Son devirde Suriye’de yetişen evliyalardan olup babası Hoca Murad Efendi’dir. Suriye’nin Kamışlı kazasına bağlı Hızna veya Hazne köyünde doğduğu için Haznevi lakabıyla anılır. 1949 senesi Kamışlı kazası Telma’ruf köyünde vefat etti. Kabri oradadır.
Babasının İmam Hatiplik yaptığı Hazne köyünde dünyaya gelen Ahmed-el Haznevi tahsil çağma gelince zamanının alimlerinden ilim öğrendi. Diyarbakır’ın Silvan kazasına gidip, o civarda meşhur olan Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendiden zamanın usulüne göre okuyup tahsilini tamamladı ve icazet aldı.
Tasavvufa karşı alaka duydu. Nurşinli Şeyh Abdurrahman'ı Taği’nin halifesi Hizanlı Şeyh Abdulkadir Efendinin sohbetlerinde bulundu. Birinci Cihan Harbinden önce hocasının ölümüyle Abdurrahmanı Taği'nin oğlu, büyük veli Muhammed Diyauddin Nurşini hazretlerinin sohbetlerine devam edip talebe oldu. Bundan sonraki halini şöyle anlattı; Nurşin’e gittikten onbeş yirmi gün sonraydı. Hazretin (Muhammed Diyauddin) evindeydim. Malum yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı. Bir gün Muş taraflarından, o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazreti ziyaret etmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti. Hazret de daveti kabul edip icabet edeceğini bildirdi. Nasıl olsa ben de yemeğe gideceğim, güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevklendi. Hemen çarıklarım ıslansın da rahat giyeyim diye suya bıraktım. Nihayet Hazret yolculuk hazırlığını yaptı. Ben de diğer talebelerle birlikte hazırlandım. Hazret çıktı, yüzünü bana döndürüp "Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle gelsin, yalnız Molla Ahmed kalsın, o gelmeyecek" buyurdu. Ben gitmeyip kaldım. O zaman hocamın niçin öyle dediğini anladım ve nefsime dönüp dedim ki bütün suç şenindir. Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın, güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey nefsim! senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lazımdır. Bunu yaparsan Allah-u Teala’nın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun.
Onbeş sene müddetle bazen yaya bazen binekli Nurşin’e gidip gelerek Muhammed Diyauddin Nurşini Hazretlerinin sohbetlerinde bulunan Ahmedel Haznevi, bu ilim, irfan ve feyz kaynağından çok istifade etti. Tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu. Muhammed Diyauddin Hazretleri ona ilim öğretmek ve insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmak hususunda icazet ve hilafet verdi. Muhammed Diyauddin Hazretlerinin sohbetlerine devam ederken kendisine zahiri ilimleri öğreten Silvanlı Molla Hüseyin Efendiyle de irtibatını kesmedi. Molla Hüseyin Efendiye şu ifadelerin bulunduğu bir mektup yazarak duasını istedi;"... Bu mektup mübarek dergahın râkımı, köpeği olan Ahmed’den ilmiyle iftihar ve itimad edilen meşhur büyük hocamadır. Allah bizim ve bütün müslümanların menfaatleri için ömrünü uzatıp, onu sevdiği ve razı olduğu şeylerle muvaffak kılsın.
Ahmed yüce kişilerce öpülen ayakkabınızın tozunu öpmekle teberrük eder. Değerli vakitlerde inci gibi temiz kalbinizden çıkan duanızı diler, gece gündüz himmetinizi bekler. Yıldızlara benzeyen çocuklarınızın gözlerinden öper. Allah onları, din ve halk için faydalı şeylere muvaffak eyleyip güzel insan olarak yetiştirsin. Kendisine dua etmelerini rica eder, durumlarınızı sorar, Allah şimdilik ve gelecek zamanda durumunuzu afet ve musibetlerden uzaklaştırsın..."
Hocası Muhammed Diyauddin Hazretlerinin vefatından sonra doğum yeri olan Hazne köyünde ve Telma’ruf köyünde ilim okutup talebe yetiştirdi. İnsanları Allah-u Teala’nın rızasına kavuşturan saadet ve kurtuluş yoluna sevk etmeye çalıştı. Yakından uzaktan gelerek sohbetleriyle şereflenen insanlar ondan istifade ettiler. Birçok din alimi, tasavvuf erbabı yetiştirdi. Onun yetiştirdiği zatların en başında, kabri Adıyaman ilinin Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde bulunan Seyyid Abdülhakim Hüseyni gelmektedir.
