Korkak, Allah’ı bilmeyen ve Allah’tan korkmayandır. Müslüman, korkak olamayan, korkusundan korkan ve utanan, korkuyu şirk benzeri sayandır. Evet, bir Müslüman düşünün ki kediden korkar, köpekten korkar, karanlıktan, cinlerden, insanlardan korkar ve Allah’tan da korkar!
Bundan daha tuhaf bir Müslüman tipi çizmek mümkün olmadığı gibi, bu tür Müslümanlara ise hakiki Müslüman demek de Allah’tan korkmamak ve haddi aşmaktır…
Korkak, öyle zavallıdır ki imanı tam oturmamış, kuvvet ve kudreti Allah’tan başkasında görecek kadar şaşırmış ve kesretin kaos dolu girdabında boğulandır…
Korkak, tabancayı tutandan değil de tabancadan korkacak kadar imanı zayıf olduğu için tabancaya yalvaran ama tabancayı tutandan habersiz olandır.
Allah’tan korkan, kimseden korkamaz… Çünkü kalbini Allah korkusu öyle doldurmuştur ki zerre kadar başka korkulara yer yoktur. Çünkü ona ve kalbine göre zaten başka biri de yoktur, başka kudret sahibi de…
O sadece O’nu sever ve yalnız O’ndan korkar. Zaten korkusu da sevgisinden kaynaklanır… Ve sevginin semeresidir, ürünüdür…
Dedik ya kâinat Allah’ındır, her şey O’nundur ve O’ndandır… O’ndan başka mutlak varlık yoktur ve diğer tüm varlık gibi görünen gölgeler ise O’ndan başkasıyla ayakta duramaz…
O halde yalnız Allah’ı sevmek, yalnız Allah’tan korkmak ve sadece O’na kulluk edip O’ndan başkasına bağlanmamak Müslüman’ın hedefi ve gayesi olmalıdır.
Rabbim’e şükürler olsun ki hayatımda Allah (c.c.) korkusu hariç, daha ben hiçbir korkuyu tatmadım.
Bu bende yaradılışımdan böyle… Bu Allah’a imanımla direkt alakalı bir duygu… İnsanların hayaline gelebilecek en ürpertici şeyler, en korkunç mahlûklar beni ürpertirse bunu kendim için en büyük günah addeder ve tövbe eder, affımı dilerim. Şimdiye kadar beni ne insan ne de cin taifesi daha korkutamadı. Allah’ın izniyle ne görünen ne görünmeyen hiçbir düşmandan korkmam. Ne geceden ne gündüzden ne mezarlıklardan korkarım. Bendeki bu duygunun sebebi yukarıda belirttiğim gibi Allah korkumun tüm korkularıma baskın gelmesidir. Zira her şey O’nundur ve O’ndandır… O’ndan başka mutlak varlık yoktur, diğer tüm varlıklar göz yanılması, algı bozukluğu gibi nedenlerle gerçek gibi görünen gölgelerdir… İşte bu gerçeği idrak eden bir kimse ancak Allah’tan korkar, başka kimseden korkmaz… Çünkü kalbini Allah korkusu öyle doldurur ki zerre kadar başka korkulara yer kalmaz ve zaten ona göre başka biri de yoktur, başka kudret sahibi de…
Korku Duygusu Fıtrî Bir Duygudur
Şunu da belirtmek isterim ki insanların çoğuna belki inanılmaz gelecek bu halim genele örnek teşkil etmemeli ve onlarda aşağılık duygusu oluşturmamalıdır. Bana ait bu duygunun herkeste aynı şekilde olması gerekmez… Burada önemli olan şu husustur ki bir insanın içine yukarıdaki saydığımız nedenlerden dolayı korku duygusu gelip ürperse de yapması gerekeni yapmaktan geri kalmamalıdır. Böyle yaparsa o kişi korkak olarak değerlendirilmez. Ayrıca korku duygusunu tamamen işe yaramaz insanlar için tehlike arz eden hastalıklı bir durum olarak algılamak da doğru değildir. Korku duygusu Allah’ın (c.c.) insanlara hatta tüm canlılara kendilerini gerektiğinde korumaları için verilmiş fıtrî bir duygu olup yaşamın devamı için gerekli ve önemli bir duygudur. Bu duygu canlıları olası tehlikelere karşı uyarır ve uyanık tutar. Böylece canlılar korku duygusuyla birlikte tehlikeden korunmak ve yaşama devam edebilmek için gerekli önlemleri alırlar. Bu duygu, bir bakıma etimizin içindeki sinirlere benzer. Mesela, çivinin üzerine oturan bir adamın sinir sistemi çalışmasa ve çivilerin üzerinde oturduğunu fark etmese vücuduna zarar verir, kendini koruyamaz. Onun gibi, insanların hastalıktan korkup sıhhatine dikkat etmesi, açlıktan korkup çalışması, ölmekten öldürülmekten korkup tedbirler alması, soğuktan korkup sıcağı tercih etmesi, marazi bir korku değil bütün insanlar için geçerli olan temel fıtrî duygulardan öfke, elem ve haz duyguları gibidir. İşte bu korku duygusu, gerçek mü’minlerin yapmaları icap eden şeyi yapmalarına asla engel olmaz. Allah için cesaretlerinin yanında bu duygu çok silik kalır, hatta yok gibidir… İnsanın cesaretli olması, fıtrî olan bu duyguyu hissetmesini engelleyemez. Çünkü dediğim gibi bu duygular marazi değil, fıtrîdir… Gerçek bir müminde, korkulacak bir durum karşısında mesela savaş esnasında bu duygu açığa çıkabilse de ona yapması gereken işi asla erteletmez. Bu duyguyu hissetmesine rağmen gerekeni yapması da şecaatin ta kendisidir…
Kim Korkak Değildir ?
