Trump’ın 6 Aralık 2017’de Kudüs’ü başkent ilan etmeye çalışmasıyla Kudüs dünya gündeminin birinci sırasına yerleşti. Dünyanın da kabul etmesi için aba altından sopa gösterip, tehditler yağdırmayı da ihmal etmedi. Bir oldubittiye getirip dünyaya kabul ettirmeye çalıştı.
Trump’ın bu hukuksuz ve yersiz çıkışına, Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” diyerek ilk tepkiyi verdi. Sayın Erdoğan, yürüttüğü yoğun diplomasi trafiğiyle İslam İşbirliği Teşkilatı’nı İstanbul’da topladı. İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına 48 İslam ülkesi katıldı. İslam İşbirliği Teşkilatı, ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan tek taraflı kararını reddetti ve kınadı. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın İslam İşbirliği Teşkilatını toplaması ve bu ülkelerin Türkiye’den aldıkları güvenle ABD ve İsrail’in karşısında güçlü bir birlik sergilemeleri de çok önemli bir gelişme oldu. Nitekim Filistin davasındaki haklılığımızı tüm dünyaya ilan etti. Öyle ki, 15 üyeli Güvenlik Kurulu’nda 14 ülkeyi tek başına veto edebilen ABD, BM Genel Kurul oylamasında 128’e karşı yanında sadece 7 zayıf ülkeyi bulabildi. Tüm dünya ülkeleri “Güçlü olan haklı değil, haklı olan güçlüdür.” mesajını verdi.
Çıkan bu sonuçla beraber dünya kamuoyu nezdinde ABD’nin süper güç imajı sarsıldı. Bu tablo bize gösterdi ki: Hak olan davamızı savunurken Allah’tan başka hiçbir güçten korkmamamız gerekir… Maalesef ki bu korkular ahir zamana ait iman zayıflığından dolayı bizlerden neşet eden, kötü bir hastalıktır. Korkusuz olmak, aklı ve tedbiri bir kenara koyup her şeye savaş açmak da değildir elbette… İslam’ın korkmayın dediği yerde başka korkuları bir kenara bırakıp yalnız Allah’tan korkmaktır korkusuzluk…
Dünya kamuoyuna, birlik olduğumuzda ne kadar güçlü olduğumuzu gösteren tüm bu hayırlı sonuçlar, Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın ve AK Partili bürokratlarımızın yürekten samimi çalışmasıyla gerçekleşti.
Şerden hayır çıkaran Rabbimiz, bu şerli Kudüs işgalini inşallah Müslümanların birlik ve beraberliğine vesile edecektir ki bu konuda İslam ülkeleri arasında çok müspet gelişmelere şahit oluyoruz...
Fakat derdimiz bitmedi henüz, zira Kudüs’te işgal devam ediyor. Filistinli gençler, çocuklar, yaşlılar ve kadınlar kendi topraklarında hâlâ mülteci gibiler…
Peki, bunun için bundan sonra yapabileceğimiz en hayırlı iş ne olur derseniz, “İslam üzerinde oynanan tüm oyunları bozabilmek için bize en çok lazım olan ‘İslam Birliğini’ sağlamaktır.” derim…
Yani açıkçası milletçe ve hatta tüm İslam âlemi olarak ayrılıkçı fikirleri bir yana bırakarak bu birliği mutlaka başarmalıyız, başka yolumuz yok… Bu birlik ve beraberlik sadece Kudüs’e değil, her şeye ilaç olacaktır. Müslümanların selameti, ümmetin kurtuluşu, Allah’ın rızası hep bu birlik ve beraberliktedir. Öyle ihtiyacımız var ki, bugün bunu konuşmak akla emniyet, kalbe huzur veriyor. Çünkü Müslümanların birlik ve beraberliği, sadece Müslümanları değil, tüm mazlumları koruyacak, İslam’ı layıkıyla temsil edecek, yeryüzünde adaleti ve merhameti taçlandıracak sırlı bir iksir gibi görünüyor. Gerçekleştirilmesi Rahmanî, engellenmesi şeytanî olan eylem, kesinlikle bu birlik ve beraberlik…
Peygamberler diyarı Kudüs ve Mescid-i Aksâ’nın Müslümanların tek yürek olmasını sağlayan manevi değerlerimizden bahsedelim…
İslam’da Mesci̇d-i Aksâ ve Kudüs’ün Önemi
Kudüs, bütün semavî dinlerin kutsal saydığı bir şehirdir. Bu nedenle İslam’da da Kudüs’ün özel bir yeri ve kutsiyeti vardır. Bunun belki en önemli sebebi çok sayıda ulu’l-azm peygamberin bu şehirde veya bu bölgede yaşamış olması ve insanları hak yola çağırmasıdır diyebiliriz.
