Mucize Ayetler İnsanlığa Işık Tutuyor

İnsanlık, tarihsel süreç içerisinde belli peryotlarla belli akımların etkisi altında kalmıştır. Özellikle batıda belli bir dönem; ‘spiritüalizm’ denilen, koyu bir taassubun hakim olduğu, hemen her şeyin ruhçu, metafizik bir yaklaşımla anlatılmaya çalışıldığı skolastik bir dönem yaşanmıştır. Katı engizisyonun, afarozun, diri diri insan yakmaların,  kısaca, bağnaz kilise hegemonyası nedeniyle her türlü akıl dışılığın din adına insanlığı inim inim inlettiği çok acılı bir süreç, bu döneme damgasını vurmuştur.

Çok haklı olarak böylesi bir akıma karşı reaksiyon ve antitez olarak akıl ön plana çıkarılmıştır. Tarihin garip bir cilvesidir ki; Batı, karanlık orta çağını yaşarken aynı dönemde İslam, bilhassa Endülüs Medeniyeti ile aydınlık bir iklimi teneffüs etmiş, her alanda kaleme alınmış orijinal eserlerle insanlığa ışık tutmuştur. 

Bu dönemde birçok İslami eser Latinceye tercüme edilerek can çekişen Batı’ya can suyu olmuştur. Rönesans ve reform hareketleri bu şekilde vücut bulmuştur. Ne var ki Batı, bu imkanı yeterince değerlendirememiş; kartezyen felsefe, rasyonalizm, aydınlanma çağı derken materyalizm ve pozitivizmin etki sahasına savrulmuştur. Modernite, irrasyonel ruhçuluktan kaçayım derken bağnaz bir maddeciliğin ağına düşmüştür.

Bu dönemin belirgin özelliği; hemen her şeyin maddeyle açıklanmaya çalışılan, maneviyat ve metafizik adına ne varsa inkar edilen bir karakter taşımasıdır. Etki-tepki yasası gereği orta yol bulunamamış, bir dönem her şey ruhçuluk ile izah edilirken bu sefer de her şey maddecilik ile açıklanır olmuştur. Tepkiselliğin doğası gereği akılcılıktan dem vurulurken akıl dışılığın girdaplarına sürüklenilmiştir.

Tahrif edilmiş bir İncil ve Tevrat’a Batılı bir bilim adamının inanması imkan dahilinde olan bir şey değildir. Bugünkü İncil ve Tevrat’ta modern bilimin bulgularına ve akla taban tabana zıt o kadar çok bilgi ve hüküm vardır ki rasyonel bir bilim insanının hakiki bir Yahudi ya da Hristiyan mü’mini kalabilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle, dikkat edilirse Batılı bilim adamlarının genellikle ya ateist ya deist ya da agnostik oldukları gözlemlenecektir.

Bu yakıcı savruluştaki temel faktör, Yahudilik ve Hristiyanlıkta var olan akıl ve bilim dışılıklar olsa da, bilim adamlarının burada mazur görülemeyecek en büyük yanılgısı; ‘bütün dinler’in bu şekilde yanlışlıklarla dolu olduğu gibi bir  çarpık sonuca düşmüş olmalarıdır. Hiçbir araştırmaya tabi tutulmaksızın İslam’ın da aynı kefeye konulmuş olması asırlar boyu nice nesillerin maalesef inanç buhranına sürüklenmesine neden olmuştur.

Batılı aydınların din ve dinle ilgili olarak; “karanlık ortaçağ, skolastik zihniyet, tabu, dogma, örümcek kafa, yobaz, bağnaz, gerici, aydınlanma, akıl ve bilim ışığı…” gibi bir terminoloji ve jargon geliştirmiş olmaları çok doğaldır ve haklı gerekçelere dayanmaktadır. Çünkü bu tanımlama ve yaftalamalar kendi geçmişleriyle ilgilidir. 

Burada garip ve ilginç olan, bizim Batıcı aydınların da aynı şablonu kullanıyor olmalarıdır. Kendi özgün üretimleri olmadığı, özgüvenlerini travmatik bir biçimde yitirdikleri, aşağılık kompleksiyle de malul oldukları için Batı’nın din paradigmasını aynen benimsemişler; taklit psikolojisi etkisiyle kendi din algıları da patolojik bir içerik kazanmıştır. Dolayısıyla din ve dindarlarla ilgili yukarıdaki klişeleri aynen kullanmakta maalesef bir beis görmemişlerdir. Oysa bu durum anakronizmdir, tarihsel  yanılgıdır. Bu anlayışın rasyonel ve bilimsel hiçbir temeli yoktur.