O zaman kim korkak değildir diye bir açıklama getirmek gerekirse: Bir insanın idealini gerçekleştirme arzusu, korkusunu bastırıyorsa mesele yoktur, o kişi korkak değildir. “Peki, korkunun neyi zararlıdır, tehlikelidir?” denirse -ki bu sadece İslam’a mahsus bir görüş de değildir- insanın kendi menfaati, ideali ile kendisi arasına girerse işte o sakıncalı ve İslam’a göre de günahtır. Yani insan her türlü menfaatlerini ve korkularını, Allah’ın (c.c.) emir ve nehiyleri yanında tercih eder, Allah’a (c.c.) rağmen bu menfaatlerini düşünürse işte bu korku günahtır. Dolayısıyla bir Müslüman’ın üşümesine rağmen soğukta abdest alması gibi, korkmasına rağmen Allah (c.c.) için cihada çıkabilmesi şecaattir, korkaklık değil… Öyleyse tekrar, korkaklık nedir, kimler korkaktır açıklamak gerekirse: İdeali, şahsi menfaatinin önünde olmayan herkes korkaktır… Bu bütün görüşler için geçerli bir kuraldır. Kim olursa olsun fark etmez; onun idealini gerçekleştirme arzusu, korkusunu bastırıyorsa mesele yoktur, o kişi korkak değildir.
Cesaretle Şecaatin Farkı
Halk arasında cesaret ile şecaat aynı anlamda kullanılsa da şecaat kelimesi ahlâk literatüründe, öfke (gazap) duygusunun akla itaat etmek suretiyle kazandığı itidalli hali için kullanılır. Cesaret bu anlamda mantıklı bir temeli olmayan, aklın ve İslam’ın onaylamadığı işler için ortaya konan korkusuzluk eylemidir. Mesela, bir adamın cesurum diye önüne gelenle kavga etmesi, mafya gibi gayrimeşru işleri yapmayı kendine meslek edinmesi veya bir binadan bir binaya çekilmiş bir halat üzerinde akrobasi, cambazlık yapması cesaret kapsamında değerlendirilse de İslam’da böyle bir şeyin yeri yoktur. İnsanın hayatını gayrimeşru işlerde tehlikeye atmasını İslam onaylamaz. Dolayısıyla korkusuzluğun dince ve akılca uygun olanına “şecaat” denir. Şecaat, Allah’a (c.c.) inanan; ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm (Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.) diyen bir insanın korkusuzluğudur. O insan bilir ki ne insanlar ne de cinler veya hayvanlardan herhangi biri, Allah(c.c.) takdir etmeyince, insana ne fayda ne de zarar verebilir. Bu durumda bir kişinin mahlûklardan korkarak şer‘an yapması gerekenleri yapmaktan çekinmesi ve terk etmesi; onlara Allah’ın(c.c.) iradesi dışında güç vermek olur ki bu da gizli şirk kapsamına girer.
Bu konuyla alakalı olarak insanların aklına şöyle sorular gelebilir: Bir kişi savaşa giderken korkmaz ama yaralanmaktan, canının yanmasından korkar. Mesela birisi köpekten korkuyor; çünkü ısırınca canı yanacak. Her ne kadar bunu Allah’tan (c.c.) bilse de canı yine yanacak. Köpekten korkmasının nedeni, aslında canının yanmasından korkmak olunca da bu durum gizli şirk olur mu? Hayır, elbette canının yanmasından kimse hoşlanmaz. Canın acımasından çekinmek, korku değil normal bir şeydir. Hatta burası çok önemli, bu durumda köpek kuduz olma ihtimali olan bir hayvan olsa ondan çekinmemek kuduz olmaktan çekinmemek gibi olur ki hastalıktan korkmayarak tedbir almamaya benzer ve bu nefse zulümdür ve şeran yasaktır… O zaman, bir müminin Allah için şecaati bedenen acı çekmesiyle sonuçlanabilecekse böyle ihtimaller varsa bu halde Allah için sabır göstermek ve razı olmak duygu ve düşüncesi devreye girmelidir.