Ahmedel Haznevi Hazretleri bereketli sohbetleriyle insanların dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için çıktığı ve şöhreti etrafa yayıldığı sırada birçok kimseler hocalarını bırakıp Ahmed el Haznevi'nin etrafına toplanmaya başladılar. O sıralarda Suriye’de kendinin şeyh olduğunu iddia eden pek çok kimse arasında bir de "Yeşil Şeyh" diye anılan biri vardı. Elbisesi, cübbesi, sarığı, entarisi hülasa baştan aşağı bütün giydikleri yeşil renkten olduğu için herkes ona yeşil şeyh derdi. İşte bu Yeşil Şeyhin de talebeleri kendisini terk edip, Ahmedel Haznevi'nin kapısına gittiler. Onun yanında hiç kimse kalmadı. O da kalkıp o civarda ne kadar ağalar ve ileri gelenler varsa hepsini topladı. Ahmedel Haznevi'ye de haber gönderip toplantıya çağırdı. Topladığı kişilere güvenip bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
Ahmed-el Haznevi daveti kabul edip gitmeye karar verdi. Talebeleri ona "Müsade ederseniz biz de otuz kırk kişi sizinle birlikte gelelim" dediklerinde, "Ne diye geleceksiniz? Biz aşiret davasına mı gidiyoruz?" buyurdu ve onların isteklerini kabul etmedi. Devam ederek "Madem davet etmiş, icabet edelim, ne sözü varsa söylesin, yalnız iki kişi bana refakat etse kafidir" buyurdu. Yanma iki talebesini alarak yola çıktı. Yeşil Şeyh’in köyüne vardı, kapısını çaldı. Kapı açıldığında o civarın ağaları ve halkın ileri gelenlerinden kırk elli kadar kişinin orada olduğunu gördü. İçeri girerek selam verdi. Yeşil Şeyh hiç iltifat etmedi. Fakat Ahmed-el Haznevi hazretleri Yeşil Şeyh’in bu davranışına aldırış etmeden yanına gidip müsafaha yaptıktan sonra oturdu. Ahmed-el Haznevi oturur oturmaz Yeşil Şeyh konuşmaya başladı; "Yetmez mi bize yaptığın hakaret ve zulüm, bütün talebelerimizi elimizden aldın. Etrafımızda hiç talebe bırakmadın. Nedir bu senin yaptığın? Ne kadar benim babamdan, dedemden kalan talebem varsa hepsini etrafına topladın. Olur mu böyle şey?" diyerek uzun uzun konuştu.
Yeşil Şeyh’in hakaret dolu bu sözlerini sabır ve tahammülle dinleyen Ahmed-el Haznevi, susarak dinlemeye devam etti. Ahmed-el Haznevi'nin bu derece sabırla susmasına dayanamayan Yeşil Şeyh "Sen niye konuşmuyorsun" deyince, Ahmed-el Haznevi "Benim ki sadece iki kelimedir, dinle! Eğer işim ve niyetim Allah içinse ;vallahi değil sen, senin gibi yüz kişi daha olsa bunu bozamaz, yok eğer işim Allah için değilse, sabret altı aya kalmaz darmadağın olur giderim." buyurdu. Yeşil Şeyh "Doğru söyledin. Hakikaten öyle, eğer Allah içinse yüz tane benim gibisi gelse sana hiçbir zarar gelmez. Çünkü Allah için çalışana kimse dokunamaz. Yok eğer Allah için değilse, talebelerimiz haliyle geri gelirler" diyerek hakkı teslim etti ve Ahmed-el Haznevi Hazretlerinin büyüklüğünü kabul etti.
Şeyh Ahmed-el Haznevi hazretleri insanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturan Nakşibendiyye yolunun faziletiyle ilgili olarak buyurdu ki; "Hâce Behaeddin Nakşibend hazretleri; Hakikaten yolumuz, Allah’a giden yolların en yakını ve en kısasıdır. Allah-u Teala’dan kat’i olarak kulu kendisine ulaştırıcı bir yol diledim. Dileğimi yerine getirip duamı kabul etti buyurdu. Bu tarikata ilk girişte bir tad ve zevk olup, sonunda aşk harareti ve sekr, kendinden geçme hali vardır. İşte bunun içindir ki, arif kimse kendini hiçe sayıp frenk kafirlerinin bile kendinden daha iyi olduklarını düşünür".