İşte bu kutsiyet gerek Kur’ân’ı Kerîm’de gerekse hadis-i şeriflerde çok açık bir şekilde vurgulanır. Mesela şu ayetlere bakalım:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ, 17/1)
Bu ayette gayet açık olarak “çevresini mübarek kıldığımız yer” diyerek Kudüs’e ve diğer Filistin topraklarına bizzat ismini zikrederek Mescid-i Aksâ’nın kıymetine işaret ediliyor. Kur’ân’ın gayet açık olan beyanıyla Filistin topraklarının mübarek topraklar olduğunu anlıyoruz…
Hani Musa, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti.” Ey kavmim! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz. (Mâide, 5/20-21)
Bu ayette “size yazdığı kutsal toprağa girin” ifadesi de yine kutsal topraklar diye Kudüs ve çevresine işaret ediyor yani Filistin topraklarına…
“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol, dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.” (Enbiya, 21/69-71)
“İçinde âlemler için bereketler kıldığımız yere” denirken yine Filistin toprakları kastediliyor. Tarihi kaynaklara göre Hz. İbrahim ateşten kurtarıldıktan sonra Filistin topraklarına hicret eder ve orada el-Halil diye bilinen beldede bir süre ikamet eder. Yine o dönemde Lût Aleyhisselam da buraya bir günlük mesafede bulunan Mu’tefike’ye yerleşmişti.
“Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbin’in İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.” (A’râf, 7/137)
Mısır’da Firavunun zulmünden kaçan İsrailoğulları, Filistin diyarına göç ettiler ve orada belli bir süre yaşadılar ve hakimiyet kurdular. Dolayısıyla yine bu ayette de “toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yer” diye kastedilen belde Filistin diyarıdır. Filistin diyarının kalbi ise tabir yerinde ise Kudüs’te atmaktadır.
Mescid-i Aksâ bilindiği üzere Müslümanların ilk kıblesidir ve Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen harem mescidlerinin üçüncüsüdür. Yani Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de Mescid-i Aksâ’dan adıyla söz eder ve bu mescidin etrafını mübarek kıldığını bildirir.
Mescid-i Aksâ’dan isim vermeden bahseden ayetler de var:
“Bunun üzerine Zekeriyya, mâbetten kavminin karşısına çıkarak onlara: «Sabah akşam tesbihte bulunun» diye işaret verdi.” (Meryem, 19/11)
“Rabbi Meryem’e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da: ‘Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir.’ derdi.” (Âl-i İmrân, 3/37)
“Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” (Âl-i İmrân, 3/39)
Tüm bu ayetler, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın döneminde orada bir mabedin varlığından söz ediyor. Bu ayetten o dönemde Mescid-i Aksâ’nın eski şeklinin mevcut olduğunu anlıyoruz… İşte bu, Beytü’l-Makdis denilen mabettir.
