Bahaeddin Şah-ı Nakşibend (K.S)

Bahâeddin Muhammed bin Muhammed Buhâri:

Evliyanın büyüklerinden ve müslümanların gözbebeği olan yüksek âlimlerden. İnsanları hakka davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen büyük âlim ve velilerin onbeşincisidir. Muhammed Baba Semmasi'nin ve Emir Külal'in talebesidir.

İsmi Muhammed bin Muhammed'dir. Bahâaddin ve Şah-ı Nakşibend gibi lakabları vardır. Allah-u Teâlâ'nın sevgisini kalplere nakşeddiği için "NAKŞİBEND" denilmiştir. Seyyid olup soyu şöyledir: Babası Seyyid Muhammed Buhari, onun babası Seyyid Muhammed Celâl Burhaneddin, onun babası Seyyid Abdullah, onun babası Zeyne'l Abidin, onun babası Seyyid Kasım, onun babası Seyyid Şaban, onun babası Seyyid Burhaneddin, onun babası Seyyid Taki, onun babası İmam-ı Musa Kasım, onun babası İmam-ı Cafer'i Sadık hazretleridir. Bahâaddin Şah-ı Nakşibend hazretleri 718 (M. 1318) senesinde Buhara'ya 5 km. kadar uzakta bulunan Kasr-ı Arifan'da doğdu.

791 (M. 1389) de Kasr-ı Arifan'da Rebiülevvel ayının 3. günü olan pazartesi günü vefat etti. Kabri oradadır. İslâm âlimlerinin en meşhurlarından olup tasavvufta en yüksek derecelere ulaşmıştır. Hem zamanında hem de kendinden sonraki asırlarda onun sebebiyle pek çok insan hidayete kavuşmuştur. Zamanın büyük evliyası olan Muhammed Bâbâ Semmâsi; henüz o doğmadan, doğduğu yer olan Kasr-ı Ârifan'a gelmiştir. Bu gelişinde, burada bir büyük zatın kokusu geliyor, bu beldede büyük bir evliya yetişecek diyerek işaret etmiş, tarikatın imamı olacak emsalsiz bir zatın burada zuhur edeceğini talebelerine ve sevenlerine müjdelemiştir.

Babası şöyle anlatmıştır: "Oğlum Bahâeddin'in doğmasından üç gün sonra Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsi hazretleri bütün talebeleri ile Kasr-ı Ârifan'a gelmişti. Ben onu çok sever ve muhabbet beslerdim. Kasr-ı Ârifan'a teşrif edince, yeni doğmuş olan oğlum Bahâaddin'i alıp huzuruna götüreyim ve himmet isteyeyim, böylece feyz'e kavuşur dedim. Bu niyetle Bahâaddin'i kucağıma alıp Hâce Muhammed Bâbâ Semmasi'nin huzuruna götürdüm. Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsi Bahâeddin'i elimden alıp bağrına bastı ve buyurdu ki: "Bu yavru benim oğlumdur. Ben bunu manevi evlatlığa kabul ettim." Sonra yüzünü talebelerine çevirip talebeleri arasında en meşhur talebesi olan Seyyid Emir Külâl'e şöyle dedi: "Size bu yerde büyük bir zatın kokusu geliyor derdim. Bu defa bu tarafa gelirken de buraya yaklaştığımızda size demiştim ki, daha önce duyduğum koku iyice arttı. Hakikat şudur ki, size bahsettiğim mübarek zat doğmuştur. İşte o mübarek koku, melek yavrunun kokusudur. Bu yavru büyük bir zat olsa gerektir." buyurdu. Böylece henüz daha üç günlük çocuk iken zamanın en büyük evliyası ve mürşid-i kâmili olan Hâce Muhammed Bâbâ Semmasi hazretlerinin müjdesine, himmetine ve feyzine kavuştu. Henüz daha küçük yaşta iken, evliyalığa ait yüksek nurlar ve eserler temiz alnında açıkça görünür, hidayet ve irşad nişanları yüksek simasından belli olurdu.

