Yeryüzünde vahyin nurunu üzerinde taşıyan insanlar hiç şüphesiz Allah dostlarıdır. Onlar meleklerin ilhamıyla yaşarlar… Onların ağzından dökülen sözler, “Allah (cc), ihlasla amel edenin kalbindeki hikmeti diline döker.” fehvasınca üzerine nur saçılmış sözlerdir, çünkü hikmet yüklüdürler. İnsan ruhunun şifası, inşirahı, yeryüzünde bir yerde aranacaksa eğer, o yer, Allah dostlarının kalpleridir. Onların oturuşu, kalkışı, konuşması ve susması hep aynı ilahi kaynağın yansımalarıdır.
17 Haziran 2011’de kaybettiğimiz Ali Faik Yurtöven Hocaefendi de yukarıda anlattığımız frekansı, yeryüzünde teneffüs ettiren büyüklerdendi. İlmiyle âmil, peygamberî bir sorumluluk olan tebliğ görevinin yılmaz müdavimi, ön saflarda ilim ve kültür savaşı veren İslam’ın savunucusu, ihlas ve muhabbetin temsilcisi, gönül ehli bir marifet insanıydı, gerçek bir gönül eriydi. Büyüklerimizin “Hilali göremiyorsan hilali görenlere git ki bayramı göresin.” dediği gibi, hilali görenlerdendi. Hilali gören ve gösterenlerden… O nedenledir ki şu ana kadar büyük bir titizlikle yaptığı hizmetler, yetiştirdiği insanlar, o güzel ömrü nasıl bereketli geçirdiğinin en bariz delilleri, Allah indinde verilecek hesabın ne denli bir sorumluluk duygusuyla geçirildiğinin şuur göstergeleridir.
Daha İsmail Çetin Hocaefendi’nin acısı içimizdeki tazeliğini korurken, dergimiz yazarlarından, bizi büyük bir muhabbetle kendisine bağlayan büyük Allah dostu Ali Faik Yurtöven Hocaefendi, aramızdaki namıyla “Faik Baba’nın” dâr-u bekâya irtihali ve ani vefatıyla sarsıldık. Feyz camiası olarak çok ama çok üzüldük. Dergimizde yazdığı yazılarıyla da yazılı basında irşad faaliyetlerine devam eden, her fırsatta yaptığı sohbetlerle bizleri coşkulu bir manevi dinamizmle sürükleyen ve hizmetlerimize her boyutta destek olan, gerçekten çok kıymetli, ilim, hikmet, marifet ve gönül ehli bir insan-ı kamil, Faik Baba… Buram buram manevi bir yaşantıyla geçen ömrü, ilim tahsiline vakfolmuştu. Her fırsatta manevi sofralar açtı insanlara. İlmini hiç esirgemedi, hep verdi…
Faik Babamız, her defasında “Ehl-i Beyt”in öneminden bahsederdi. Şenel İlhan Beyefendi ile itinalı ve nezih bir diyalog halindeydi.
Seyidimiz Şenel İlhan Bey’in “istihare memuru”, O’nun için gerektiğinde istihareye yatan, Allah yolunun büyüklerinden, Hz. Peygamber (sav) ve Ehl-i Beyt aşığı, divanesi, gözü hep yaşlı, ağlamakla karışık cezbeleriyle kendisini hep hatırlayacağımız, hiç unutamayacağımız, Feyz hizmetinin en önemli şahsiyet değerlerindendir, aramızdaki namıyla “Faik Baba…”
Faik Baba’nın hayatı ilginçliklerle doluydu. Yaşı itibariyle çok şey görmüş geçirmişti. Yakın Cumhuriyet tarihinin de önemli tanıklarındandı. Faik Baba, Bediüzzaman Hz. ile iki kez görüşmüştü. Dergimizde ve internet sitemizde de yayınlanan bu konuşmaları, hep tarihin sayfalarını bizler için aralayan önemli bilgiler ve hatırat niteliğinde sohbetlerdi. Bediüzzaman Hz. ile arasında geçen konuşmaları şöyle anlatmaktaydı:
Bediüzzaman Hz. ile iki görüşmem oldu. Birincisi, Afyon Emirdağ’ında ziyaretine gitmiştim. O zamanlar benim mürşidim vefat etmişti. Ben de “Ya Rabbi! Bu zamanın Kutbu kim ise bana göster.” diye dua ettim. Rüyamda bana, Bediüzzaman Hz. zamanın Kutbu olarak gösterildi. Ben de O zatı ziyarete gittim. Öğleden sonra idi. Üstad yemeğini yemiş, öğle namazını kılmış ve yatmış. İkindiye yakın kalkıp namazını kılar, o saatten sonra da kendi evradıyla meşgul olur, başka kimseyle de görüşmezmiş. Ben de orada bulunan birisine; “Madem Üstad yeni yatmış, henüz uyumamıştır. Ankara’dan bir ağabeyimiz geldi, sizinle mana âleminde görüşmüş, şimdi de sizin ziyaretinize geldi, deyin. Gelsin derse gelirim, gitsin derse giderim, beklesin derse beklerim.” dedim. Ne emrederse onu yapmak lazım, İslam’da edep şart. Bu yolda, edebi olmayan ilerleyemez. Arkadaş Üstad’a durumumu anlatınca, benim için Üstad; “Çağır o genci gelsin.” demiş. İçeri girdim, elini öptüm, kucaklaştık, “Otur!” dedi.