Ancak son zamanlarda, özellikle de bilimsel gelişmeler nedeniyle dine her tarafta müthiş bir yöneliş başlamıştır. Genelde dinin, özelde de İslam’ın bu kadar dünya gündeminde olma nedeni bilim ile dinin artık buluşuyor ve kucaklaşıyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Böyle bir giriş yapmamızın temel nedeni, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in çağlar üstü mucizelerine bilimsel gelişmeler ışığında her geçen gün yenilerinin ekleniyor olmasıdır.

Yüce Allah, “Biz gerek âfakta gerekse enfüsteki delillerimizi, âyetlerimizi sizlere göstereceğiz. Sizler de Kuran’ın hak olduğunu ve her söylediği şeyin hakikat olduğunu kavrayacaksınız. Şayet bunu yapmazsanız biliniz ki her şeye şahit olarak Rabbiniz Allah yeter.” (Fussilet, 41/53) buyurarak, yaşamış olduğumuz gelişmelerin aslında birer Kuran mucizesi olduğu hakikatini vurgulamıştır. 

Yüce kitabımız, icmali olarak Peygamber Efendimiz’in (sav) en büyük mucizesidir. Ancak içerisinde ayet ayet tafsilata indiğinizde sayısız mucize ile karşılaşırsınız. Hem âfaki (bilimsel) hem de enfüsi (içsel) deliller, insanın imanını tazeleme ve inancını perçinleme noktasında büyük yararlar sağlamaktadır.

DENİZ KELİMESİ KURAN’DA 32 DEFA GEÇER

Bu yazımızda bütün mucize ayetlerini zikretmek mümkün değildir. Bununla birlikte belli başlı, insanı hayret ve dehşette bırakan bazı mucize ve ayetleri sıralamak, iman hakikatlerine vukuf kesbetme sadedinde yine büyük faydalara mebni olacaktır. İşte bazıları:

- “Deniz (bahr)” kelimesi Kuran’da 32 defa geçer. “Kara” ifadesi ise Kuran’da 13 defa geçmektedir. Toplamı 45 eder. Eğer 32’nin 45’e oranını alırsak karşımıza %71 rakamı çıkar. Elinize hangi ansiklopediyi alırsanız alın, denizlerin Dünya’nın %71’ini, karaların da %29’unu oluşturduklarını görürsünüz. Dünya’daki kara-deniz oranıyla Kuran’daki kara ve deniz ifadelerinin oranının aynı olması çok ilginç bir mucizedir. Üstelik o dönemde bazı kıtaların da henüz keşfedilmemiş olduğunu da belirtmiş olalım.

- ”...(Şeytan dedi ki) Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını kesecekler ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler...” (Nisa, 4/119) Bu ayette, canlıların kopyalanacağı yüzyıllar öncesinden haber verilmektedir. Yakın tarihte yapılan ilk deneylerde hayvanların kulağı kesilip hücre alınarak kopyası üretilmiştir. Tarihteki ilk ikinci nesil kopyalamalarda hücreler kulaktan alınmıştır. Gerçekten enteresan.

- Vakıa sûresinde “Kaybolmuş, yok olmuş yıldızların mevkiine kasem” ifadesi de başlı başına bir mucizedir. Yeryüzünün en büyük fizikçilerine gidip sorsanız; “Evrendeki en müthiş olay nedir?” diye. Verecekleri cevap: ‘Kara delik’ler olacaktır. Yani kaybolmuş, yok olmuş yıldızların mevkileri. İşte akıl almaz mucizelerden biri daha.

- “O Rabbin ki merayı çıkardı. Sonra da onu siyah bir gussaya (sel suyu) çevirdi.” (A’lâ, 87/4-5) Bu ayet kadar petrolü ve oluşumunu anlatan çarpıcı başka bir beyana rastladınız mı? 15 asır öncesinden petrol yüce kitabımızda haber verilmektedir.

- “O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiya, 21/30) Yine, “Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişleticiyiz.” (Zâriyât, 51/47)

Kuran’da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. “Büyük Patlama”, orijinal adıyla “Big Bang” teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Big Bang’den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran’da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir. Ayrıca ayette belirtildiği üzere evren hâlâ genişlemektedir.

GÜN KELİMESİ 365 DEFA GEÇMEKTEDİR

- Kuran-ı Kerim’de “Gün (yevm)” kelimesi 365 defa geçmektedir. Bildiğiniz gibi Dünya’nın Güneş etrafında tam bir kez dönüşü 365 gün sürer. Kuran’da 365 defa “gün (yevm)” kelimesinin geçiyor olması çok önemli bir bulgudur. Çünkü Dünya yörüngesi hakkında bize yüzyıllar öncesinden bilgi vermektedir. Kısacası, Dünya ile Güneş arasındaki 365 günlük astronomik döngü Kuran’da açık bir şekilde belirtilmektedir.