Şeyh Ahmed-el Haznevi hazretleri uzaktan yakından sohbetlerine gelen kimselere İslam dininin emir ve yasaklarını anlatarak kurtuluşlarına vesile olduğu gibi sevenlerine ve talebelerine de mektuplar yazarak onlara yol gösterdi. Deyrezzorlu Molla Ahmed, Muhammed ve Hacı Hayreddin’e yazdığı mektupta buyurdu ki;
"... Arka arkaya gelen kıymetli mektuplarınız bize ulaştı. İçindekilerini anlayınca çok sevindik. Çünkü onlar, sizin bu yüce Nakşibendiyye yoluna olan şiddetli muhabbetinizin, samimi azim ve arzunuzun çokluğunun habercisidirler. Bu muhabbet ve arzu çok büyük nimetlerdir. Nasıl büyük olmasınlar ki bu yolun büyükleri, müridin, talebenin Allah-u Teala’dan manevi feyz istemesini kendisine verilen manevi nimetlerin yarısı, arzusunu da Allah’a kavuşmanın yarısı saymışlardır. Zira istek ve talep ile Allah-u Teala’ya kavuşmak Aziz ve Yüce olan Allah'tandır. Kerem sahibi olan Allah-u Teala kulun kalbine isteme ve arzuyu attığında, bu o kula manevi mertebe vermesine ve kendine kavuşmasını irade ettiğine delalet eder.
İşte kardeşlerim! Bu beyandan anlaşıldı ki sizde hasıl olan talep sizin için büyük bir nimet olup şükretmeniz gerekiyor. Ta ki içinizdeki talep kuvveden fiile çıksın. "Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım..." (İbrahim Suresi:7) mealindeki ayeti kerimesi de buna kesin bir delildir. Bununla beraber şunu da ilave edelim ki bu zamanda İslamiyet garip oldu. Bu zamanda az bir dindarlık diğer zamanlardakinden çok hayırlıdır.
Yine size şu tavsiye olunur ki: Bu parlak şeriata (İslamiyete) ve mübarek sünnete tabi olmanız lazımdır. Zira tarikat şeriatın çekirdeğidir. Hatta bu tarikatın imamı yani Şahı Nakşibendi hazretleri buyurdular ki "Şeriata aykırı olan herhangi bir tarikat zındıklıktır". Bu yolun büyükleri buyurdular ki "Bu tarikat üç esas üzeredir; Muhabbet, ihlas ve kendine dinini öğreten manevi hocasına, mürşidine tabi olmaktır". Bu yolun büyükleri bunları şöyle açıklamışlardır; Muhabbetin en aşağı derecesi, Allah-u Teala’yı seven kişinin, kendini nefsani arzu ve dileklerinden tamamıyla sıyırıp, sevgilisi olan Allah-u Teala’nın irade buyurduğu şeylere teslim olmasıdır. İhlasın en aşağı derecesi de mürit yani talebenin, dünya yüksek evliyalarla dolu olsa bile yine hidayetin ancak mürşidinin kapısının eşiğinde olduğunu kesinlikle bilmesi ve buna kalben karar vermesidir. Teslimiyetin en aşağı derecesi de müridin kendisini mürşidinin huzurunda, ölünün yıkayıcının elinde istediği gibi çevrildiği şekilde olduğunu bilmesidir."
Kısaca talebe kendi nefsinin irade ve arzusundan sıyrılıp hocasının iradesine bağlanmalıdır. Öyle ise şeriat ve tarikattaki bid’atlarden sakın. Sakın. Sakın. Çünkü sermayemiz bu yolun büyüklerine uymaktan başka bir şey değildir...
Size, evladınıza, ev halkınıza, yanınızda bulunan dostların cümlesine selam ederiz. Çocuklarımız, tabilerimiz hepsi size selam edip duanızı diler, size dua ederler. Selam, sizin ve Mustafa’nın (sav) şeriatına tabi olanların üzerine olsun..."
İlim meclislerinde ve sohbetlerinde pek çok alim ve evliya yetiştiren Ahmed-el Haznevi’nin bir çok kerametleri de görülmüştür.
Ahmed-el Haznevi"nin talebelerine ve sevdiklerine yazdığı nasihat veren mektupları oğlu Şeyh İzzeddin tarafından toplanmıştır. Hocası Muhammed Diyauddin Hazretlerinin mektuplarıyla birlikte Mektubat adıyla 1982’de İstanbul’da bastırılmıştır.