Yaşlılık nedir? Kime yaşlı diyeceğiz?
Yaşlılık kişiden kişiye, toplumdan topluma, zamana ve bakış açısına göre farklılık arz eden bir kavram olduğundan tanımlanması güç kelimelerden biridir. Yaşlılık, ele alındığı bilim dalına göre farklı şekillerde açıklanabilmekle birlikte İslam hukuku çerçevesinde ele alındığında özellikle İslam hukukunun temel kaynakları arasında yer alan Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’te yaşlılığın, ömrü yeten herkesin yaşayacağı, hayatın zorunlu merhalelerinden biri olarak ifade edildiği görülür. Kur’ân-ı Kerîm’de yaşlılık, insanın güç ve kuvvet döneminden sonra yaşayacağı zayıflık dönemi olarak anlatılmaktadır. (Rûm 30/54; el-Mü’min 40/67). Yaşlılık dönemini insanın doğması, yetişmesi ve ölmesi gibi hayatın tabiî seyri içinde yaşamın bir parçası olarak gören Kur’ân-ı Kerîm bu döneme dikkatleri çekmektedir. Sünnet’te yaşlılık, gençliğin mukabili olan hayatın doğal bir merhalesi, ölümden önceki son aşama olarak anlatılır. İnsanların, ölüm gelmeden önce bu aşamanın kıymetini bilmeleri ve bu merhaleyi iyi değerlendirmeleri istenir. Klasik fıkıh kaynaklarında ise yaşlılık ve yaşlılarla alakalı özel bir bölüm veya başlık bulunmadığını ifade etmek gerekir. Klasik dönem hukukçularının yaşlılıkla alakalı görüşlerinin ve yaşlıları ilgilendiren hükümlerin, fıkhın farklı konuları (Tahâret, namaz, oruç, hac, zekât, cihat, nafaka, ahvalü’ş-şahsiyye vb.) arasında dağınık bir halde bulunduğu görülür. Yaşlılığın malum bir durum olması sebebiyle hayatın bu aşamasını ifade eden belirli ve özel bir tarif yapma ihtiyacı hissetmemekle beraber bir kısım âlimin, yaşlılık dönemini, özelliklerini ve bu dönemi yaşayan kişileri yani yaşlıları tarif ve açıklamaya yönelik tanımlar getirmeye çalıştığı da görülmektedir. Bu tanımlarda insanların bu merhalede karşılaştığı problem ve değişimleri ifade etmeye çalışanlar olduğu gibi bu aşamayı veciz ifadelerle anlatanların olduğu da kaynaklarda görülmektedir. Klasik dönem hukukçularına göre yaşlılık daha çok kişide meydana getirdiği etkiler, değişimler ve belirtilerle ifade edilmeye çalışıldığı gibi modern dönem hukukçu ve âlimlerinin yaşlılık tariflerinin de benzer şekilde olduğu görülebilir. Mesela modern dönem hukukçu ve araştırmacılarının benzer ifadelerle ortaya koydukları yaşlılık tarifi şu şekildedir: “Yaşlılık hayatın merhalelerinden bir merhaledir. O hastalık değildir. İnsanın biyolojik olarak değiştiği, başka bir şekle büründüğü bir dönemdir. Olduğundan daha iyi bir dönem olmayacak. Uzuvların çoğunda zayıflık eşlik eder. Ve algılanabilir bir güç ve canlılık kaybı eşlik eder. Daha sonra her şeyin bitmesi gibi bu dönem de biter.”
