Allah’ı Çok Sevenler Daima Allah’ı Anarlar
“Zikir; insanı ‘şey’ olmadan önceki haline götürmekte, yani onu madde ile kirlenmeden önceki ‘berrak’ benliğine ulaştırmaya gayret etmektedir. İnsana aslında hiçbir şey olmadığı ânı hatırlatarak, Allah’ı daima anışla ‘bir şey’ olmaya davet diyor.” diyorsunuz… Bu konuyu biraz açar mısınız?
Tasavvufun temel anlayışında, Allah’ı en çok kimin sevdiğini anlamak için, o kişinin Allah’ı anma hâline bakılmıştır. Allah’ı en çok seven kişiler; O’nu bütün vakitlerinde, oturuş ve kalkışlarında, ayakta iken, otururken, yaslanırken, bolluk ve darlık anlarında, gizli ve açık olarak, vahdet ve kesret hâlinde, rahatlık ve zorluk ânında, zenginlik ve fakirlik durumunda, ister Hakk’ı zikredenlerin ister gâfillerin yanında olsun, ister yöneticilerin ister sıradan insanların ve garibanların yanında olsun, onlar daima Allah’ı anarlar. Bu kişi, münafıkların/ikiyüzlülerin kınamasından korkmaz ve dünyanın bütününe sahip olsa dahi dünya işleri onu Allah’ı zikretmekten alıkoymaz. Çünkü bir şeyi sevmek insanı her tür bağdan kurtararak özgürleştirir. Onun kalbinin berraklığını, her iki dünya kaygılarının hiçbiri kirletemez. O kişinin başında kıyamet kopsa bile, dilinde Allah’ın zikri, kalbinde de Allah fikri bulunur.
Sûfîler nefsten kurtulup, kendilerini bilmek/keşfetmek için bazı ilkeler ortaya koymuşlardır. Örneğin, nefsten/benlikten dönüşün birinci yolu, bütün ilimleri elde etmek; ikincisi, doğru bir riyâzet ve sağlam bir murâkabe; üçüncüsü ise tefekkür/derûnî düşünmedir. Sûfî, öğrendiği bilgiden memnun kaldığı zaman, tefekkürün şartlarına bağlı kalarak bildiği şeyler hakkında derin düşüncelere dalsa, ona gaybın/bilinmeyenin kapısı açılır. Sonunda, tefekkür eden kimsenin kalbinde, akıllı ve ilham sahibi bir bilgin olarak bilinmeyen âlemden bazı şeyler belirir.
“…Onlar Allah’ı Unuttular; Allah da Onları Unuttu…”
Yine kitabınızda “Zikir, sadece dilin, kalbin ve diğer organların anması değil; kalbin Allah’ın muhabbeti ve nûruyla aydınlanıp, varlık sahnesine çıkan her tür nesnenin ilâhî sırlarını ve hikmetlerini derûnî, yani dikeyine düşünmekle gerçekleşir. Bu kendini tamamen Hakk’a teslim etmek hâli basiret gözünü öyle açar ki, her nesne ayna gibi Allah’ın farklı bir isim ve sıfatının tecellîsini yansıtarak, kişiyi adım adım Zât tecellîsine götürür. Tüm bu merhalelerin neticesinde artık sâlik bütün zerreleriyle Allah’la hemhâl olmuş, her şeyini O’nda “hiç”lemiştir.” diyorsunuz. Biraz da bu konuyu açabilir miyiz?
Ruh, Allah’ı, vahdâniyetinin kemâliyle tanımadığı zaman o makamda da ortaksız zikirde bulunamaz. Zira bu, hem kendini hem Allah’ı zikretme hâlidir. Bu hâl için Allah şöyle buyuruyor: “Unuttuğunda Rabbini hatırla.” (Kehf, 18/24) Yani unuttuğunda hatırla ki ortaklık olmasın. Eğer insan başkasının zikriyle/hayat anlayışıyla zikretmeye/yaşamaya başlarsa Allah’ı tamamen unutmuş demektir. Allah da o kişiyi tamamen unutur. Zira Allah, “…Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu…” (Tevbe, 9/67) buyuruyor. Fakat Allah başka bir ayette unutmanın karşılığı olan anmayı, kendisini hatırlatmayı, insanlara salık vermektedir: “Öyleyse beni anın, ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152) İşte bu anma, sadece dilin, kalbin ve diğer organların anması değil; kalbin Allah’ın muhabbeti ve nûruyla aydınlanıp, varlık sahnesine çıkan her tür nesnenin ilâhî sırlarını ve hikmetlerini derûnî, yani dikeyine düşünmekle gerçekleşir.