- Kamer (Ay) sûresinde yine bir mucize söz konusudur. Bu sûrede, Ay ile Dünya arasındaki harflerin uzunluk oranı uzaydaki Ay-Dünya mesafesine işaret etmektedir. Kamer (Ay) sûresinin içerisinde sadece bir yerde Dünya (Arz) kelimesi geçmektedir. Sûrenin başlığı olan “Ay” kelimesi ile “Dünya” kelimesi arasındaki harfler, toplam 333 adettir ve araya tam olarak 111 adet Ay kelimesi sığmaktadır. Çünkü Arapça’da Kamer (Ay) kelimesi 3 harften oluşur. 

Aynı şekilde, gezegenimiz Dünya ile Ay arasına da ortalama 111 adet Ay sığmaktadır, yani aradaki mesafe Ay çapının toplam 111 katıdır. Bir uzay haritasını incelediğiniz zaman da bunu görebilirsiniz. Ya da en temel astronomi kitaplarında da bu bilgiye rastlayabilirsiniz. Bu hesaplamada kullanılan uzaklık mesafesi ortalama mesafedir, çünkü Ay’ın eliptik bir yörüngesi vardır.

Kuran’ın indirildiği dönemde ne aradaki yüzbinlerce kilometrelik mesafe, ne de Ay’ın çapı biliniyordu. İşte bu açıdan bu bilgi büyük önem taşımaktadır. Ayrıca Kuran’da “Ay” isminde sadece bir sûre vardır ve bu sûrede sadece bir yerde Dünya kelimesi geçmektedir. O nedenle bu önemli bulgu matematiksel açıdan tesadüfi değildir ve önemli bir Kuran mucizesidir.

- “Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.” (Rahman, 55/19-20)

Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. “Yüzey gerilimi” adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.

Elbette ki insanların fizikten, yüzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran’da bildirilmiş olması son derece dikkat çekici bir durumdur.

- Demir, Kuran’da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran’ın “Hadid”, yani “Demir” adlı sûresinde şöyle buyrulur:

“...Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de İNDİRDİK...” (Hadid, 57/25)

Kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan “gökten fiziksel olarak indirme” şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir. Çünkü modern astronomik bulgular, Dünya’daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.

- Kuran’da, insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir:

“... Sizi annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde, çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor...” (Zümer, 39/6)

Yukarıdaki ayette Türkçeye “üç katlı karanlık içinde” olarak çevrilen Arapça “fi zulumatin selasin” ifadesi embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu üç karanlık bölgeye işaret etmektedir. Bu bölgeler sırasıyla:

a) Batın duvarı karanlığı

b) Rahim duvarı karanlığı

c) Amniyon zarı karanlığıdır.

Görüldüğü gibi bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur.

YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ

- Kuran’da verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. 

“Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O’dur. Biz onunla (kupkuru) ölü memlekete hayat veririz. İşte siz de böylece (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.” (Zuhruf, 43/11) 

Yağmurdaki ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona (505.000 km3) ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya’ya yağan yağmur miktarıdır. Diğer bir deyişle su, sürekli bir denge içinde, “bir ölçüye göre” dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.

Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran’da bildirildiği gibi yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.

- Kuran’da, insanları ölümden sonra diriltmenin Allah için çok kolay olduğu anlatılırken, insanların özellikle parmak uçlarına dikkat çekilir: 

“Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” (Kıyâme, 75/4) 

Ayette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü parmak izindeki şekiller ve detaylar, tamamen kişiye özeldir. Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan tüm insanların parmak izleri birbirinden farklıdır. Dahası, aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizleri dahi farklı parmak izine sahiptirler. 

Parmak izi, doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı yara olması dışında ömür boyu sabit kalır. İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir “kimlik kartı” sayılmakta ve parmak izi bilimi ise insanlar tarafından bilinen tek değişmez ve yanılmaz kimlik tespit yöntemi olarak kullanılmaktadır.

Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat 1400 yıl öncesi Kuran’da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir. 

- “...Muhakkak ki Rabbin’in nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac, 22/47)

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde, 32/5)

“Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” (Mearic, 70/4)

610 yılında indirilmeye başlanan Kuran’da böylesine açık bir şekilde zamanın göreceliğinden bahsediliyor olması, onun ilahi bir kitap olduğunun bir başka delilidir.

- “Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye. Böylece Rabbin’in sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.” (Nahl, 16/68-69) 

Arapçada iki çeşit fiil kullanımı vardır ve fiillerin bu kullanımlarından, öznenin erkek mi yoksa dişi mi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıdaki ayetlerde arı için kullanılan fiiller, fiilin dişi için olan şekliyle kullanılmıştır. Böylece Kuran’da bal yapımında çalışan arıların dişi olduğuna işaret edilmektedir. Unutulmamalıdır ki arılarla ilgili bu gerçeğin bundan 1400 sene önce bilinmesi mümkün değildir. Ama Allah bu gerçeğe dikkat çekerek Kuran’ın bir mucizesini daha bize göstermiştir.

