Akıllı Tasarıma İşaret Eden Ayetler

 

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, yıllar geçse de bilimleri eskiten ama kendisi eskimeyen bir kitap. Her geçen devir, her yeni bilimsel buluş Kur’ân’ı gözlerde daha bir yüceltiyor. Kur’ân’ın 14 asırdır bilimin önündeki yürüyüşü devam ediyor.

“…Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (En’âm,6/59) “…Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Sebe, 34/3) ayetleri bu gerçeği dile getiriyor.

Evet, yukarıdaki ayetlerde derin mesajlar var…

Bu mesajların en önemlisi: Bu kâinat ve içindekiler bilinçli bir yaratılışın eseridir; evrenin hiçbir yerinde tesadüfe yer yoktur. Yaş kuru her şey evveliyatında yazılmış, plan ve projeleri yapılmıştır; vakti geldikçe de bu plan ve projeler bir binanın inşası gibi hayata geçer ve varlık sahnesinde vücut bulurlar. Bir sanat eseri, eseri yapanı gösterdiği gibi, kâinat denen bu müthiş eser de bir yapanı işaret eder. Kur’ân, Allah’ın varlığını bu delil ile ispatlar. Bu delil Darwinist egemenliği kırmak için çaba harcayan Intelligent Design Network (Akıllı Tasarım Ağı) adı altında ABD’deki ders müfredatına da girmiştir. “Tasarım delili”; tarihsel süreç içerisinde düzen ve gaye delili, inayet ve ihtirâ delili, teleolojik delil gibi farklı isimlerle de dile getirilmiştir. İbni Rüşd de buna “Kur’ân delili” diyor. Kur’ân düşünce sistematiğinde işi zora sokmadan çocuğundan büyüğüne, cahilinden âlim olanına kadar her kesimden insana kolaylıkla anlayıp imana yönlenebileceği doğru bir bakış açısı kazandırma amacı görülür. Kur’ân’ın ispat yöntemi karmaşık değildir; kolay anlaşılır şu örneğe benzer:

Sinan’ın meşhur Selimiye Camii’ni gezen bir kimse hiçbir zaman bunun kendiliğinden olduğunu söylemez. Hemen bu eseri yapan mimar kimdir der. Bu eserin bir mimarının olduğunu bilmenin akıllılık olduğunu da düşünmez. Aynı şey şu tasarım harikası evren ve içindekiler için de geçerlidir. Bu evren ve içindeki canlı cansız varlıkların muhteşem tasarımları insanı hemen bir yaratıcıya götürmelidir. Ama şu saçmalığa ve aptallığa bakın ki evrene bakıp bunun bir mimarının olduğuna inanmak materyalist bilim adamlarınca dogmadır.

Yani Selimiye’nin mimarının, bu eserleri meydana getiren cansız ve şuursuz malzemelerden değil, bunların dışında akıllı, bilinçli varlıklardan olması gerektiğini kabul etmek bilimsel olan bir gerçeklik iken, evren için aynı düşünceden yola çıkmak yobazlık, bilim dışılıktır. Ateist bir bilim adamı, böyle düşünülmesinden bilimsellik adına utanç duyar. Natüralist/ateist/materyalist felsefe sisteminin ürettiği bilim adamı modeli böyle bir gariptir işte. Evrenin mimarının kendi içinden, yani evreni meydana getiren malzemelerden olduğuna inanır. Bu bakış tarzı, Ayasofya’nın taşlarını, Mimar Sinan gibi akıllı, bilinçli ve şuurlu bir varlık yapmaktan asla farklı bir şey değildir. 

Kur’ân’ın, tesadüfçülere cevabı her devir ve dönem için gayet ispat edici ve kolay anlaşılırdır.

Kur’ân’ın nazil olduğu dönem, paganist toplumların (putperestler), dehrilerin (materyalistler) ve ehli kitaptan olan Yahudi ve Hıristiyanların vs. olduğu bir toplumdu. Günümüzden pek farklı değildi yani. Kur’ân bu tür insan topluluklarını imana ve İslam’a davet ederken nasıl bir üslup kullanıyor ve nasıl bir yöntem izliyordu; bugün de davet yapanlar bu üslup ve yöntemleri dikkate alarak davet yaparlarsa daha başarılı olurlar… Nitekim kelam âlimleri Allah’ın varlığını ispat için serdettikleri delillerin asıllarını Kur’ân’dan almışlardır. Kur’ân üslubuna dikkat edilirse görülecektir ki sırf akla hitap etmiyor. Aklî delilleri değişik üsluplar ile kalbe ve hisse de yönelterek muhatabı her yönden etkilemeye çalışıyor.