Sûfîler, zikri, kapsamlı bir şekilde ele almışlardır. Sûfîler, “Bilin ki her beden/tende bir kalp bulunur, her kalpte fuâd (manevî kalp) vardır. Her fuâdda bir sır bulunur. Her bir sırda bir hafî vardır, her bir hafide de bir ahfâ vardır. Ben bu ahfadayım.” kutsî hadisini baz alarak kalp ve zikir birlikteliği üzerinde durmuşlardır. Onlara göre zikir; Settârın ismiyle sırları örtmek, sağlam itikatta fuâdın beyanı, gaibî sıfatla kalbin konuşması, zikredilenin kalbe yazılması, kalbin üzerinde ismin istilâsı, zikredilende zikredenin kapsamına girmesi, Allah’ın zuhûru esnasında sırların isti’lâmı gibi çok geniş bir perspektiften bakmaktadırlar.
“Gâfillerden Olma”
“Allah’ı tüm benliğiyle zikretmek” ne demektir? “Gerçek anlamda Allah’ı (cc) zikir” nasıl olur? Zikirde devamlılık ne demektir?
Tasavvuf’ta zikir, kişinin ilkel benliğinden kurtulup Allah’a vasıl olma isteğidir. Kişinin nefsanî arzularından kurtulup ebedî olana yönelmesidir. Zikir, dirilmek ve hayat bulmaktır.
Mutasavvıflar için zikir, kalplerin Allah’ı anmaktan gâfil kalmamasıdır. Zira Allah’ın “Gâfillerden olma” diye buyurması; kişinin bir bütün olarak Allah’ı anması, yani bütün “benlik” ile O’nu hayatın her evresinde yaşaması, bir ân bile O’ndan uzak olmaması demektir.
Zikir, Rûhî Eğitim Temrinidir
Zikrin psikolojik etkilerinden de bahseder misiniz? Günümüz insanının benlik algısı hakkında neler söyleyebilirsiniz? Zikrin benlik inşasına etkisini izah eder misiniz? İnsanın iç algılarının gelişmesinde, feraset ve basiret sahibi olmasındaki rolü nedir?
Tasavvufî pratiğin merkezinde bulunan zikir, önemli bir rûhî eğitim temrinidir. Zikir, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını belli bir âhenk içerisinde tekrarlayarak anmak ya da hatırlatmaktan ziyade, kalbî teslimiyetten gelen bağlılığın, hem benlik olarak hem de dil ile ifade edilmesidir. Onun içindir ki bütün sûfîler, zikri, yaşanan dinin kilit taşı olarak görmüşlerdir. Tasavvuf ve tarîkat etkinliğinin temel gayesi, insanda Allah’ı temsil eden ve kalpte yerleşmiş olan rûhun şeytana/nefse galip gelmesidir. Yani ruhun “nefs” üzerindeki üstünlüğünü sağlamak, mâsivâ ile özdeşleşmiş olan nefs üzerinde tam bir üstünlük elde etmektir. Çünkü nefs, tasavvufun ana temalarından birisidir. Tasavvuf mücadelesi, “nefsi terbiye etmek” mücadelesidir.
Zikir, Başarının Anahtarı, İbadetin Özüdür
Sûfîler, zikrin, sûfînin psikolojik durumu üzerindeki olumlu etkisinin çok fazla olduğunu her fırsatta dile getirir. Onlar, zikri, hem nefse en zor gelen bir ibadet, hem de Hakk tarafında ecri en çok olan bir âmel olarak görürler. Zikir; başarının anahtarı, ibadetin özü, gönüllerin cilası/parlatıcısıdır. Nefsi/egoyu temizler ve yüreği ağyâr ve havâtırdan/kalbe gelen seslerden temizler. Onun için zikir; sıkıntılardan kurtulmak ve rızkın çoğalmasının nedeni, isteklerin yerine getirilmesi, düşmana karşı maddî mânevî kuvvet, belâların yok olması, yapılan hataların bağışlanması, ayıpların örtülmesi, hastalıklara karşı kalkan, yüce kuvvetler kazanmak, Allah yanında kulluk derecesinin yükselmesi, hataların yok olması, ilham ve kerametin gelmesi ve en önemlisi Allah sevgisini kazanmaktır.
