Bütün insanlığın ortak değerleri diyebileceğimiz bazı ahlâkî değerlerden söz edilebilirse de, esasen her inanç ve kültür kendi ahlâkını doğurur. İnsanların bozulmamış tertemiz fıtratları hep aynı güzellikleri fısıldasa da, bozulan fıtratların ve toplumların ahlâk adına ürettikleri bazı değer ve anlayışlar ile buluşunca, zamanla farklılaşırlar ve bozulurlar. Kapitalizmin kendine göre ahlâkı olduğu gibi, komünizmin de ve hatta ateizmin de bir ahlâkı vardır. Vardır ama kendilerine göre güzel ise de genel itibariyle Hakk’ın nazarında kötü bir ahlâktır. Biz bu yazıda İslâm ahlâkının imanla olan yakın ilişkisinden bahsedeceğiz.
Hakikatte bütün hak dinler, insanlığı fıtratının sesini duymaya ve onunla uyumlu olmaya davet edegelmişlerdir. Bu yönüyle bütün peygamberlerin ortak bir vazifesi de, insanı ahlâk bakımından Hakk’ın halifesi olabilecek liyakate yükseltmektir. Zihin dünyasını, kalp dünyasını ve hatta tüm varlıkla ilişkiler sistemini, Allah’a iman temelinde tuğla tuğla sıhhatli bir şekilde inşa etmektir. Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-huluk 8) beyanı, tam da bu gerçeğin ifadesidir. Öyleyse İslâm ahlâkının temeli, Allah’a imandır.
Mü’min insan, düşünce dünyasını bu imana göre tanzim ettiği gibi, duygu ve davranışlarını da bu temel etrafında şekillendirir. Bu sebeple de onun her şeyi imanıyla ilgilidir. Kur’ân-ı Kerim bu hakikati, imanı konu alan ayetler çerçevesinde çok açık bir şekilde ele alır. Meselâ cömertlik, affedicilik, merhamet, adalet, dürüstlük ve tevazu gibi daha nice güzellikler imanla buluşmuş kimselere nispet edilirken; cimrilik, zulüm, kibir, yalan, korkaklık, kabalık ve katı yüreklilik gibi kötü vasıflar da kâfirlere ve münafıklara izafe edilmiştir. İslâm ahlâkı, imanın, zihinde, gönülde ve hayatın her alanında ortaya çıkışı gibidir. Diğer bir ifadeyle gönle atılan iman tohumunun, dal budak salması ve meyveye durmasıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de iman gerçeğini belirten söz (Kelime-i tevhid), ağaca benzetilmiş ve şöyle buyurulmuştur: “Güzel söz (kelime-i tevhid), kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Ki o ağaç, Rabbinin izni ile her zaman yemişini verir. Allah, öğüt alsınlar diye insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrahim, 14/24)
İmanla ahlâk arasındaki sıkı irtibatı, Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle beyan ederler: “Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk yönüyle en iyi olanıdır.” (Tirmizî, Radâ’ 11)
“İman yetmiş (veya altmış) küsur özelliktir (şu’bedir). En yükseği, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ demek; en aşağısı ise, eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.” (Müslim, İman 58)
Bu hadis-i şerifler, imanın ahlâka yansıması gerektiğini çarpıcı bir üslupla ortaya koymaktadır. Buradan yola çıkılarak denilebilir ki, imanın gücünün ve derinliğinin göstergesi, kişinin sahip olduğu güzel ahlâk seviyesidir. İman, benliğin dönüşümünü ve tekâmülünü gerçekleştiren bir nûr-i ilâhîdir. Bu nûr, önce gönlü inkâr ve şirk karanlığından kurtarır. Orayı Rabbe bağlı inanç ve duygularla donatır ve nihâyet amel ve davranışları da Allah’ın razı olacağı faziletlerle boyar ve güzelleştirir. Bu boya, Kur’an ifadesiyle Allah’ın boyasıdır ve boyası Allah’tan daha güzel de kimse yoktur. (Bakara, 2/138) İslâm’ın en önemli hedeflerinden biri, câhiliyyeyi ortadan kaldırmaktır. Câhiliyye ise bir Kur’an kavramı olarak kabalık demektir. Arkadaşını “kara kadının oğlu” diyerek inciten bir sahabisine Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Demek ki sen de hâlâ câhiliyye varmış.” diyerek iman ve İslâm’ın nezâket inşa etmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Zira İslâm, diğer hedeflerinin yanı sıra kabalığın yerine nezâketi, nezaheti, edebi ve hülâsa güzel ahlâkı ikame etmek için gelmiştir. Bu yönüyle denilebilir ki İslâm, her bir emriyle, yeni bir edep inşa eder. Zira Kur’an ve sünnet, baştan sona edep taliminden ibarettir. Hatta ibadetlerimizin en önemli meyvelerinden biri, ahlâkımızı güzelleştirmesidir. Meselâ namaz bizi fuhşiyattan alıkorken, zekât, cimrilik illetinden kurtarır ve paylaşma erdemine eriştirir. Hac da tam bir nezâket ve tevazu talimidir. Oruç ise dil terbiyesi ve merhamet aşısıdır. Medeniyetimizin şahsiyet terbiyecileri diyebileceğimiz arifler ve mürşidler de, tasavvufî terbiyedeki nihâî hedefin, Resulullah’ın şahsında tecelli eden “Rabbânî ahlâk” olduğunu beyan etmişlerdir. “Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak” diye ifade ettikleri bu hâl gerçekleşmeden, herhangi bir manevî terakkiden bahsedilemeyeceğinin de altını çizmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in beyanından anlıyoruz ki, Allah’ın râzı olduğu ahlâk, Habibullâh olan Efendimizin ahlâkıdır. Zira O’nun hakkında: “Andolsun ki sen pek yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 68/4) tespiti, bizatihi Yüce Rabbimiz tarafından yapılmıştır. Öyleyse ölçü bellidir. Buna göre imanımızın derecesi, ahlâk bakımından Allah Resûlü’ne olan yakınlığımız nispetindedir. Böyle bir yakınlık, cennetteki derecemizi de gösteren önemli bir alâmet sayılır. Nitekim O şöyle buyurmuştur: “İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler, güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır…” (Tirmizî, Birr 71) Hülasa ahlâk meselesi, bir iman meselesidir. Herkesin ahlâkı imanına göredir ve imanı kadardır. Mü’minliğin kalite göstergesi de budur.