Yaşlılığın ortaya konmasından sonra kime yaşlı diyeceğiz sorusunun da cevabı belirmeye başlıyor. Çünkü yaşlı, bu dönemi yaşayan kimse olup fukahâya göre yaşlı; gençliği biten, yaşı ilerlemiş olan ve bu sebeple şeri hükümleri yerine getirme konusunda zayıf olup bu acziyetinin kuvvete geri döndürülmesinden de ümidi olmayan kimse olarak tarif edilmektedir. Özetle kime yaşlı diyeceğiz sorusuna şu şekilde cevap verilebilir: Yaş sebebiyle düşkün olan kimseye yaşlı denir. Yani bakıma olan ihtiyacı yaştan dolayı olan kimsedir. Yaşlılık kişiye, topluma, zamana göre değişim gösteren bir olgu olduğundan bunu bir yaşla sınırlamak doğru olmamakla birlikte emeklilik, sigorta gibi sistemlerin işleyişini kolaylaştırmak ve karışıklığa meydan vermemek adına çoğu ülke bir yaş sınırını kendine esas almıştır. Nitekim ülkemizde de hâlihazırda bu yaş, altmış beş olarak kabul edilmiştir. Ancak zamanla bu yaş sınırının daha yukarı çekilmesi de söz konusu olabilecektir.
Yaşlı bakımını nasıl bir çerçevede ele almalıyız?
İnsan ömrünün hızla uzadığı ve nüfusun büyük bir bölümünü yaşlıların oluşturduğu günümüzde bakım konusu hassasiyetle ele alınması ve incelenmesi gereken bir meseledir. Tarih boyunca yaşlılara bulundukları toplumun şartları çerçevesinde bakılmış, bakım meselesi bugünkü boyutta bir probleme dönüşmemiştir. Ancak günümüzde yaşlı nüfusun hızlı bir şekilde artışı, yaşam koşullarının değişmesi gibi faktörler dünya genelinde bir problem haline gelen bakım meselesinin yeniden ele alınmasını ve yaşlı bakımı ile alakalı sorumlulukları bilmeyi icap ettirmiştir. İslam’da yaşlı bakımının dinî ve hukukî bir çerçevede ele alındığı görülmektedir. Ancak yaşlı bakımının dinî ve hukukî bir yükümlülük olmasının dışında her şeyden önce insanî ve ahlâkî bir sorumluluk olduğu; ancak ne din ne de hukukun bu mükellefiyeti insanların vicdanına terk etmeyerek gerekli düzenlemeleri gerçekleştirdiği ve bireyleri dinî-hukukî olarak bu sorumluluğun yerine getirilmesi noktasında zorladığı da görülmektedir. İslam hukukunda bakım yaşlının maddî manevî tüm ihtiyaçlarını gidermeyi içerir. Bu da kişinin fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesi, sağlık, psikolojik, aklî, toplumsal ihtiyacının gözetilerek dinî mükellefiyetlerinin yerine getirilmesine yardımcı ve destek olunmasıdır.
Yaşlıların bakım hakkına dayanak teşkil eden hangi esaslardan söz edilebilir?
İslam’da yaşlıların bakım hakkını ortaya koyan ve bu hakka dayanak teşkil eden birçok esas söz konusudur. Bu ilkeler; dinî esaslar, geleneksel ve kültürel yapı ile yasal düzenlemeler çerçevesinde gözlemlenebilir. İnsanın değerli ve saygın bir varlık olduğu, bu değer ve saygınlığının korunması gerektiği, yardıma muhtaç insanlara yardım etme, merhamet, ebeveyne itaat ve hürmet edilmesi, yaşlandıklarında himaye edilerek ihtiyaçlarının karşılanması, iyiliğin karşılığının iyilik olduğu şeklindeki emir ve tavsiyeler, yaşlı bakımına dayanak teşkil eden ve yaşlıların bakılma hakları olduğunu ortaya koyan dinî esaslar arasında sayılabilir. Aynı şekilde tarih boyunca tüm zamanlarda ve toplumlarda hatta dinlerde yaşlılara saygı, merhamet, onlara bakım ve gözetim temel değerler arasında yer almıştır. Toplumların geleneksel ve kültürel yapılarının ortaya çıkmasında etkili bir unsur olan dinlerde Allah Teâla’nın