Zikir/yâd insan psikolojisinin terapisi/gıdasıdır. Çünkü nasıl ki insan teninin besisi bitkisel ve hayvansal gıdalar ise aynı şekilde insan rûhunun besisi de zikir ve diğer ibadetlerdir. Gıdalar bedenin beslenmesiyken, rûhun beslenme gıdası ise kalpte Allah sevgisiyle beslenen zikirdir. Çünkü kalbin şifası Allah’ı anmaktır.
Kalbin Zikre İhtiyacı, Bitkinin Suya İhtiyacı Gibidir
Zikir, kalpte huzurun oluşmasına da sebeptir. İnsanın kalbinde huzur olmazsa da kendini zikre alıştırmalıdır; çünkü bir gün dili ile yaptığı zikir, kalbî zikre dönüşebilir. Önemli olan insanları zikre alıştırabilmektir. İnsanlar bunun bilincinde olmazsa dahi zikretmelidir. Lisan ile yapılan zikir bir gün, ruh ile kan ile yapılan zikre dönüşür. Çünkü insanoğlunun dili, bedenin sultanı/yöneticisi olan gönlün tercümanıdır.
Zikir kişide, kuvvetli ve gerçek bir fikir ve düşüncenin oluşmasına neden olur. Gönlün zikre olan gereksinimi, tıpkı cismin süte, bitkinin suya ihtiyaç duyması gibidir. Onsuz nasıl gelişemiyorsa, kalbin de kötülüklerden temizlenip olgunluğa ulaşması için zikre o derece ihtiyaç vardır. Eğer zikrin sâlik üzerinde etkisi bu kadar fazla ise, fikrin insan üzerindeki etkisi zikre oranla mislince fazladır.
Zikirden yola çıkarak gerçek manada “tevhid” nasıl elde edilir? İmam-ı Rabbani’nin “Afaki ve enfüsi putlardan kurtulmadan gerçek tevhide ulaşılmaz.” sözünü açıklar mısınız? Günümüzde de “ubudiyyet ve rububiyyet tevhidi” kavramlarını pek çok insanın doğru yoğurup yorumlayamadığını görüyoruz, açıklar mısınız?
Bir önceki soruyla da bağlantılı olarak; kişinin “benlik” inşâsında en faziletli rolü oynayan tevhîd zikri, sûfîlerce, terbiye yolunu bütün engellerden temizleyen akrebe benzetilir. Allah’tan başka tüm ağyârı, tevhîdin “lâ” kılıcıyla, akrebiyle, süpürgesiyle temizleyip “illallah”a ortamı hazır hâle getirmektir. Tevhîd’in “lâ”sı Mevlânâ’da süpürge, diğer bazı sûfîlerde ise akreptir. Onun için tevhîd zikri, sûfî için temel gıdalardan daha elzem görülmüştür.
Sûfîlerin iç dünyaları, murakâbede istiğrak olmuştur. Onlar, Allah dışındaki her şeyin, Allah’tan sudûr edip Allah’a döndüğünü yakîn üzere görünce, ne kendi benliklerinde ne de âfakta başka hiçbir hâl müşahede etmezler. Yani her şeyi Hakk’tan görürler. Onlar, enfüste ve âfakta Allah’ın şuûnâtını bizzat gözleriyle görürler, yani ayne’l-yakîn bilirler. Bu yakînîlikteki gaye, Allah’ı mutlak sûrette anmaktır. Bu anış, ister zât yönünde olsun, isterse sıfat ve isimle bir anma olsun eşittir. Yani ıtlak üzere, her durumda zikretmek kast edilmiştir. Öyle ki, sâlik’in bütün mahlûkattan kendini soyutlayıp anma moduna geçmesi gerekir. Gönülde Allah ile tam bir bütünleşme sağlamalıdır ki, lâfzı tekrar etmekten kurtulup, sadece Allah’ın herhangi bir isim ve sıfatına takılmaktan sıyrılıp, Allah’ı bir bütün olarak renksiz bir modda anabilsin.
Zikir, Allah’ı Tam Rubûbiyyetle Tanımaktır
Sûfînin Allah’ı hatırda tutmakla edindiği bilgi, Allah’ın zât’ı, sıfatları ve isimleri olunca bu bilgi şüphe götürmeyen bir bilgidir. Bu ma’rifet, Allah’ın yakîn olarak tanınıp bilinmesi ve O’nunla hayatı yaşama gerçeğini ortaya koyar.
Zikir; Allah’ı tam rubûbiyyetle tanımak, benliği kul olarak bilmek, Allah’ın her varlığın ilki olduğunu, sonunda da her şeyin O’na döndürüleceğini bilmektir.