Annesi şöyle anlatmıştır: "Oğlum Bahâeddin 4 yaşında iken evimizde yavrulayacak bir inek vardı. Bahâeddin, doğumuna bir müddet daha olan o ineği göstererek, öyle anlıyorum ki bu inek beyaz başlı bir buzağı doğuracaktır." dedi. Birkaç ay sonra inek dediği gibi doğurdu."

TAHSİLİ: Bahâeddin Buhari Hazretlerinin ilk hocası, daha doğar doğmaz kendisini manevî evlatlığa kabul eden ve hakkında çok müjdeler veren Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsi'dir. Önce ondan istifade etti. Daha sonra bu hocası onun yetiştirilmesi en meşhur talebesi Seyyid Emir Külal'e havale etti. Sonra da onun izniyle Mevlana Arif Dik Gira'nın sohbetine devam etti. Yedi sene de onun yanında kaldı. Bundan sonra Kuşam Şeyh ve Halil Atanın sohbetlerinde bulundu. Bir müddet de Halil Ata'nın yanında kaldı. Ayrıca Mevlana Bahaeddin Kışlaki'den hadis ilmini öğrendi. Ayrıca Abdulhalık-il Gücdevani Hazretlerinin ruhaniyetinden de feyz aldı. Üveysi olarak yetiştirildi. Böylece tasavvufta ve diğer ilimlerde çok iyi yetişti. Kendisi şöyle anlatmıştır: "Çocukluk çağından buluğ çağına kadar, büyük hocam Muhammed Bâbâ Semmasinin sohbetinde bulundum. 18 yaşına girdiğim sırada, dedem beni evlendirmek istedi. Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsi'yi düğünüme davet etmek için beni Semmas'a gönderdi. Semmas'a varıp hocamı görmekle şereflendim ve elini öptüm. Sohbetinin bereketinden bende öyle bir hal hasıl oldu ki hocamın sohbetine can atıyordum. O gece kalbimdeki bu arzu ve istek ile gece yarısından sonra kalkıp abdest aldım ve hocamın mescidine gidip iki rekat namaz kıldım. Başımı secdeye koyup çok dua ettim. Dilimden şu dua çıktı: "Allah'ım bana bela yükünü çekmeye kuvvet ver, mihnet ve muhabbetini çekmeye takat, güç ver." Sabah olunca hocamın huzuruna vardım. Bana bakıp, gece olup bitenleri söyledikten sonra, "Ey Evladım! Duada şöyle demek lazımdır (ya Rabbi! razı olduğun şeyi bu zayıf kuluna fazlın ve kereminle ihsan et.) Çünkü Allah-u Tealâ'nın rızasını kazanan kimseye bela gelmez. Eğer Allah-u Tealâ hikmet-i ezeliyesiyle sevdiği kuluna bela gönderirse, yine kendi inayetiyle o sevgili kuluna kuvvet ve tahammülü ihsan eder ve o belaya tutulmasının hikmetini bildirir. Bela istemekte güçlük vardır."

Daha sonra sofra kurulup yemek yendi. Hocam sofrada bir somun ekmeği alıp bana verdi. Ekmeği çekinerek aldım. Bu çekingenliğimi görüp "Bu ekmeği almakta çekiniyorsun. Fakat bu ekmek yolda lazım olacaktır." buyurdu. Nihayet davetimiz üzerine talebesiyle birlikte Kasr-ı Ârifan'a gitmek üzere yola çıktık. Ben, hocamın bindiği hayvanın üzengileri yanında yürüyordum. Ruhum öylesine zevkle dolu idi ki, kalbimde hiçbir dünya düşüncesi yoktu. Kalbim, aşk ve şevkle dolu olarak heyecanla çarpıyordu. Allah sevgisinden başka her şey kalbimden çıkmıştı. Bu sırada kalbim dünyaya meyledecek olsa, hocam hemen "Kalbini ayrılıktan kov" buyururdu. Hocamın bu kerametini ve keşfini gördükçe muhabbetim kat kat artıyordu. Yolumuz bir köye uğradı. O köyde hocamın dostlarından biri bizi karşılayıp evine davet etti. Hocam da bu zatın davetini kabul edip evine indi. Ev sahibinin mahcubiyetinden ızdırap içinde yüzü kızardı. Bu halini gören hocam o kişiye, "senin ızdırabının sebebi nedir ?" dedi, O'da; "Efendim, size yemek ikram etmek istiyorum. Fakat, sütten başka bir şeyim yoktur." dedi. Bunun üzerine hocam bana "Bahaeddin sana verdiğim ekmeğe ihtiyaç hasıl oldu. O ekmeği ver." dedi. Ekmeği çıkarıp verdim. Ev sahibi sütü getirip sofraya koydu. Ekmeği süte batırıp yedik ve hepimiz doyduk. Bu kerameti karşısında hocamıza hayranlığımız arttı. Sonra kalkıp Kasr-ı Ârifan'a gitmek üzere yola devam ettik."

"Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsi vefat edince dedem beni Semerkand'a götürdü. Orada bulunan büyük âlimleri ve evliya zatları ziyaret edip benim için dua ve himmet istedi. Sonra Kasr-ı Ârifan'a döndük. O günlerde Ali Ramiteni Hazretlerinden gelip emanetten saklanmakta olan tac bana verildi. O anda kalbim Allah-u Tealâ'nın muhabbetiyle dolup taştı. Sonra hocam Seyyid Emir-i Külal Kasr-ı Ârifan'a geldi. Bana çok iltifatta bulunup; "Hoca Muhammed Bâbâ Semmâsi bana; "Oğlum Bahaeddin'in yetişmesiyle ilgilen, ondan şefaatini esirgeme, eğer onun yetişmesinde kusur edersen sana hakkımı helal etmem" buyurdu. Ben de bu vasiyeti üzerine senin yetişmen ile ilgileneceğime söz verdim." dedi. Seyyid Emir Külal hazretleri Bahaeddin Buhari Hazretlerinin yetişmesiyle titizlikle meşgul olup onu tasavvufta yüksek derecelere ulaştırdı. Hatta birgün ona şöyle buyurdu: "Yüce mürşidim Hace Muhammed Bâbâ Semmasi'nin sizin terbiyenizle ilgili vasiyetini yerine getirdim. Sizi istenilen şekilde yetiştirdim. Hem hal bakımından, hem de ilim bakımından yüksek bir himmete sahip bulunuyorsun. Şimdi nereye gitmeyi arzu edersen gidebilirsin. Her kimden olursa olsun sohbetinde bulunmak ve istifade etmek hususunda serbestsin. Tarafımızdan size izin ve ruhsat verilmiştir. Bizde olan hal ve makamları fazlası ile verdim. Bostanı senin için kum ettim. Yani göğsümde, kalbimde olanların hepsini sana verdim. Ruhaniyet kuşunu insanlık yumurtasından (dar nefis çerçevesinden) çıkardım. Ama senin himmet kuşun yükseklerde uçuyor. Şimdiden sonra icazetlisin" buyurmuştur.

Bunun üzerine Mevlana Arifin sohbetine gidip, yedi sene de onun yanında bulundum. Sonra Halil Ata Hazretlerinin yanına gidip oniki sene de onu sohbetlerinde bulundum. İki defa hacca gittim. İkinci haccımda Herat'a gidip Mevlana Zeynüddin Hazretleri ile üç gün sohbet ettim." buyurdular. İkinci hacca gidişinde Hicaz'dan dönüp bir müddet Merv şehrinde ikamet etti. Daha sonra Buhara'ya dönüp oraya yerleşti. Emir Külal Hazretlerinin vefatından sonra, insanlara doğru yolu gösterip rehberlik vazifesini yaptı.