insanlara, yaşlılara itaat edilmesini ve hürmet gösterilmesini emrettiği görülür. Kadın, çocuk, yaşlı, köle gibi toplumun zayıf kesimini oluşturan insanların diğer kişilere nazaran bakıma daha çok ihtiyaç duydukları ve onlara hassasiyetle eğilmek gerektiğini toplumların sahip olduğu din öğretilerinde, geleneksel ve kültürel yapılarında görmek mümkündür. Mesela bu algının bir yansıması olarak bazı Osmanlı padişahlarının toplumun dezavantajlı kesimine gösterdikleri hassasiyet, bakım ve ilginin bir gereği olarak “zahrü’l-fukarâ ve’l-mesâkîn, hâmî’z-zu‘afâ ve’l-mazlûmîn” şeklinde lakaplarla anılmaları yaşlıların bakım hakkına dayanak teşkil eden geleneksel ve kültürel yapıya örnek gösterilebilir. Aynı şekilde Osmanlı topraklarını ziyaret eden ve gözlemlerde bulunan seyyahların, objektif bakış açısı ile dile getirdikleri sözleri, Osmanlı toplumuna yerleşmiş olan geleneksel ve kültürel yapıya yani yaşlıların bakım hakkına dayanak teşkil ilkelere işaret etmektedir.
Bakıma dayanak teşkil eden dinî, geleneksel ve kültürel esaslar dışında bu alanda yapılmış yasal düzenlemeler de mevcuttur. İlk dönemlerden beri yazısız toplumlarda yasa kabul edilen töre, geleneksel yapı, o devre ait kanunlar, öğütler ve vasiyetnameler ile yazılı toplumda kural haline getirilen hukuksal ilkeler arasında yaşlı, kimsesiz, bakıma muhtaç insanların aileleri, toplum ve devlet tarafından bakımının yapılacağı üzerinde durulması, onların bakım hakkına işaret etmektedir. Mesela İslam’ın ilk yıllarında halifelerin valilere yazdığı mektuplar o dönem için yasal bir düzenleme olarak düşünülebilir. Dört büyük İslam halifesinin valilerine yazdığı mektuplarda kadın, çocuk, yaşlı, köle gibi toplumun zayıf kesimine özel bir ihtimam gösterdikleri ve onların bakımını tavsiye ettikleri görülür. Yaşlı bakımına dayanak teşkil eden esaslar incelendiğinde bu esasların aynı zamanda yaşlılarının bakımının yapılmadığı, bu hakkın yerine getirilmediği durumda birer müeyyideye dönüşeceğini de akla getirmektedir. Yani yaşlıların bakım hakkını ortaya koyan bu esaslar aynı zamanda yaşlı bakımının ihmal edilmesi, yerine getirilmemesi durumunda kişilerin dinî, toplumsal (kültürel-ahlakî) ve yasal birtakım müeyyidelerle karşılaşacağına da işaret etmektedir. Bu da kişinin Allah katında sorumlu olması, toplum tarafından kınanma ve dışlanmaya maruz kalması ile birtakım hukuki yaptırımlara muhatap olması şeklinde olacaktır.
Yaşlı bakımından kimler sorumludur?
İslam hukuku kaynakları incelendiğinde yaşlı bakımının nafaka, sıla-i rahim, devlet-tebaa ilişkisi, yardımlaşma ve dayanışma, zararın giderilmesi ile alakalı ilkeler çerçevesinde ele alındığı ve aşamalı olduğu görülür. İlk aşamada kişinin kendi kendine yeterli olacak şekilde yaşamaya gayret göstermesi ve gençliğinde biriktirdiği güç ve sermayeyi yaşlılığında kullanarak başka bireylere muhtaç olmamaya çalışması vardır. Fiziksel açıdan kendine bakacak durumda olmamakla birlikte maddî yönden durumu yeterli olup ücretle bakımını gerçekleştirecek birini tutan kimselerin de bakımlarını kendilerinin sağladığını söylemek mümkündür. Çünkü bu kimseler bu şekilde hareket ederek bakım yükümlülerine gerek kalmadan ihtiyaçlarını kendi oluşturdukları imkânlar çerçevesinde çözmüş olmaktadırlar. Nitekim tarihî vesikalarda bu durumun birçok örneği yer almaktadır.