- “Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor...” (Zümer, 39/5) 

Kuran’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette “sarıp örter” olarak tercüme edilen Arapça kelimenin Türkçe karşılığı, “yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak”tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde “başa sarık sarma” gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır.) Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya’nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya’nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran’da Dünya’nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir. Unutmamak gerekir ki o dönemdeki astronomi anlayışında Dünya daha farklı algılanıyordu. O dönemde Dünya’nın düz bir satıh olduğu düşünülüyordu ve tüm bilimsel hesap ve açıklamalar da buna göre yapılıyordu. Ancak Kuran Allah’ın sözü olduğu için, evreni tarif ederken olabilecek en tanımlayıcı kelimeler kullanılmıştır. Kuran ayetlerinde ise bize, henüz yakın yüzyılda öğrendiğimiz bu bilgiler 1400 sene öncesinden haber verilmektedir.

GÖKYÜZÜ YEDİ KATTIR

- Kuran ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri de, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendiğidir:

“Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. O, herşeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/29)

“Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi... Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti...” (Fussilet, 41/11-12)

Kuran’da pek çok ayette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifade etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı düşünüldüğünde, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır. 

Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda, Dünya’nın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir. Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve “Limited Fine Mesh Model” (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır. Modern jeolojik tanımlamalara göre atmosferin 7 katmanı şu şekilde sıralanmaktadır: 

1- Troposfer

2- Stratosfer

3- Mezosfer 

4- Termosfer 

5- Ekzosfer

6- İyonosfer

7- Manyetosfer

 

PARMAK İZLERİ VURGULANMAKTA

20. yüzyıl teknolojisi olmadan tespit edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bu bilgilerin, 1400 yıl önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim’de açıkça bildirilmesi ise elbette ki çok büyük bir mucizedir…

Sizler için ancak küçük bir kısmını derleyip sunabildiğim söz konusu bu mucizeler, bizlere şu mesajı vermektedir:

1400 yıl öncesinin bilim ve teknolojik verileriyle bilinmesi imkansız bir takım bilgilerin bildiriliyor olması, yüce kitabımız Kuran’ın Allah kelamı olduğunun en açık kanıtıdır. Çağımızın en büyük sorunu inanç buhranıdır. Söz konusu bu olağanüstülükleriyle Kuran, inaçsızlık problemini tedavide en büyük burhan (delil) olmaktadır.           

Materyalizm ve pozitivizmin insanı adeta hayvan derekesine indirerek olaylara karşı savunmasız, kalabalıklar içerisinde yapayalnız bırakması insanlığı arayışlara itmiş, bilimsel gelişmelerin bilhassa Kuran’la örtüşen sonuçlarının ortaya çıkması dini ve İslami alanda müthiş inkişaflar yaşanmasına neden olmuştur.

Maurice Bucaille, Marx’tan sonra Marx kabul edilen ünlü Fransız filozof Roger Garaudy… gibi birçok Batılı bilim adamının araştırarak Müslüman olması önemli bir takım gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Özellikle Bucaille’nin, modern bilim ışığında kutsal kitapları kritize ederek analitik bir yaklaşımla İncil ve Tevrat’taki aykırılık ve tezatlıkları ortaya koyup buna mukabil Kuran-ı Kerimi doğrulayarak ispatlaması ve sonucunda da Müslüman olması büyük bir yankı uyandırmıştır. Bu kapsamda yazmış olduğu kitap hâlâ en çok satan kitaplar arsında yer almaktadır.

Kuran-ı Kerim’in insanlığa rehber olarak gönderilmiş olması, ihtiva ettiği ilahi mesajı doğru algılayıp hayatımıza tatbik etmemizi iktiza eder. 

Batılı bir düşünür olan Bernard Shaw, “Sizce yeryüzünde en ilginç olay nedir?” diye sorduklarında: “Yeryüzünde bunca kavga ve düşünce kargaşasına rağmen, Kuran’IN TAZELİĞİNİ KORUMASIDIR” diye cevap vermiştir.

Kuşkusuz İslam’ın ve Müslümanların bu tür kanıt ve argümanlara ihtiyacı yoktur. Ne var ki Batı patentli olmayan hiçbir gelişmeye maalesef sağlıklı yaklaşamayan kompleksli entelektüeller için bu doğrultudaki çalışmaların yararlı sonuçlar doğurduğu da bir vakıadır.