Yine şöyle anlatmıştır: "Tasavvufta ilerlemek için çalıştığım ilk günlerde bir yerde iki kişinin konuşup sohbet ettiğini görsem, gider onlara katılırdım. Onları dinlerdim. Eğer Allah-u Tealâ'dan Resulullah'tan, Kur'ân-ı Kerim'den konuşup, hayır olan işlerden bahsederlerse memnun olur, ferahlık duyardım. Boş şeyler konuşanlardan ise keder ve üzüntü duyarak uzaklaşırdım." Yine şöyle anlatmıştır: "Hak yolda ilerleyip günahlardan arınmaya ve olgunlaşmaya çalıştığım zamanki günlerden bir gün yolum bir kumarhaneye uğradı. İnsanların kumar oynamakta olduklarını gördüm. Bunlardan iki kişi kumara öylesine dalmışlardı ki hiç bir şeyin farkında değildiler böylece bir müddet devam ettiler. Birisi kaybettikçe kaybetti. Nihayet dünyalık neyi varsa hep bitti. Buna rağmen kumar oynadığı kimseye şöyle diyordu: "Bu kadar kaybıma rağmen, bu oyunda başımı dahi versem oyundan vaz geçmem." Kumarbazın, kumar oynayıp bu kadar zarar ve ziyan görmesine rağmen, o oyuna olan hırsı bana ibret oldu.

Hak yolunda yürüyüp daha da olgunlaşabilmek için bende öyle bir gayret hasıl oldu ki o günden itibaren, hak yolunda talebim biraz daha arttı.

BİR MENKIBESİ

Talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: Ben Semerkand'da oturuyordum. Nakşibend hazretlerinin keşif ve keramet sahibi büyük bir zat olduğunu duyunca ona karşı muhabbetim iyice arttı. Sabrım kalmadı ve sohbetine kavuşmak için Buhara'ya gitmeye karar verdim. Yola çıkarken annem hırkamın bir yerine harçlık olarak dört tane altın dikti. Buhara'ya varınca, Bahaeddin Buhari Hazretlerinin sohbetlerine katıldım. Sohbeti sırasında beni öyle bir hal kapladı ki sabrım kalmadı, orada bulunanlardan birine, Bahaeddin Buhari hazretlerine beni talebeliğe kabul etmesini söylemesi için rica ettim. O da durumumu arz etti. Bunun üzerine bana çok iltifat edip, "kabul ederiz fakat senden altın alırız" buyurdu. "Ben fakirim, altınım yoktur" dedim. Talebelerine dönüp "bunun hırkasının içinde dört altını var, o yok diyor." dedi.

Bahaeddin Buhari hazretleri bunu söyleyince hayretler içinde kaldım. Hemen hırkamı çıkarıp, içindeki dört altını söküp önlerine koydum. O mecliste bir çocuk vardı. Talebelerinden birine; "Al şu altınlan, bu çocuğa ver" buyurdu. O talebe alıp çocuğa verdi. Fakat çocuk asla almadı. Ne kadar zorladılarsa da çocuk almayınca, tekrar bana verdiler. Çok utanıp mahcup oldum. Bu hadiseden sonra Bahaeddin Buhari hazretleri talebeleri ile birlikte başka bir köye gitmek üzere yola çıktı. Ben de onlara katıldım. O köyde büyük bir sohbet meclisi kuruldu. Bir ara talebeleri beni de talebeliğe kabul etmesini arz ettiler. Bu sefer yanındaki altınları o mecliste bulunan başka bir çocuğa vermemi söylediler. Verdim, fakat o çocukta almadı. O kadar mahcup oldum ki utancımdan sanki ölecektim. Talebeleri beni talebeliğe kabul buyurmaları için bir daha arz ettiler.

O zaman buyurdu ki ; "Hasislik, cimrilik, herkes için sevimsiz ve iğrenç bir sıfattır. Bilhassa hak yolunda ilerlemek isteyen bir kimsenin hasislik etmesi çok kötü bir iştir." Bundan sonra beni de talebeliğe kabul etti. Beni irşad ederek, dünya sevgisini kalbimden çıkardı. Hamd olsun tevekkül sıfatı böylece kalbime yerleşti.