Sonraki aşamada kişinin kendini idare edemediği, kendine yetemediği durumlarda aile ve akrabalarının ona bakmakla yükümlü olması gelir. Aile içerisinde de yaşlı bakımının mahremiyet gerektiren özel durumları içermesi nedeniyle öncelikli görev eşlere düşmektedir. Eşlerden bakıma ihtiyaç duyan kimseye, diğer eşin ma’rûf çerçevede muamele ederek bakımını gerçekleştirmesi kazâen olmasa da diyâneten hükme bağlanmıştır. Ancak günümüzün değişen yapısı ve sosyal gerçeklik göz önünde bulundurulunca hukukî yaptırıma da müracaatın zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Daha sonra aralarındaki cüziyet ilişkisi nedeniyle çocuklar, ebeveynlerinin bakımından sorumlu tutulmuşlardır. Bu mükellefiyet kaynaklarda nafaka sorumluluğu çerçevesinde kapsamlı olarak incelenmiş olup başkalarının sorumluluğuna göre daha açıktır. Çocuklar ile ebeveyn arasındaki bakım sorumluluğunda din farkı engel oluşturmadığı gibi kız ve erkek açısından da bir farklılık bulunmayıp eşit bir şekilde ebeveynin bakımından yükümlüdürler. Yaşlı bakımında gelin ve damat kazâen sorumlu olmayıp bu mükellefiyet insanî, ahlâkî ve dinî yöndendir. Ancak eşlerin bakım yükümlülüğünde olduğu gibi şartlara ve duruma göre gelin veya damadın kazaî olarak da mükellef tutulması İslam hukukuna uyum arz etmektedir. Osmanlı şer’iyye sicillerinde kız evlat vesilesi ile damadın nafaka ile mükellef tutulduğu kayıtlara rastlamak mümkündür. Çocukların olmadığı durumlarda ise bakım sorumluluğu torunlara geçmekte olup bu yükümlülük yakınlık ve nafaka mükellefiyetine göre belirlenmiştir. Ebeveyne bakımla yükümlü olmak için onların kazanabilme gücünün olup olmamasına bakılmaksızın sadece ihtiyaç içerisinde olmaları yeterli iken, akrabaların birbirine karşı bakım ve nafaka ile sorumlu olabilmeleri için aynı zamanda yoksul ve kazanma gücünden yoksun olmaları şartı da aranmıştır.
Şayet yaşlının bakımını yerine getirecek ailesi veya akrabaları yoksa bu durumda dinî ve hukukî sorumluluğun ötesinde insanlığın ve vefa borcunun bir gereği olarak bakım mükellefiyeti yakından uzağa doğru komşu ve topluma yayılmaktadır. Ancak komşu ve toplumun bakım mükellefiyeti kazâen değil diyâneten olup bireylerin dinî duyarlılıkları, toplumun örf ve sağduyusu çerçevesinde gerçekleşmektedir. Ancak hiçbir kimsenin bakımı gerçekleştirmemesinden dolayı bireyin helak olma ihtimalinin olduğu yerde hukukî yaptırım da söz konusu olabilecektir. Hz. Ömer’in susuz bırakıldığı için ölen bir kadının diyetini orada yaşayan insanlara yüklemesi bunu ortaya koymaktadır.
Komşu ve toplumun yetersiz kaldığı durumda devlet kimsesizlerin kimsesi olarak ve temsil ettiği genel velâyet vasfı sebebiyle bakımla sorumlu tutulmuştur. Tarihi süreçte devletin, toplumun zayıf kesimine yönelik düzenlemeleri ve ortaya koyduğu kurumsal yapı bu sorumluluğun yansıması olmuştur. Zira bir insanın bakımsızlıktan helak olması İslam hukukunda kabul edilebilir bir durum olmayıp kimsenin bakımını üstlenmediği yaşlıdan tüm toplum ve devlet sorumlu tutulmuş, İslam zayıfların gözetilmesini farz kılmıştır.
