Peygamberimiz, gelmiş geçmiş insanlar içinde en cömertti. Çünkü O, insanlara karşılıksız verir, karşılıksız iyilik yapardı. Cömertlik, Peygamber Efendimiz’in (sav) en belirgin vasıflarından biridir. Nitekim Câbir b. Abdullah (ra) der ki: “Rasûl-i Ekrem Hazretleri’nden dünya ile ilgili bir şey istenilince asla red cevabı vermez, istenilen şey varsa verir, yoksa vadederdi.”
Efendimiz’in hayatındaki cömertlikleri anlatmaya kalksak günler, aylar, hatta yıllar sürer. O’nun insanlara olan muamelesi o kadar mükemmel ki karşısındaki insanın ne ihtiyacı olduğunu bilir ve ona göre muamele ederdi. Peygamber Efendimiz, son derece cömert ve mükrim idi. Hiçbir dilenciye “Yok!” diyerek cevap vermezdi. Eğer yanlarında verilecek bir şey bulunmazsa, ya ashabından ödünç alarak verir yahut “Yarın gel, sana vereyim.” derdi.
Hz. Ömer’in (ra) naklettiği şu hadiseye bakalım: Rasûlullah’ın (sav) huzuruna bir yoksul gelir, bir şey ister. Fakat istediği şey kendisinde olmadığı için Peygamberimiz (sav) üzülür ve ona gidip çarşıdan satın almasını, borçlu olarak da kendi adının yazılmasını, kendisinin ödeyeceğini söyler. Halbuki aynı kişiye daha önce de yardım edilmiştir. Bunu bilen Hz. Ömer: “Ya Rasûlallah! Bu kişiye daha önceleri de yardım ettiniz, şimdi bu teklife ihtiyaç var mıdır?” der. Peygamberimiz (sav) Hz. Ömer’in sözünden pek hoşnut olmaz; bu yüzünden anlaşılır. O anda Ensar’dan bir zât: “Ya Rasûlallah! İnfak et, Arş’ın sahibi olan Allah kendinizi fakir düşürür diye korkma!” diyerek görüşünü serdeder. Peygamberimiz (sav) bu zâtın görüşünü beğenir ve: “Ben, infak ve yoksulluktan korkmamakla emrolundum.” buyurur. Yani infakın, yoksullara yardımın fakirlik doğuracağı tarzında bir görüşü benimsemiyordu. Buradan da anlaşılıyor ki Efendimiz, yardım için gelen bir kişiye yok demek istemiyor, borçlansa da mutlaka veriyordu. Böyle bir özellik sadece Efendimiz’de var. Biz O’nun ümmeti olarak cömertlikte zirve yapmış Efendimiz’i önümüze rehber yapmışız, bu bizim için çok önemli. Şayet önümüzde böyle mükemmel bir ahlak sergileyen bir önderimiz olmasaydı, biz elimizdeki imkanları başkasıyla paylaşamazdık. Fakirlik endişesi bir yandan, “Ben kazandım, adam tembel tembel oturuyor, çalışmıyor. Niye yardım yapayım?” gibi birçok mantıklı bahaneler üretirdi nefsimiz. Şimdi yardım yapmaya gelince biz, hem yardım gönüllüsü olacağız hem de çaresiz kalmış kimseleri bulmak diye bir görevimiz olacak.
Hz. Aişe’den (ra) naklolunduğuna göre, Peygamberimiz (sav), kendisine bir hediye getirildiği zaman, onu getiren kişiye daha fazla ve değerlisiyle karşılık verirdi. Rasûlullah (sav) devrinde yaşayan bir İslam kadının naklettiği şu hadise buna misal teşkil edebilir. Bu hanım diyor ki: “Rasûlullah Efendimiz’e (sav) bir tabak taze hurma ile üstü tevekli birkaç salatalık götürmüştüm. Bana, altından mamul bir avuç dolusu kadın zineti ile karşılık verdi.”