Mescid-i Aksâ’nın fazilet ve ehemmiyeti hakkında ayetlerin yanında ayrıca birçok hadis-i şerif de bulunmaktadır:
“Yolculuk ancak şu üç mescitten birine olur: Benim şu mescidime, Mescid-i Harâm’a ve Mescid-i Aksâ’ya.” (Müslim)
Burada Mescid-i Aksâ’ya yapılacak bir yolculuğun sıradan bir yolculuk değil ibadet kastıyla yapılması gereken bir yolculuk olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis-i şerif Mekke, Medine gibi Kudüs ve Mescid-i Aksâ’ya da manevi bir anlam yüklemektedir… Nitekim bu hadis-i şerif nedeniyledir ki Mescid-i Aksâ harem mescitlerin üçüncüsü sayılmıştır.
“Süleyman Aleyhisselam Mescid-i Aksâ’yı yaptığında Rabbi’nden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid’de -yani Mescid-i Aksâ’da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günahlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah’ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz.” (Ahmed b. Hanbel)
Resulullah’ın (s.a.v.) cariyesi Meymune (r. anhâ): “Ey Resulullah! Bize Mescid-i Aksâ hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir.” dedi. Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu: “Oraya (Mescid-i Aksâ’ya) gidin ve içinde namaz kılın.” Hadisin ravisi dedi ki: “O zaman burası Dâru’l-Harb’di (yani Müslüman olmayanların hâkimiyeti altındaydı).” Resulullah (s.a.v.) sözlerine daha sonra şöyle devam etti: “Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” (Ebu Davud)
Bu hadisin yorumunda âlimler, zeytinyağı göndermek bir remiz bir simgedir… Yapılması istenen, Kudüs’e ve Mescid-i Aksâ’ya önem verilmesi, oranın Hz. İbrahim’in Hanif dinine bağlı gerçek müminlerin eline geçmesi için çalışılması ve yine o kutsal mekânların korunması amacıyla yapılan faaliyetlere yardımcı ve destek olunmasıdır derler.
Yeryüzünün en faziletli mekânları Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ’dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevap olduğu da hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
“Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescid-i Aksâ’da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescid-i Harâm’da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir.” (İbnu Mâce, İkâmetü’s-Salâti ve’s-Sünne fihâ, 5/198)
Mescid-i Aksâ aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesidir ve bu özelliğinden dolayı da İslam’da ayrı bir öneme sahiptir. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiklerine göre Bera b. Azib (r.a.) şöyle söylemiştir: “Resulullah (s.a.v.) Beytü’l-Makdis (Mescid-i Aksâ) tarafına on altı ya da on yedi ay namaz kıldı. Resulullah (s.a.v.) Kâbe tarafına namaz kılmayı arzuluyordu. Yüce Allah da şu ayet-i kerimeyi indirdi:
“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara, 2/144)
Mescidi Aksâ’nın ismi hakkında, büyük tefsir âlimleri şu açıklamayı yaparlar: “Aksâ ‘en uzak’ anlamındadır. Mescid-i Aksâ da Mekke’ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmıştır.”
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ, 17/1)
Bu ayetin Mescid-i Aksâ’ya yüklediği özel bir anlam daha vardır. Mescid-i Aksâ aynı zamanda Yüce Allah’ın yeryüzündeki ilahî ayetlerinden bir ayettir. Zira Resulullah (s.a.v.), Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya “kendisine birtakım ayetler gösterilmek için” getiriliyor. Resulullah (s.a.v.) Mescid-i Harâm’dan Miraç’a yükseltilmiyor, bu mümkünken böyle bir yol izlenmiyor. Demek ki burası Müslümanların sahip çıkması gereken kutsal bir mekandır. Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) özellikle burada Miraç’a yükseltilmesinin başka ne anlamı olabilir?
Filistin diyarının mübarek kılındığına dair de ayrıca hadisler bulunmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyrulur: “Allah, Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin’i mukaddes kılmıştır.” (Müslim, İman, 282)
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kıymeti, Kur’ân ve hadislerde çok açık olan kutsal Kudüs şehri ve içindeki Mescid-i Aksâ, tarih boyunca Müslümanların gündeminden hiç düşmemiştir. Yani açıkçası birileri bundan hoşlanmasa da Müslümanlar her zaman buraya sahip çıkılması gerektiği bilinciyle hareket etmiş ve bu mukaddes beldeyi asla ehl-i küfre bırakmamışlardır… Nitekim, İslam fetihlerinin ilk günlerinde de Filistin ve özellikle Beytü’l-Makdis (Kudüs), fethedilmesi gereken yerler olarak görülmüş ve 638 yılında Hz. Ömer tarafından Bizanslıların elinden alınarak İslam devletinin topraklarına dâhil edilmiştir.