İslam hukukunda yaşlı bakımı tüm boyutlarıyla tek bir kişiye yüklenmemiş; kişilerin durumuna göre aralarında sorumluluk paylaşımı yapılması istenmiştir. Kız ve erkek evlat ebeveynlerinin bakımından eşit bir şekilde mükellef olmakla birlikte İslami gelenekte kızların daha çok fiziksel bakımı yerine getirmede, erkek evlatların da nafaka ve diğer dış işlerin yapılmasında daha aktif bir rol üstlendikleri görülmektedir. Aynı şekilde eşlerin bakımı ile alakalı olarak kadının mahremiyet gerektiren durumlardan ötürü kocasının bakımını yerine getirme noktasında birinci derecede sorumlu olduğu söylenince, bakım sorumluluğunun bütün yönleriyle kadına yıkıldığı anlaşılmamalı, aile bireyleri arasında bir paylaşım olması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır. Bakım ve nafaka yükümlülüğü beşerî hukukta da düzenlenmiş olup (TMK md. 344) ihlali durumunda çeşitli cezalar öngörülmüştür. İslam hukukunda yaşlı bakım sorumluluğu aile, akraba, komşu-toplum, devlet şeklinde halka halka genişleyerek büyük bir kitleyi kapsarken, Batı toplumlarında bu sorumluluğun daha çok devletle sınırlı olduğu ve kurumlar aracılığıyla yürütülmeye çalışıldığı görülür.
Yaptığınız çalışmada, yaşlı bakımı esnasında söz konusu olabilecek halvet/mahremiyet, bakma/dokunma, selamlaşma/konuşma ile ihmal ve istismar durumlarından da bahseder misiniz?
Yaşlı bakımı esnasında bakılan yaşlı ile bakım yükümlülüğünü yerine getiren kimse arasında İslam hukuku açısından birtakım hukukî durumlar meydana gelebilmektedir. Özellikle öz bakım diyebileceğimiz yaşlının temizliği, yaşlı ile aynı ortamda bulunma veya yaşlıların huzurevi, bakımevi gibi beraber bulunmak durumunda kaldıkları mekânlar açısından hem bakıcı konumundaki kimselerle hem de yaşlıların kendi aralarında ortaya çıkan durumların fıkhî hükmünün bilinmesi bakan ve bakılan açısından önem taşımaktadır. İslam hukuku çerçevesinde yaşlı bakımının fiziksel, sosyal, psikolojik, ekonomik birçok yönü olduğundan bakımla yükümlü olan kimselerin bakımın bütün yönlerini dikkate alarak yaşlıların bakımını gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Yaşlı bakımı gerçekleştirilirken bakımın gereği olan bu ihtiyaçlar görmezden gelinemeyeceği gibi yaşlının fiziksel, psikolojik, sosyo-ekonomik yönden ihmal veya istismarı da söz konusu olmamalıdır. Özellikle yaşlılığın ileri safhalarında olup fiziksel ihtiyaçlarını giderme noktasında sıkıntı yaşayan, başkalarının yardım ve desteğine ihtiyaç duyan bireylere daha fazla özen gösterilmeli ve hassas davranılmalıdır. Yaşlı bakımının gerçekleştirilmesi esnasında, yaşlı ile bakımı gerçekleştiren kişi arasında bulunulan ortamın durumuna göre, birbirlerine mahrem kimseler olup olmamalarına göre yaşlının maddî-manevî açıdan istismara maruz kalabilmesine olanak taşıyan şartlara göre mahremiyet, bakma, dokunma, ihmal ve istismar gibi çeşitli durumlar söz konusu olabilmektedir. Bu durumların da kendi içerisinde farklı boyutlara sahip olduğu da göz önünde tutulmalıdır. Mesela mahremiyet sadece beden mahremiyeti ile sınırlı olmayıp bilgi ve mesken mahremiyeti gibi yönleri de vardır. Aynı şekilde ukûk kelimesi ile ifade edilen ihmal ve istismarın da çeşitli boyutları olup fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik istismar bunun türleri arasında sayılabilmektedir. Yaşlı bakımı esnasında sayılan bu durumların yaşanması birtakım cezaları gerektirmekle birlikte Allah katında da bunu yapan kişilerin sorumlu olduğu söylenebilir. Bakma/dokunma ile alakalı olarak da bunun ihtiyacı giderecek kadar yani zaruret miktarınca olacağı ve sınırın aşılmamasına özen gösterilmesi gerektiği hatırlatılabilir. Nitekim bu durum Mecelle’de “Zaruretler kendi miktarınca takdir olunur.” (Mecelle 22. md) kaidesi ile ifade edilmiştir.
