak? Ne zaman fark edecek çok dar ve zor bir zamanda olduğumuzu? Ve her şey bir yana, ne zaman fark edecek artık bugünlerin o günler olduğunu?.. Sadece gelişmeleri seyredip, "hım" diyerek yorum mu yapacak? Ahir zamandaki güçlü rolünü ne zaman kuşanacak? Ne zaman aslında kendi dininin askeri olduğunu, olması gerektiğini fark edecek? Şu koca yeryüzünde, ne zaman, sadece Müslüman olduğu için işkence ve zulüm gördüğünü, kafasına bombalar yağdığını fark edecek, ne zaman?..
Evet, unutmayalım, Lübnan'da bebekler ön saftaydı. Bunun vebalini hepimiz, herkes düşünsün!.. Tek tesellimiz var; Hz.Ömer'in dediği gibi; "Evet ama eşit değiliz. Zira bizim ölülerimiz cennette; sizin ölüleriniz ise cehennemdedir"