Allah aşkına söyleyin bana! Kim iki hurmaya bir avuç dolusu altın verir? Hem de karşılıksız temiz bir niyetle, sadece Allah (cc) için… Tabi ki Efendimiz... O, ümmetinin yaptığı bütün hayırlı amellerin öncüsüdür. Bütün hayırlı amelleri biz O’ndan öğrendik…
Müslim’de şöyle naklolunur: Rasûlullah (sav) İslam üzere kendisinden istenilmiş olan herhangi bir şeyi muhakkak vermiştir. Bir defasında kendisine bir kimse gelmişti de Rasûlullah (sav), ona iki dağ arasını dolduracak kadar çok koyun vermişti. O zât kendi kabilesinin yanına gidip: “Ey kavmim, Müslüman olunuz. Çünkü Muhammed fakirlikten korkmaksızın büyük ihsanda bulunuyor” demiştir.
Yine Müslim’de naklolunduğuna göre Safvan bin Ümeyye (ra) diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki Rasûlullah (sav) bana çok ihsanda bulunmuştur. Başlangıçta O, bana göre insanların en çok buğzedilecek olanı idi. Fakat bana ihsan etmekte devam etti. Nihayet benim yanımda insanların en sevimlisi oldu.”
Hz. Enes’in (ra) şu sözü de bu tip gelişmelere ışık tutmaktadır: “Bazen bir kimse, ancak dünyayı isteyerek Müslümanlığa girerdi. Fakat İslam’a girince artık Müslümanlık kendisine dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha sevimli olurdu.”
İbni Abbas Hazretleri de şöyle diyor: “Hz. Peygamber (sav), halkın en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı idi. Muhakkak Cebrail (as) her sene Ramazan ayında Rasûlullah (sav) ile buluşur, Rasûlullah da O’na Kur’an’ı arz ederdi. Cebrail (as) kendisiyle karşılaştığı zaman Rasûlullah (sav), halkın faydalanması için gönderilmiş bulunan rüzgardan daha cömert idi. Muhtaçlara daha çok ve daha çabuk yetişirdi.”
Huneyn savaşında, ganimet mallanndan develer bir vadide toplanmıştı. Safvan bin Umeyye, “Ne iyi develer!” deyince, Peygamber Efendimiz, “Öyle ise onlar senin olsun.” deyip bu yüz deveyi Safvan’a bağışlamıştı. Safvan bu ikramı görünce, “Bu kadar cömertlik ancak peygamberlerde bulunur.” diyerek hemen Müslüman olmuştur.
Bu üstün ve şerefli ahlakta da Peygamberimiz’in dengine erişebilecek yoktu.
Peygamberimiz’i yakından tanıyanlar, kendisinin bu vasıflarla muttasıf olduğunu yakinen görmüşlerdir.
Hazreti Ali (ra) der ki: “Rasûlullah (sav)eli açıklıkta insanların en cömerdi idi.”
Hazreti Aişe validemiz de şöyle buyurur: “Rasûlullah (sav), hayırda esen rüzgardan daha cömert idi.”
Abdullah bin Ömer: “Rasûlullah Efendimiz’den daha cömert bir kimse görmedim!” demiştir.
Allah yolunda, Allah’ın dinini açıklamak, Allah’ın kullarını doğru yola kılavuzlamak, açları doyurmak, cahilleri öğütlemek, hâceti görüleceklerin hâcetlerini görmek, yararlanacakları her yolla yararlandırmak ve ağırlıklarına tahammül etmek gibi ilim, mal ve nefs cömertliğinin her türlüsü Peygamberimiz’de mevcut idi.
Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Cömert kişi, Allah’a yakındır, cennete yakındır, insanlara yakındır; cehennem ateşinden uzaktır! Cimri kişi, Allah’tan uzaktır, cennetten uzaktır, insanlardan uzaktır; cehennem ateşine yakındır!”
“Cennet, salihlerin (cömertlerin) yurdudur!”
“Cömerdin kusuruna göz yumunuz. Çünkü cömerdin ayağı kaydıkça Yüce Allah onu elinden (Yakubî’ye göre alnının perçeminden) tutar!”
“Abid olmayan cömert, abid bir cimriden Yüce Allah’a daha sevgilidir!”