Marazi Olan Korkudan Allah’a Sığınmak Gerekir
Marazi olan korku olayına gelince; “Allahım! Cimrilikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım, ihtiyarlığın rezillik dönemine düşmekten, dünya ve fitnelerinden sana sığınırım, kabir azabından da sana sığınırım.” (Buhârî, Deavat: 36; Tirmizî, Deavat: 75) şeklinde Efendimiz’in (sav) Allah’a sığındığı ve bizlere de sığınmamızı tavsiye ettiği ve dualarıyla öğrettiği korkudur. İnsanlarda bu duygunun varlığı; riya, kibir, haset, cimrilik nev’inden manevi kalp marazlarından olup bir an önce üzerine giderek mücadele edilmelidir. Yoksa bu marazi korku insanı günaha sokabilir. Mesela namusunu, izzet ve iffetini, vatanını, kutsal tüm değerlerini, malını ve canını korumak için mücadeleden kaçmak, bu durumda zillete razı olmak marazi bir korkudur. İşte bu duyguyla Allah için kesinlikle mücadele etmek gerekir.
Maalesef, kibirli adamların asil, kavgacı adamların cesur sayıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Hâlbuki şecaat, yerinde hilm sahibi olmayı gerekli kılar; zira şecaat, yüreğini Allah için ortaya koyabilen insanın cesaretidir. Dolayısıyla Allah için cesur insanlar hilm sahibidir, soğukkanlı ve sakindir, yerinde ona sataşan insana git yoluna kardeşim diyebilir. Korkak insanlar bu soğukkanlılığı ve sakinliği gösteremezler. Halk, kavgacı adamları cesur, Allah için hilm sahibi olup kimseyi kırıp dökmeyen, her olayda kavga etmeyip korkak duran, efendi duran insanları korkak sanabilir. Fakat o insanların yiğitliği Allah için ortaya çıktıkları zaman görülür ki kimse onlarla baş edemez ve kimseden de korkmazlar.
Bir adam İmam-ı Rabbanî Hazretleri kadar yetenekli olsa ama korkaksa İmam-ı Rabbanî olamaz. Korkakta, hakkını hukukunu arayan adamın güveni olmaz. Savunma psikolojileri geliştirir, kendini iyi insan gösterir, riyakârdır, herkese yaranma psikolojisindedir… İtilir, kakılır, içinden pazarlıklıdır… Kincidir, insanların kötülüğünü ister. İnsanlara karşı güler yüzlü olması iyi ahlakından değil yaranma duygusu nedeniyledir, karıştırmamak gerekir… Hâlbuki yalakanın içinde ne kazanlar kaynar da kimsenin haberi olmaz.
İşte korku duygusunun marazi olan kısmıyla bilinçli bir şekilde mücadele edilmezse, özde iyi olan bir insan bu duygu yüzünden kötü bir insan olur. Her geçen gün kötülüğü ve ahlaksızlığı artar. Bir insan kendini korkak hissediyorsa içinde insanlara karşı zamanla kin ve buğz oluşur. Tedavi için bizim şu ortamlarımızdaki gibi terapi türü sohbetlere ihtiyaç vardır. Ayrıca kendini savunacak kadar savunma sporlarıyla uğraşmak, cesareti artırıcı etkinliklerde bulunmak da bu konuda çok faydalıdır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki herkeste korku duygusu vardır, korku olmaması imkânsızdır… Bu duygunun bir müspet olan tarafı bir de marazi olan tarafı vardır. Müspet olan tarafı bizi her türlü tehlikeden korumaya yarar. Marazi kısmıyla ise kesinlikle mücadele edilmesi gerekir. Eğer bu marazi duyguyla kalınırsa bu sebebe bağlı olarak zamanla insanlarda çok kötü huylar ve ahlaklar peydahlanır. İşte bu duygunun varlığını bildikten sonra yerinde her şeyi göze alarak cesaretle hareket edebilen kişi ise artık korkak değildir. Şecaat ve cesareti, insanın içinden korku duygusunun tamamen gitmesi ve silinmesi olarak bilmek yanlıştır.
Allah’a emanet olun.