Kudüs şehri, üç ilâhî dinde de önemli bir yere sahip ve kutsal sayılan bir şehirdir. Bu şehirde bulunan Mescid-i Aksâ, Müslümanların ilk kıblesi, en kutsal sayılan üç mescidden biridir. Buranın ve çevresinin mübârek kılındığına dair Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ, 17/1). Yine Kur’ân’da “güzel bir yurt” (Yunus, 10/93) ve “mukaddes toprak” diye tarif edilen yerler de ayette bahsedilen Mescid-i Aksâ’nın içinde bulunduğu öncelikle Kudüs’tür.
Allah Resûlü’nün, Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya gece götürülmesi şeklinde gerçekleştirilen İsrâ (İsrâ, 17/1) ve ardından Mi‘raç mucizelerinde Mescid-i Aksâ’ya gitmiş olması Müslümanlar için bu şehrin önemini arttırmıştır. Mi’raç’ta beş vakit namazın farz kılınmasından sonra iki veya üç yıl, Medine’de de on altı veya on yedi ay Müslümanlar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılmışlardır.
Kudüs, Hz. İbrahim’den itibaren pek çok peygamberin yaşadığı, mukaddes olarak da tanımlanan bir bölgede bulunması, Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Beytü’l-Makdis’i barındırması, İsrâiloğulları’nın ve onlara gönderilen peygamberlerin mücadelelerine mekân olması açısından semavî dinler geleneğinde önemli bir yere sahip olmuştur (Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Fedâilu’l-Kuds, thk. Cebrâil Süleyman Cebbûr, 2. Basım, Beyrut, 1400/1980, s. 67-147).
Mahzûn Mescid-i Aksâ
Mescid-i Aksâ, Müslümanlar için sembol yerlerdendir. Burasını elinde tutan dünyanın sacayaklarından birisini elinde tutmuş olur. Burası yeryüzünde Allah için kurulan ikinci (Buhârî, Enbiyâ, 40; Müslim, Mesâcid, 1, 2) ve insanların ziyaret için yolculuk yapabilecekleri mescidlerden biridir: “(İbadet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksâ.” (Buhârî, Mescidü Mekke, 1, 6, Savm, 67, Sayd, 26; Müslim, Hac, 415, 511, 512). Ayrıca Allah Resûlü, Müslümanların Mescid-i Aksâ’yı ziyaret etmeleri için teşvik etmiştir. “Mescid-i Aksâ’ya gidin ve orada namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” (Ebû Dâvûd, Salât, 14).
Mescid-i Aksâ’yı barındıran bu mübârek şehir Kudüs, Müslümanların eline Allah Resûlü’nün vefatından kısa bir zaman sonra (7/638) Hz. Ömer (r.a.) döneminde; Osmanlı Devleti’ne ise Yavuz Sultan Selim döneminde Mercidâbık’ta Memlüklerle yapılan savaşla (922/1516) geçmiştir. Dolayısıyla bu şehir miladi 638 yılından 1917 yılına kadar Müslümanların elinde kaldı. 1917 yılından itibaren dünyanın vurdumduymazlığı nedeniyle durum içinden çıkılmaz hale geldi. Aslında bunu çıkılmaz hale getiren, Müslüman ülkelerin birçoğunun ekonomik bağımsızlığını elde edememeleri ve bir türlü birlik beraberliğini sağlayamamalarıdır. Hakikatte kafirler güçlü değildirler. Onların gücü bizim bir araya gelemememizden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar kendi güçlerinin kıymetini bilip kafirlere karşı dik duruş sergileyip kardeşlik bilinciyle hareket edebilseler bu dâhi yeter.
Bizler Rabbimiz’in istediği şekilde Müslümanlar olursak yirmi Müslüman iki yüz kafire; yüz Müslüman da bin kafire bedeldir: “… Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler.” (Enfâl, 8/65).
Rabbimiz biz Müslümanlardaki zafiyeti ve sabırsızlığı görünce yani belki karşısında istediği Müslüman olmayınca bu sefer yüz Müslüman’ın iki yüz kafire galip geleceğini bildirmektedir: “Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 8/66).
Müslümanlardaki zaaf daha fazla olunca iki milyara yaklaşan nüfuslarıyla beş on milyon kâfirle baş edemez hale geldiler. Müslümanların güçsüzlüğünü gören dünya âdetâ leş kargaları gibi üzerlerine üşüştü.
Tarihi tecrübelerimiz göstermiştir ki küfür tek millettir. Onların dinine girmediğimiz sürece onlar bizden razı olmazlar ve bizi düşman olarak görmeye devam ederler. Gerçek anlamda sadece Müslümanlar dostumuzdur. “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara, 2/120). Dünya, bugün Müslümanların yok olması için birlik olmuş durumdadır. Çünkü bilirler ki, Müslümanlar, tuzakların farkına vardıklarında oyunları bozulacak ve masada ben de varım diyecektir. Müslümanların masada olması istenmemektedir. Çünkü Müslümanlar akıllarını başlarına toplarlarsa şu anda onların işgal ettikleri/etmek istedikleri Kudüs ve Mescid-i Aksâ gibi yerlerle ilgili haklarını da alacaklarını bilirler.
Allah, kafirlerin kalbine korku salmıştır (Âl-i İmrân, 3/151). Onlar ancak, güçlü silahlarla, çelik yeleklerle, muhkem kalelerin arkasına saklanarak elinde sapandan başka silahı olmayan on dört on beş yaşında çocuklara karşı koyabilirler. “Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” (Haşr, 59/14).
Sonuç olarak, “Kudüs İslam’ındır” ve bu mübârek şehri bir oldu bitti ile kaybetmek istemiyorsak kardeşliğimizi daha fazla güçlendirerek, sesimizi en gür bir şekilde yükselterek haykırmalıyız.
Selam ve dua ile…