Kur’ân’da Kudüs’ten bahsediliyor mu?
Kudüs, kitap ehline kutsal olduğu gibi Müslümanlara da kutsaldır. Şehrin ismi Kur’ân’da direkt geçmese de İsra mucizesinin anlatıldığı ayetlerde geçen “el-Mescidü’l-Aksa”nın Kudüs’teki Süleyman Mabedi, dolayısıyla Kudüs olduğu kabul edilir. Nitekim Kudüs, içinde barındırdığı mabedin kutsiyetine binaen “Mescid-i Aksa” olarak bilinir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Mescid-i Aksa’nın çevresinin mübarek kılındığı İsra suresinin birinci ayetinde belirtilir: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ, 17/1)
Çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksa ve şehir, Arz-ı Mev’ûd’un içindedir.
Kudüs’ü ilk defa Hazreti Davut fethetmiştir. Beytü’l-Makdis’i Hazreti Süleyman inşa etmiştir. Hz. Davut ve Hz. Süleyman kendilerine hükümdarlık verilen peygamberlerdendir.
Efendimiz bir gece vakti Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, buradan semalara çıkmış, döndüğünde enbiya-ı kirama imamlık yapmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Kudüs ismi şehir manasında değil ama Kudüs bölgesi “Arz-ı Mukaddes” ve “Mescid-i Aksa” olarak geçmektedir. Hatta bir dönem Müslümanlar şehre sırf bundan ötürü “Mescid-i Aksa” demişlerdir.
Kudüs’ün kutsallığı hadislerde de vurgulanmıştır.
“Yolculuk ancak şu üç mescitten birisine ibadet için olur. Benim şu mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya”. (Müslim, Buhari, Ebu Davut, Tirmizi)
“Mescid-i Aksa’da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim mescidimde kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Mescid-i Haram’da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir.” (İbn Mace, Ahmet b. Hanbel)
Kudüs aslında Müslümanlarındır. Çünkü Kur’ânî tabirle “Arz-ı Mukaddes”e, yani bu toprakların ilelebet mülk olarak verilme vaadi ilk önce Hazreti İbrahim’e yapıldı. Hazreti İbrahim’e Mezopotamya’da Kaldelilerin Ur şehrindeyken, Allah “Sana ve zürriyetine vaat edilen topraklara git.” diye emretti. Vaat ilk önce Hazreti İbrahim’e yapıldı. Hazreti İbrahim’in mirasına sahip olma iddiasında, İslam’ın geldiği dönemde üç grup insan vardı. Bir, Mekke müşrikleri. “Biz İsmail’in soyundan geliyoruz, mirasçı biziz.” diyorlardı. İki, Yahudiler. “Biz ondanız, o bizden. Biz hem soy olarak İshak kanalıyla hem iman olarak İbrahim’in varisiyiz.” diyorlardı. Üç, Hıristiyanlar. “Biz soy olarak olmasa da iman olarak onun varisiyiz.” diyorlardı. Hâlbuki Kur’ân’ı Kerîm, “İbrahim, Yahudi de Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir Müslim’di; ortak koşanlardan değildi.” (Âl-i İmrân, 3/67) buyurmak suretiyle gerçek varisin kim olduğunu zaten bildiriyor. “Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.” (Âl-i İmrân, 3/68)
Ayette geçen “hâzâ’n-nebiy” Peygamber Efendimiz’dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) İbrahimî mirasın sahibidir. İbrahimî imanı temsil eden insanlar, Kur’ân’ın şahadeti ve tanıklığıyla Müslümanlardır.
Kudüs’ün Müslümanlar açısından mukaddes belde olmasının en önemli sebeblerinden biri de Miraç hadisesidir. Kudüs ve Mescid-i Aksa ile olan manevi bağlarımızı daha iyi anlamak için Miraç hadisesini anlatır mısınız?
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gidişine “İsra”; Mescid-i Aksa’dan göğe yükselişine “Miraç” denir. “İsra” kelimesi “gece yürüyüşü” anlamına gelir, aynı zamanda Kur’ân’da on yedinci surenin ismidir. “Miraç” kelimesi ise “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” demektir. İslamî bir terim olarak “Miraç” Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) göğe yükselişini ve Allah’ın huzuruna çıkışını ifade eder. “İsra” ve “Miraç” aynı gece ard arda gerçekleşen iki mucizedir. Allahü Teâlâ, kudretinin işaretlerini göstermek için Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya bir gece seyehati yaptırmış, sonrasında Cebrail Aleyhisselam eşliğinde göğe yükseltmiştir.