Kur’ân’ın üslubunda dogmatizme değil, düşündürmeye, tefekküre, akıl sahibi insanların kolaylıkla görebilecekleri çok açık gerçekleri görmelerine çağrı vardır. Evren ve içindeki canlıların olağan üstü tasarımlarına dikkat çekerek, bunların kendiliklerinden olmasının mümkün olamayacağının görülmesinden hareketle, basit bir tefekkürle bile bulunabilecek olan yaratıcıya imana çağrı vardır.

Kur’ân’ın bilimsel gelişmeler karşısında korku ve kompleksi yoktur. Aksine objektif olabilen düşünce, tefekkür ve ilim yolunun, akıl sahiplerini yüce bir yaratıcının varlığına ulaştırabileceğini dikkate verir. 

“Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun…” (Fussilet, 41/53)

Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, zaman geçtikçe, devirler döndükçe bizim varlığımıza ait delillerin ardı-arkası kesilmeyecek, ta ki Kur’ân’ın hak olduğu açıkça belli olacak diye meydan okuma vardır… Bu ayetlerin yorumundan anlaşılmaktadır ki, Kur’ân’ın içerisinde geçmişte yaşamış olan ümmetlerin, bilim ve kültür seviyelerine göre onlara hitap eden ayetler olduğu gibi, bugün bizi mutmain edecek ayetler de var. Gelecek nesiller için de ancak onların anlayabileceği ayetler olmaya devam edecek. Aslında bu büyük bir merhamettir. Rabbimiz, teknolojinin ve bilimsel gelişmelerin zirve yaptığı yüzyılımız için Kur’ân içerisine deliller saklamış. Bu delilleri ancak bugün anlayabiliyoruz. Fizik, astronomi, kozmoloji, biyoloji, embriyoloji vb. bilimlerdeki gelişmelere açıkça işaret eden, bilime yol gösteren ve Kur’ân’ın muharref Tevrat ve İncil’den farkını ortaya koyarak onun ilahi bir kitap olduğunu ve beşer elinin ona değemediğini ispat eden ayetler bunlar. Kur’ân’da bilimsel hakikatlere işaret eden yüzlerce ayet var. Ciddi bir cüret ve cesaret değil mi bu? Hem 14 asırdır bilimsel gelişmelerin doğruladığı asla yanlışlayamadığı ayetler bunlar. Ki bu cesaret Kur’ân’ın, evrenin sahibinden gelen mesajlar olduğunun da açık kanıtı elbette.

Mesela “İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiya, 21/30)    Bu ayetin işaret ettiği manaya 20. yüzyılın teknolojik ve bilimsel gelişmelerinin yardımıyla ancak ulaşabildik. Nitekim 1920 yılında ortaya atılan ve bugün, yer gök bitişikken onların zamanla ayrıldığını ortaya koyan Big Bang teorisi, Kur’ân’ın bu müthiş mucizesini bilimsel olarak 1400 yıl sonra ancak ortaya çıkarabilmiştir.

“Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.” (Zâriyât, 51/47)

Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kur’ân-ı Kerim evrenin genişlediğinden de böyle bahsediyor.

“Yazılı kâğıt tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk yaratmayı nasıl yaptıysak -üzerimize aldığımız bir vaad olarak- onu yine yapacağız. Biz vaadettiğimizi yaparız.” (Enbiya, 21/104)

“Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Neml, 27/88)

“Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay’ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah’tır; ola ki Rabbiniz’e kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.” (Ra’d, 13/2)

“Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.” (Hicr, 15/22)

“Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbiniz’den lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.” (İsrâ, 17/12) 

Bu sıraladığımız ayetlerin hepsi birer mucizedir. 14 asır öncesinin değil, bir iki asır öncesinin bilimsel bulgularıdır bunlar. Kur’ân, varlığıyla ve içerisinde barındırdığı hakikatlerle hem materyalizmin hem deizmin böylece beynini dağıtıyor. Böyle bir makalede toplanamayacak kadar çok ayet var. Bütün bu ayetler akıl, insaf, adalet gibi güzel hasletlerini yitirmemiş her insanda tahkiki iman oluşturur. Eğer kalbi hakikate kapalı değilse… Körleri güneşin ışığı bile aydınlatamaz ki ne diyelim başkaca…