“İki şey mü’minde birleşmez: Cimrilik ve kötü ahlak.”
“Hiç şüphesiz Allah, sizi İslamiyet’le şereflendirdi. Siz de onu, seha ve güzel ahlakla süsleyiniz!”
HAZRETİ PEYGAMBER’İN EŞSİZ CESARETİ
Biz genelde Peygamberimiz’in merhamet yönünü biliriz. O’nun cesareti ve Allah için öfkelendiğini maalesef pek bilmeyiz. Peygamber Efendimiz, son derece yüksek bir cesarete, kuvvet ve kahramanlığa sahip idi. Birçok savaşta, nice zırh giymiş kahramanlar, sahabeler güçsüz ve takatsız kalıp önlerinde Efendimiz’i görünce O’na bir zarar gelmemesi için bütün güçleriyle ileriye atılmışlardır. Nitekim Efendimiz’in Uhud ve Huneyn savaşlarında gösterdiği metinlik ve cesaret, her türlü düşüncenin üstündedir.
Bir gece Medine dışından korkunç bir gürültü duyuldu. Ne olduğunu bilmedikleri bu ses halkta bir korku ve bir ürpertiye sebep olmuştu. Hatta düşman tarafından bir baskın olduğu sanılmıştı. Herkesten önce Hazreti Peygamber kılıcını kuşanarak gürültü tarafına koşmuş ve başkaları daha yeni hazırlanırken kendisi geri dönerek: “Korkacak bir şey yok!” diye halkı sükûnete kavuşturmuştu. Hazreti Ali bu konuda şu manidar sözü söyler: “Savaşlarda Hazreti Peygamber kadar düşmana yaklaşan bir kimse bulunmazdı. Birçok kez, savaş kızışıp başımız dara düşünce Hazreti Peygamber’e sığınırdık.”
HAZRETİ PEYGAMBER’İN BAĞIŞLAMASI VE KEREMİ
Peygamber Efendimiz son derece yumuşak huylu, bağışlayıcı ve mükrim idi. Uhud savaşında mübarek bir dişi şehit edilmiş, latif çehresi kanlar içinde kalmış olduğu halde, yine düşmanlarına bedduada bulunmamış ve, “Ya Rabbi! Kavmime hidayet et. Çünkü onlar bilmiyorlar.” diye dua etmiştir. “Niçin bunların aleyhine dua etmiyorsun?” diyenlere de: “Ben lanetleyici olarak gönderilmedim. İnsanları hak yoluna ve Allah’ın rahmetine çağırmak için gönderildim.” diye cevap vermiştir. Mekke-i Mükerreme’yi fethettikleri gün, Kureyş halkına uygulanan lütuf ve ikram, Hazreti Peygamber’in ne derece büyük bir ihsan sahibi olduğunu gösterir.
HAZRETİ PEYGAMBER’İN EMSALSİZ VEFASI
Peygamber Efendimiz sahabelerini, akrabalarını, Ehl-i Beytini unutmaz; daima onları arar ve sorar, gönüllerini hoş tutardı. Bu konuda Ehl-i Beyt’i ile alakalı bir çok hadiste, ümmetinin onlara karşı sevgi içinde olmalarını istemiş “Ehl-i Beytim’i size emanet ediyorum.” demiştir. Bu çok önemli konuyu biz de göz ardı edemeyiz.