Konuya bütüncül yaklaşıldığında, çalışmanızda sistematik ve yaşlı bakımını tüm yönleriyle ortaya koymayı amaçlayan ve yaşlılara görev ve sorumlulukları dinî, ahlakî, sosyal, ekonomik ve tıbbî yönleriyle inceleyen farklı bir format ortaya konulmuş. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
İslam insana değer ve saygınlık atfetmiş, insanın hayatın her aşamasında bakım ve gözetimini emretmiştir. Bu bakım ve gözetim fiziksel bakım ile sınırlı olmayıp hayatın her yönünü içine almaktadır. Bu nedenle araştırmamızda tüm bu yönleri göz önüne alarak incelemeye çalıştık. İslam’da yaşlılara karşı birçok görev ve sorumluluğun olduğunu ancak yaşlılara da bakımlarını yerine getiren kimselere karşı birtakım vazifeler verildiğini gördük. Yaşlı bakımı ile yükümlü olan kimselere yaşlıların dinî mükellefiyetlerini yerine getirmeleri hususunda yardımcı olma sorumluluğu yüklenmiştir. Bu sorumluluğun dayanağı insanoğlunun başıboş yaratılmadığının ve herkesin birbirinden sorumlu olduğunun ifade edilmesinde kendini gösterir. Aynı zamanda kaynaklarda üzerinde durulan ana baba eksenindeki yaşlı hakları da bunu gerektirmektedir. “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın.” (Maide 5/2) âyeti ile Müslümanların birbirlerinin yardımcıları olduğunun ifade edildiği (et-Tevbe 9/71) ile “Hayra vesile olan hayrı yapan gibidir.” veya “Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz…” anlamındaki hadisler, zararın giderilmesi, maslahatın sağlanması ve makâsıdü’ş-şerîanın gözetilmesi şeklindeki daha pek çok fıkhî ilkeden bu husus anlaşılabilir. Bakımla yükümlü olan kimseler, yaşlının bakımındaki sıkıntıları çekmekle birlikte dinî mükellefiyetleri yerine getirme noktasında kendilerine de birtakım kolaylıklar sağlanır. Meşakkat teysiri celb eder gibi fıkhî kaideler buna işaret eder. İslam insanlara güçleri nispetinde çalışmalarını emretmiştir. Ancak yaşlılıktan dolayı çalışamayan ebeveyn ve akrabaların nafakasından da evlatları, diğer yakınları, toplum ve nihayetinde devlet sırasıyla sorumlu tutulmuştur. Canın korunması İslam hukukunun temel gayelerinden biri olup bir canı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibi olur. Bu nedenle bakıma ihtiyacı olan yaşlıların sağlıklarının önemsenmesi, tedavilerinin yapılması, yani sağlıklarının korunmasından da İslam, yaşlının yakınlarını sorumlu tutmuştur. İslam, yaşlı bakım ve gözetimini sadece Müslüman yaşlılarla sınırlı tutmamıştır. Yaşlılığı ve yaşlılık döneminde ortaya çıkan problemleri göz ardı etmemiş, yaşlı bakımının problemsiz olarak gerçekleştirilebilmesi için dinî ve ahlakî tedbirler yanında hukukî yaptırımlarla da probleme dönüşmemesini hedeflemiştir. Bakımla mükellef olanların sıralandığı halkaların tümü hukukî yaptırıma muhatap olmamakla birlikte dinî, vicdanî ve ahlakî yaptırımların etkisi hukukî yaptırımlara olan ihtiyacı azaltmaktadır. Yaşlı bakımının en sağlıklı bir şekilde gerçekleştirileceği yer aile ortamı olduğundan öncelikle ailenin güçlendirilmesi gerekmekte olup bununla alakalı tedbirlerin alınması önemlidir. Ailenin güçlendirilmesinin en önemli yolunun dini duyarlılığın artırılması olduğu da bir gerçek olup bu hakikat problemin çözümü noktasında göz önünde bulundurulmalıdır.