Sûfîler, devamlı zikirle, gerçek tevhîde ulaşmanın sınırlarını aşmaya çalışırlar. Bu durum, insanın ilâhî aşka geçip tevhîde ulaşmasıyla gerçekleşir. Bunun sonucunda, âşık aracılığı ile konuşulduğu bir mertebeden gelen hâlleri, aklın ya da aşkta yoksun bir gönlün algılaması mümkün değildir. Âşığı Mâ’şuk’a karşı vecde getiren “sevgilinin cân içine işlemesi” gerçekleşmiştir. Artık “Allah şah damarınızdan daha yakındır.” Kişi, aşk küreye delilikle girmiştir. Aşk küreye düşmüş, aynası görülen sevgili artık âşığın içine, canına düşmüştür. Aşk kürede, aşk delileri, gamla dertle yaşarlar. Onların vecde gelip delilik göstermeleri âlem-i aşkın farkındalığından kaynaklanır. Zikir eden zâkirleri, Allah her iki dünyada da sıkıntı ve azaptan kurtarır. Zikir ile sâliklerin gönül iklimini aşk ve cezbe hemen kaplar.
Tefekkürden Amaç Eserden Müessire Gitmektir
Deruni düşünmek ne demek? Zikir ile fikir arasındaki ilişki nedir? Zikirden hareketle oluşan tefekkürün insan şahsiyetinin oluşumuna etkisi ve katkısı nasıldır?
Tefekkür; düşünmek, derûnî olarak ve iç dünyaya dalarak düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, meyletmek, muhakeme yapmak, fikretmek anlamına gelen bir kelimedir.
Tefekkürü/düşünceyi ele alırken tasavvuf bundan, insanın eşyaya âgâh olma ve bu farkındalığı, kavramlar ve lisan üzerinde ifadeye kavuşturma kabiliyetini kastetmektedir. Tefekkürden; aklın mantık yürütmesi, derinlemesine düşünme, ideleştirme, fikir jimnastiği veya mantıksal yargılama gibi yüzeysel faaliyetler kastedilmemektedir. Kastedilen; insan mevcudiyetinin aslı olan şuur, farkındalık ve idrâk zindeliğidir.
Tefekkürden kastedilen doğru düşünce, insan idrâkinin özünde yatan ilâhî rûh ile uyum halindedir ve bu idrâkin kemâli, eşyayı olduğu gibi görmektir. Hâlık’ın, her zerresinde varlığını anbean sürdürdüğü eşyayla olan rabıtasına âgâh olduğunda, eşya olduğu gibi anlaşılabilir.
Sûfîler, insanlığın gayesinin müşâhede olduğunu, tenin hiçbir değerinin olmadığını ifade ederler. Bu müşâhede, sevgili olan Allah’ı her nesnede görebilmektir.
Tefekkür, sâlik için her zerrede bulunan hakikatleri idrâk etmenin yoludur. Bu sayede sâlikin kalbi aydınlanır, bilgisizliği ve gururu yok olur ve mutluluğa kavuşur. Tefekkürü, yapılması gerekli bir ibadet şeklinde tanımlamaktadırlar. Kişinin ister kalabalık içerisinde ister yalnız olsun bütün benliğiyle Allah’a yönelmesi ve O’nun Rablığı ve İlâhlığı hakkında düşünce üretmesidir. Ortaya konulan bu düşünce, bir lamba gibi kalbi aydınlatır ve kalbe gelen ilâhî veriler bu lambanın ışığı aracılığıyla fark edilir. Bu ışık, kişinin nefsinden kaynaklanan kusurları da ortaya çıkarır ve terbiye edilmesini sağlar.
Kur’an-ı Kerim, zikir ve tefekkür arasındaki sıkı bağa dikkat çekerken, aynı zamanda insanları Allah’ın eserleri, nimetleri üzerinde zikir ve tefekküre çağırmaktadır. (Maide, 5/11; A’râf, 7/69; İbrahim, 14/6; Zuhruf, 43/13) Bu, Allah’ın isim ve sıfatları üzerinde tefekkürdür. Çünkü varlık, bu işin ve sıfatların birer tecellîsinden ibarettir. Bu tecellîler üzerindeki tefekkür, kişiyi Hakk’ın zâtı hakkında gerekli bilgilerle donatır.
Tefekkürden amaç, eserden müessire gitmektir. Tefekkür, sûfînin tevhîde yöneliş anahtarıdır.