Haçlılar ve Yahudiler tarafından tarihte zaman zaman işgal edilen Kudüs şehri 638 yılından 1099 yılına kadar hep İslam beldesi olarak kalmıştır. 1099 yılına gelindiğinde Haçlı ordularınca yine işgal edilmiş ve 88 yıl işgal altında kaldıktan sonra, büyük kumandan Selahaddin Eyyubi tarafından 1187 yılında tekrar fethedilmiştir.
Bu Kutsal Topraklar Şimdi Yine İşgal Altında
Hem de bu işgal, dünyada bir buçuk milyar civarındaki Müslüman nüfusa rağmen ve onların gözlerinin önünde sürüp devam ediyor. Oysa bu mekânların yukarıda anlatmaya çalıştığımız kutsallığı, her Müslüman’a bu işgali kaldırmak için ciddi sorumluluk yüklüyor. Yani daha açık söyleyecek olursak, bu işgale karşı direniş, sadece Filistinli Müslümanları değil, aksine Kudüs işgal altında kaldığı müddetçe bütün Müslümanları ilgilendiriyor. Nedenini tekrar kısaca özetlersek:
Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerinin üçüncüsü olan Mescid-i Aksâ, buradadır. Efendimiz’in (s.a.v.) İsrâ ve Miraç olayları bu topraklarda gerçekleşmiştir.
Birçok ulu’l-azm peygamber bu diyarda yaşamış, kutlu tevhid mücadelelerini bu topraklarda vermişlerdir.
Hz. Kur’ân ve hadis-i şeriflerde açıkça bu topraklar övülmüştür.
Raşid Halifelerden olan Hz. Ömer’in ve yine Büyük İslam Kumandanı Selahaddin Eyyubi’nin, Büyük Sultan Abdulhamid Han’ın ve yine bu uğurda mücadele vermiş ve şehid olmuş nice isimsiz kahramanın, biz müminlere bu topaklar bir emanetidir.
Evet, neticede görülüyor ki Mescid-i Aksâ’nın ya da Kudüs’ün işgalden kurtarılması Filistinli Müslümanlar kadar bize de sorumluluk yüklüyor… Bu gerçekten kaçmak mümkün değil… Kur’ân ve hadisler; bir İslam beldesi işgal edilirse o beldedeki işgali kaldırmak için gereği neyse yapmak ve bu uğurda çabalamak her Müslüman’ın üzerine farzdır buyuruyor. O zaman bu hadis-i şeriflere ve yine bu minvalde olan ayetlere göre, tıpkı namaz, oruç, zekât ibadetleri gibi Mescid-i Aksâ’nın ya da Kudüs’ün işgalden kurtarılması her Müslüman’ın boynunun borcudur… Yani bu konuda sadece Filistinli Müslümanların değil yeryüzündeki her Müslüman’ın elinden geleni yapması, mücadele etmesi gerekir.
Büyük İslam Kumandanı Selahaddin Eyyubi, Kudüs Haçlı işgalinde iken içinde bulunduğu üzüntüyü dostlarına şöyle ifade edermiş: “Kudüs ve Mescid-i Aksâ, Haçlıların işgali altında bulunduğu müddetçe ben nasıl olur da gülebilirim, nasıl olur da sevinebilirim ve istediğim gibi nasıl olur da yemek yiyebilirim? Hele hele, gözüme uyku nasıl girebilir?”
Evet, Kudüs inşallah bu son işgalden de kurtulmak için hem böyle şuurlu bir komutanı hem şuurlu bir ümmeti hasretle bekliyor.
Allah’a (C.C.) emanet olunuz…