Almanya'da Coşkulu Bir Kutlama

 

Hepimizin bildiği bir gerçek var ki günümüz çok kültürlü bir dünya, ama İslam’a aday bir dünya. 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşayan insanlar olarak büyük bir müjdenin eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü Hz. Peygamber, “Ümmetimin başı mı hayırlıdır, sonu mu hayırlıdır bilinmez.” buyurarak ahir zaman ümmetini müjdeliyor. Sahabe-i kiram efendilerimize sohbet ederken, “Sizler benim arkadaşlarımsınız, onlar ise kardeşlerim.” buyuruyor. Bundan daha büyük onur, bundan daha büyük şeref olmaz. Hz. Peygamber’i bu gecelerde anıyor olmak, ümmet adına bir vefa borcu ve imanımızın gereği… İmanımızın gereği olan bir başka güzellik ise Ehl-i Beyt sevgisidir. 

Bu hususta Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: 

“Vallahi, Ehl-i Beytim’i sevmeyenin kalbine iman girmez.” [Ahmed b. Hanbel]

“Allah’ı seven beni sever, beni seven de Ehl-i Beytim’i sever.” [Tirmizi]

“Ashabımı, ezvacımı ve Ehl-i Beytim’i seven, cennette benimle olur.” [Ramuz]

“Benden sonra Ehl-i Beytim’le imtihan olunacaksınız.” [Taberani] 

Ehl-i Beyt sevgisi hususunda İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin babasının vefatında yaşadığı tecrübe hepimize örnek olmalıdır. İmam-ı Rabbani diyor ki: “Babam zahir ve bâtın ilimlerinde yani kalb ilimlerinde çok âlim idi. Her zaman Ehl-i Beyt’i sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. ‘Bu sevgi insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder.’ derdi. Vefat edeceklerinde başucunda idim. Son anlarında şuuru azaldığında kendisine bu nasihatini hatırlattım ve o sevginin nasıl tesir ettiğini sordum. O haldeyken bile, (Ehl-i Beyt’in sevgisinin deryasında yüzüyorum) buyurdu. Hemen Allahu Teala’ya hamd ve sena ettim.“  

Ehl-i Sünnet İslam âlimleri, Ehl-i Beyt sevgisini, son nefeste iman ile gitmek için şart görmüşlerdir. Ehl-i Beyt’i sevmek her mümine farzdır. Bunlarda Rasûlullah Efendimiz’in zerreleri vardır. Onlara kıymet vermek, saygı göstermek her Müslüman’ın vazifesidir. Çünkü imanın temeli ve en kuvvetli alameti, Allahu Teala’yı sevmek ve Allahu Teala’nın sevmediklerini sevmemektir.

Hz. Peygamber’in; “Şu üç hürmeti gözetenin, dini ve dünyası muhafaza edilir; yoksa hiçbir şeyi korunmaz. İslam’a, Peygamber’e ve O’nun nesline hürmet.” [Taberani] buyurduğu Ehl-i Beyt’i sevmek, saymak, günümüzdeki mümtaz halkalarının yanında varlığımızı ortaya koymak, bugün her zamankinden daha önemlidir. Bu, hem yeni Kerbelaların yaşanmaması hem de ahir zamandaki o kutlular ordusunun (Seyyidler Cemaati) ifa edeceği görevde hissedar olma şerefine nail olmak içindir. Bugün üzerinde önemle durulması gereken bir konu da Ehl-i Beyt konusunun sadece kültür değil, duygu, idrak ve bir bilinç meselesi oluşudur. Ehl-i Beyt konusu hâla hem Anadolu insanının hem de İslam ümmetinin birlik mayası ve harcıdır. Geleceğin birliktelikleri de hep Ehl-i Beyt üzerine kurulacaktır.  

Tüm bunların gerçekleşmesi, bugün sahih bir itikada sahip olmaya ve onu korumaya, Allah ile sıcak sımsıcak ilişkiler kurmaya, İslam’ı doğru bir biçimde anlamaya ve yaşamaya bağlıdır. 

Bugün, bir mümin olarak ayakta kalmak ve konumunu korumak da çok önemlidir. En önemli kriter ise “ümitsizliğe düşmemektir.” Ben Mevlana Hz.’nin yaşadığı örneği çok önemserim. Bizler için çok hayati bir tecrübedir çünkü. Hazret yolda yürürken yol kenarında kenara çekilip bir taşa oturur. Tefekkür eder ve ağlamaya başlar. “Ne oldu efendim?” diye soranlara, “İnsanlar böyle çamurlu bir yolda ilerlerken üzerlerine çamur sıçrıyor. Sonra ‘battık ki battık’ diyerek üzerlerini daha çok kirleterek devam ediyorlar. Oysa benim gibi kenara çekilip üzerlerindeki çamuru kurutup temizleseler tertemiz olacaklar.” diyor. Evet, günümüzde de ümitsizliğe bahane çok ama doğru değil. Bir örnek daha vermek gerekirse, nebiler nebisi Hz. Peygamber vefat etmek üzere olan bir genci ziyaret eder. Kendini nasıl hissettiğini sorar. Ölüm yatağında olan genç; “Ya Rasûlallah! Amelim az, günahım çoktur. Ama içimde öyle güçlü bir duygu var ki Allah (cc) beni affedecek.” der. Hz. Peygamber; “Gerçekten böyle mi hissediyorsun?” buyurur. “Evet ya Rasûlallah.”cevabını alır. Hz. Peygamber ona; “Gerçekten böyle düşünüyorsan korktuğundan emin ve umduğuna nail olacaksın.” der. Eh, günümüz insanının hâli ortada. Bundan daha güzel örnek de olmaz, değil mi? Kıymetli Kasım Babamız’ın sözünün tam yeridir: “Allah kulundan vazgeçmez evladım!” demişti. Allah (cc); “Ben kulumun zannı üzereyim.” buyur muyor mu? Bugün, ümit adına böyle bir duruş, bize çok şey kazandırır. 