Yaşlı bakımının bir probleme dönüşmeden gerçekleştirilebilmesi ve bakımla yükümlü olanların üzerlerine düşen sorumlulukları daha iyi yapabilmeleri için neler önerirsiniz?
Yaşlılık dönemi, kendisine uzun ömür verilen her bireyin uğrayacağı hayatın son merhalesi olup bu sürecin en güzel şekilde geçirilebilmesi için bu döneme hazırlık yapılması önemlidir. Bu hazırlık için de bilgi sahibi olmak gerekmekte, yaşlılık döneminin özelliklerinin ve bu dönemi yaşayan yaşlılara karşı sorumlulukların erken yaşlardan itibaren öğretilmesi ve gençlerin bu merhaleye hazırlanması önem taşımaktadır. Böylece empati yeteneği gelişen kişilerin bu şekilde yaşlılarına da İslam’ın emir ve tavsiyeleri doğrultusunda davranmaları sağlanacaktır.
Yaşlı bakımının en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için yaşlı bireylerin ihtiyaç ve isteklerinin farkında olunması önemlidir. Bu nedenle yaşlıların bireysel, sosyal, psikolojik ve iktisadî durumlarının incelenmesi ve yaşlılara sağlanacak imkân ve politikaları belirlerken bu durumların göz önünde tutulması gerekir.
Yaşlı bakımında devlet üzerine düşen sorumluluğun bir gereği olarak yaşlı bakım evleri, huzurevleri gibi kurumları devreye sokmuş olmakla birlikte yaşlı bakımı için en elverişli ve İslam hukuku kaynaklarında da tavsiye edilen yol, yaşlının ailesi yanında ve bildiği çevrede kalmasıdır. Bu nedenle devletin yaşlı bakımı ile alakalı uygulamaları takdire şayan olmakla birlikte ailenin güçlendirilmesi, bakım kurumlarının denetlenmesi ve yaşlıların bakımı konusunda aile ve akrabaları destekleyici politikaların artırılması, ilgili mevzuatın gözden geçirilerek gerekli güncellemelerin yapılması özellikle dinî hassasiyet sahibi yaşlıların bakımı açısından önem arz etmektedir. Yaşlıların kendi çevrelerinde bakılmalarına ve ihtiyaç duyulan hizmetlerde dışarıdan devlet desteğinin sağlanmasına çalışılmalıdır. Konuya dair yapılacak düzenlemeler, yaşlıları çocuklarının ve toplumun merhamet ve vicdanına terk edici bir şekilde değil de çocukların ve yakınların günlük hayattan geri kalmayacak şekilde yaşamlarını rahatça devam ettirebilecekleri, maddî açıdan desteklenebilecekleri, hem yaşlıların hem de bakımı gerçekleştirenlerin huzurlu ve mutlu olacağı bir sistemle oluşturulmalıdır.