Kendisi çok yumuşak konuşurdu. Bana; “Kardeşim! Almış olduğum zehirlerin tesiriyle sizinle ancak çeyrek saat kadar konuşabileceğim.” dedi. “Nasıl emrederseniz efendim.” dedim. Ondan sonra Risale-i Nur’un yazılmasından anlatmaya başladı. Ben kendisine, “Efendim, Allah razı olsun! Çok güzel, istifadeli eserleriniz var. Fakat 133 parça risaleden bahsediliyor. Hali hazırda 1’den 9’a kadar çıkan sözler var; Ufak Sözler, Gençlik Rehberi, Asayı Musa, Hanımlar Rehberi, İhtiyarlık Risalesi, Hastalık Risalesi. Başka da bir şey yok. Müsaade buyurun da bu eserler yeni Türkçe’ye tercüme edilsin, gençlik bu eserlerden istifade etsin, imanı kurtulsun.” dedim. Şöyle bir düşündü ve bana baktı, “Adın ne senin?” dedi. “Ali Faik” dedim. “Seni birinci talebem olarak kabul ediyorum. Birinci sınıf talebemsin, sana ismen dua edeceğim.” dedi.
Ben o anda, “Yahu, ben ne Kuran okumasını bilirim ne de yazmasını. Nasıl olur da en birinci talebe olurum?” diye aklımdan geçirdim. Hemen cevabını verdi ve dedi ki: “Her ne kadar Kuran okumasını, yazmasını bilmesen de sen benim en birinci talebemsin, işte o kadar.” dedi. “Teşekkür ederim efendim! Allah razı olsun, teveccühünüz.” dedim. Dışarı çıkınca saate baktım, tam 45 dakika konuşmuşuz içerde…
İlerlemiş yaşına ve sağlık problemlerine rağmen, bütün Feyz Dergisi bürolarını dolaşmıştı. Büroları dolaşıp arkadaşlarımızı sürekli motive etmiş, hizmetlerinin devamını ısrarla telkin ve tavsiye etmişti:
“Elhamdülillah, hepiniz bu Feyz mecmuasının hizmetindesiniz, daha ne istiyorsunuz. Ben de bu mecmuanın hizmetindeyim. Yaşım 85 olmasına rağmen, sizler gibi, genç bir delikanlı gibi bu mecmuaya hizmet ediyorum. Bakın sizin ayağınıza kadar geldim, sohbet ediyorum. Bu, Feyz’in nurunun himmetini size göstermek demektir. Ben bu himmeti size fiilen göstermiş oluyorum. Siz de zaten bu nurun, bu hizmetin içindesiniz, bu hizmete devam edin. Bundan daha iyi nurlanmak olmaz. Bu en büyük nurlanmak, Allah için hizmet, daha ne istiyorsunuz…
Şimdi efendim, Rasulullah (sav) Efendimiz; “Bir insan yeryüzünde emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker (iyiliği emredip kötülükten sakındırmak) yaparsa, o kimse Allah’ın ve Rasulü’nün halifesidir.” buyuruyor. Tefsir-i Kebir’in 405. sayfasında bu hadis-i şerif aynen mevcut.
İşte size müjde! Siz bu işi yapıyorsunuz. Yani burada âlim olmak şart değil. Bakın Efendimiz (sav) âlim demiyor, hoca demiyor; herhangi bir kimse diyor; emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker’i yapanları söylüyor. Siz de ehl-i tebliğsiniz…”
Evet, Ali Faik Yurtöven Hocaefendi daha yakın zamana kadar, hasta yatağında yatarken dahi, yanına gelen ziyaretçilerine Feyz Dergisi aboneliğini tavsiye ederdi. Buna çok önem verirdi. Gözü hep hizmetteydi. Her yıl düzenlemiş olduğumuz “Kutlu Doğum ve Ehl-i Beyt’in Fazileti Gecesi”ne her defasında, sağlık sorunlarına rağmen katılmayı hiç ihmal etmemiş, gücü yettiğince konuşmalar yapmıştı. Gözleri hep yaşlıydı. En çok tavsiye ettiği şey salevât-ı şerife idi. Toplu yaptığı sohbetlerde ilmini her boyutta aktardığı gibi, en çok da Ehl-i Beyt sevgisi ve saygısı üzerinde ısrarla dururdu. Feyz’in her sayısında yazı yazmayı hiç ihmal etmedi…
Vefatının akabinde görülen çok güzel rüyalar, yüreğimizi tekrar tekrar ferahlatmış ve O’nun Rabbi’ne kavuşmasının iştiyakini bizim de gönüllerimize örnek ve telkin eylemişti. Vefatından on yıl önce görülen salih rüyaların gerçekleşmesi, bu salih rüyalarda şehitlik sevabıyla bu dünyadan ayrılışı, kendisini bizlerin, yani Feyz camiasının defnedecek olması ve tüm bunların vefatından önce kendisi tarafından biliniyor olması, hep o güzel insanın bereketli ömrünün ve birlikte yaşadığımız güzelliklerin zaman resimleriydi.
Son olarak söyleyeceğimiz şudur:
“Faik Baba! Sen hâlâ bize lazımsın, çünkü hâlâ hizmetimiz devam ediyor. Yine her zaman beraberiz; ilk günkü gibi, ilk günkü gibi… Beraberiz, beraber…”