İnsanın kendini tanıma biçimi çok önemlidir. Tasavvufta buna “ben feraseti” deniyor. Nefsi tanımak her şeyin başı. Nefis bir potansiyel. Ne kadar çok terbiye edersek o kadar çok kazanıyoruz. Abdulhakim el Hüseyni Hz., “Benim nefsim, Firavun’un nefsinden 70 kat daha kafirdir.” demişti. Yani mübarek aslında “Ben evliyayım.” diyor. Şah-ı Nakşibend ise, “Allah’a giden yol iki adımdır: Birincisi nefsin üzerine basmak, ikincisi ise Allah’a vasıl olmak.” buyuruyor. Rabiatül Adeviyye ise, “Sıfır olmadan bir olunmaz.” diyerek, nefsin her türlü pisliği yapabileceğini kabul etmek, fakat o pisliklerin üzerini örtmek değil, temizlemek gerektiğini işaret ediyor. 

Nefsi tanımak ve hikmet devşirmek adına bir adım daha ileri gidelim. İnsan, içinden geçen her şeyi kendisi zannetmemeli, kendisiyle özdeşleştirmemeli. Aksi halde içinden geçen her şey kadar kendini kötü, pis ve adi hisseder. Ama gerçek bu değildir. Demek ki bugün, “Ben başkayım, nefsim başka.” demek çok önemlidir. 

Gelin bir adım daha ileri gidelim.  İnsan, kendi gözünde kendini kötü ilan etmemeli, ama kendine verdiği not “X” yani belirsiz de olmamalı. Kendini iyi hissetmek için her haklı nedeni bu amaçla baş tacı etmeyi de bilmeli. Buna da kıymetli büyüğümüz Şenel İlhan Bey, “izzet-i nefs” diyor. Yani bir bakıma, Allah yolunda kendine temiz, şanlı bir sayfa açmak… İslami kimliğinin, kişiliğinin farkında olmak; her halukarda kulluk bilinci ve vakarı adına onu korumak…  

Her türlü çılgınlığın adeta küresel ölçekte yaşandığı bir dünyadayız. Hedonizm ve dünyevileşme en altın çağını yaşıyor. Bugün modernizmin, sekülarizmin, hedonizmin insanı vurduğu yerler var. Çünkü günümüz insanı bugün, kendi içinden, kendi özünden değil, tamamiyle dışarıdan üretilmiş, yani insanda karşılığı olmayan fikri sapmalarla başı dertte; aradığını bulamamanın ızdırabıyla yaşamaktadır. Bunlar günümüz insanına ta derinlerden darbeler vuran, insanın iç dünyasında ruhi sarsıntılar yapan, yaralar açan, onu kendi maverasından uzaklara atan ve yalnızlığa iten, yalnızlaştıran unsurlar. Sonuç; ümitsizlik, stres ve çağın hastalığı depresyon… İnsanlar popüler kültürün sunduğu saçmalıklarla ne yapacağını bilemez halde. Tam da burada bir “modelleme” yapmak gerekiyor. İnsana, neyi nasıl yapacağını, nerede nasıl düşünmesinin ona huzur vereceğini, tabir yerindeyse nasıl insan kalmayı başaracağını anlatmak gerekiyor. Yani bir model sunmak… İnancımızın bize sunduğu tartışmasız model hiç şüphesiz Hz. Peygamber’dir. Bugün, insanlara Peygamber Efendimiz’i en güzel şekilde anlatmak, en mühim görev ve en faydalı iştir. O’nu anlatmak, O’nu kendi şahsımızda en güzel şekilde örnek almak ve temsil edebilmek, insanlığa yapılacak en büyük hizmettir; insanlığın problemlerine sunulacak en büyük ilaçtır. Celalettin Ökten Hoca’nın söylediği gibi; “Allah’a giden bütün yollar kapalıdır. Ancak Hz. Muhammed’in yolu açıktır.” 

Evet, O’nu gören aşık, görmeyen yine aşıktır. Yüce Yaradan şöyle buyuruyor:

“(Rasûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe, 9/128) 

O’nu yaratan, O’na “aziz” buyurduğu gibi, kendisine mahsus olan “rauf” ve “rahim” isimlerini O’na da atfetti. 

Bugün Müslümanlar bulundukları coğrafyalarda Hz. Peygamber’i örnek almalı, O’nun ahlakını yaşamalı, yaşatmalı, anlatmalı ve çevrelerine özellikle bu hususta örnek olmalılar ki bulundukları konumda temsil ve tebliğ kabiliyetine haiz olduklarını gösterebilsinler. Neşeli, dinamik, entelektüel ve çevreleriyle güzel ilişkiler kurmalılar ki O’nun ümmeti olduklarını gösterebilsinler…

Ne mutlu O’na ümmet olana!