Siz bu hadisi duyunca ne değişti hayatınızda? Dediniz mi ki ben de varıp bir Ehl-i Beyt göreyim. Peygamber nesli Seyyid âlimse duasını alayım, abid ise güzel yüzünü göreyim, ilim tahsil hayatı olmamış ise onun gönlünü Efendimiz için alayım dediniz mi? Şayet bu hadis-i şerif sizi harekete geçirmemiş ise o zaman kendinizi sorgulayın. Efendimiz’den kalan emanetler bizim için önemlidir. O’nun kullandığı eşyaları bile saklarız. İstanbul’da Hırka-i Şerif Camii’nde binlerce insan gözü yaşlı şekilde sıra bekler ziyaret için. Emin olun hırkanın karşısına gelince hissediyorsunuz o güzelliğin sahibini. Gözler doluyor gönüller bir kelebek gibi kanat çırpıyor. Aynen onun gibi bir Ehl-i Beyt’i ziyaret edeyim düşüncesi bizi sarmalı. Aşkla şevkle ziyaret etmeli, muhabbet etmeliyiz. Herkesin bir Ehl-i Beyt dostu olması gerekir, dertlerini paylaştığı…
Bir defasında Habeş Hükümdarı Necaşi tarafından Hazreti Peygamber’in huzuruna elçiler gelmişti. Bunlara doğrudan doğruya kendisi hizmet etti. Ashaptan bazıları: “Ya Rasûlallah! Biz hizmete yetişiriz.” dediler. Şu cevabı verdi: “Bunlar, Habeşistan’a hicret etmiş olan ashabıma yer göstermişler ve ikram etmişlerdi. Şimdi ben de bunlara hizmet etmek isterim.”
Peygamber Efendimiz son derece vefakar idi. Bazen saadetli evlerine hediye gelince: “Bunu falan hanımın evine götürün. Çünkü O, Hatice’nin dostu idi; O’nu severdi.” diye emreder, rahmetli zevcesinin hakkını gözetirdi. Bir defa saadetli evlerine gelen bir hanımın hatırına tam bir iltifatla sormuş, sonra buyurmuştu ki: “Bu hanım, Hatice zamanında evimize gelir giderdi. Eski bağlara riayet etmek imandandır.”
Görüldüğü gibi O’nun her davranışının bir karşılığı olmalı anlam dünyamızda. Ben bunu ne kadar yapıyorum diyerek bir iç muhasebeye götürmeli bu duygularımız. Bilmek, amel etmiş olduğumuzun göstergesi değildir. Bileceğiz, sonrada nefsimizin bütün itirazlarına karşı durup mücadele edeceğiz güzel ahlakı elde etmek için. Mücadele etmeden olmaz. Nefse muhalefet yapmasını bileceğiz.
DUALARIMIZIN KABULÜ İÇİN SALEVÂT
Dualarımızın kabulü için salevât getirmek çok önemlidir. Ayeti kerime de Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb, 33/56)
Fuzâle bin Ubeyd’in rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz bir gün mescidde otururken bir adam gelerek namaz kıldı. Sonra: ”Ey Allahım! Beni bağışla ve bana merhamet et!” diye dua etti.Bunun üzerine Hz. Peygamber Efendimiz: ”Ey namaz kılan kişi! Acele ettin. Namaz kıldıktan sonra oturduğunda, önce Allahu Teala’ya yakışan şekilde hamdet, sonra bana salât edip dua et.” buyurdu.
Sonra başka bir kişi namaz kılarak Allahu Teala’ya hamdetti ve Efendimiz’e (sav) salât etti. O zaman Hz. Rasûlullah (sav): ”(Şimdi) İste, istediğin verilecek!” buyurdu.
“Kim bana bir defa salâtü selam getirirse Allahu Teala da ona on misli merhamet eder.” (Müslim)
Bir başka hadis-i şerifte ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salâtü selam getiriniz; zira sizin salâtü selamlarınız bana sunulur.” buyurunca, Ashâb-ı Kirâm:
“Ya Rasûlallah! Vefat ettiğin ve senden hiçbir eser kalmadığı zaman salâtü selamlarımız sana nasıl sunulur?” diye sordular. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’u Teala, peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı.” buyurdu. (Ebû Davud)
Hadisten de anlaşıldığı gibi Peygamber Efendimiz’e gönderilen salevâtlar O’na takdim edilir, O da bu selamları alır.
Bu bulunmaz fırsatı kaçırmamak için O’na her fırsatta salevât getirmeye gayret etmelidir. Ayrıca hadiste Cuma gününün faziletinden de söz edilmiştir. Bu sebeple Rasûl-i Ekrem’e Cuma günü daha çok salâtü selam göndermeli ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmaya çalışmalıdır.
Salevâtınız bol olsun kıymetli okurlarım, bize de dua edin.