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gece gidişi ifade eden İsra mucizesi İsra suresinin ayetinde anlatılmaktadır: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ, 17/1)
Buhari ve Müslim’de yer alan hadis-i şeriflerde “Miraç” ve “İsra” mucizeleri şöyle anlatılır: Bir gece Resulullah, Kâbe’de Hicr veya Hatim denilen yerde iken Cebrail Aleyhisselam gelir, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) göğsünü açıp zemzemle yıkar, sonra içine iman ve hikmet doldurup kapatır. Burak adlı bineğe bindirip Beytü’l-Makdis’e götürür.
Resul-i Ekrem Mescid-i Aksa’da iki rekât namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrail biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirir. Resulullah (s.a.v.) süt dolu kabı seçince Cebrail kendisine “Fıtratı seçtin.” der ve ardından onu alıp dünya semasına yükseltir. Her bir semada, o semanın bekçisi tarafından kim oldukları, davet edilip edilmedikleri sorulduktan sonra kapılar açılır. Birinci kat semada Adem, diğer semalarda Yusuf, İdris, Harun ve Musa peygamberlerle görüşür. Beytü’l Mâmûr’un bulunduğu yedinci semada Hazreti İbrahim’le görüşür. Sidretü’l-müntehâ denilen yerde Allah’ın huzuruna çıkar. Cenab-ı Hakk, burada namazı farz kılar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mescid-i Aksa’da Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın da bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırmıştır.
Ayette geçen “Mescid-i Aksa” ifadesiyle hangi mescit kastedilmiştir?
İlgili ayette Mescid-i Aksa’nın hangi mescit olduğu açıklanmamıştır, sadece çevresinin mübarek kılındığı vurgulanmıştır.
Tarihi veriler ve ayetteki ifadeler dikkate alındığında söz konusu mabedin var olduğu anlaşılır. O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın bulunmadığı anlamına gelmez. Mescid-i Aksa’nın Müslümanların ilk kıblesi olduğu bilinen bir gerçektir.
Burada Süleyman Mabedi ve Mescid-i Aksa’nın neyi temsil ettiği hususunda şu kısa bilgileri verelim: Yahudilerin “Bet ha Mikdaş”, Arapların “Beytü’l-Makdis” adını verdikleri, Türkçede “Süleyman Mabedi”, Batı dillerinde “Tapınak” (Temple) denilen yapı, milattan önce 960 veya 950’de Hazreti Süleyman tarafından yedi yılda inşa edilmiştir. Milattan önce 587’de Babil Kralı Nebukadnezar (Buhtunnasr) Kudüs’ü almış ve “Süleyman Mabedi”ni yıkmıştır. Milattan önce 515’te tekrar yapılır. İkinci mabet de milattan sonra 70 yılında tekrar yıkılır ve bir daha yapılamaz. İsra ve Miraç mucizesinin gerçekleştiği dönemde Kudüs’te, şimdiki Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu ve Harem-i Şerif denilen yerde yapı yoktu. Kur’ân’daki “Mescid-i Aksa” kutsiyetine binaen belli dönemlerde şehrin adı olmuş, mescidin bulunduğu mahal Harem-i Şerif olarak adlandırılmıştır.
Kıble, Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye nasıl çevrildi?
Mekke döneminde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kâbe’yi önüne alarak Kudüs’e doğru namaz kılıyordu. Medine döneminde de Kudüs’e doğru namaz kıldı. Yahudilerden “Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı.” diyenler oldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kâbe’nin kıble yapılmasını arzulamakta ve bu konuda bir vahiy beklemekteydi. Nitekim Hicret’ten 16-17 ay sonra isteği gerçekleşti ve Kâbe kıblemiz oldu. Vahiy geldiği esnada Hz. Peygamber Medine’de Ben-i Selime mescidinde öğle namazı kılmaktaydı. Müslümanlarla birlikte iki rekât kıldıktan sonra namaz esnasında Kâbe tarafına dönmesi emrolundu. Ashab-ı kiram da namaz esnasında yönlerini Kâbe tarafına çevirdiler. Bu sebeple bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli mescid) denilmiştir.
Mescid-i Aksa deyince akla gelen ilk isimlerden biri de Hazreti Ömer’dir. Hazreti Ömer’in Kudüs’ü fetih sürecini anlatır mısınız?
Hz. Ömer’in halifelik döneminde İslam orduları Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasında Kudüs’ü kuşatır. Hristiyan Patriği, kutsallığından ötürü şehrin İslam halifesi tarafından teslim alınmasını ister. Durum Hz. Ömer’e haber verilir. Hz. Ömer konuyu istişare ettiğinde çıkan sonuç, Hz. Ömer’in oraya gitmemesi yönündedir fakat Hz. Ömer son sözü Hz. Ali’ye bırakır. Hz. Ali de şöyle der: “Ey müminlerin emiri! O topraklar sıradan topraklar değildir, git de kıyamete kadar gelecek Müslümanlar o toprakların kıymet ve şerefini unutmasınlar.” Bu söz üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’nin ileri görüşlü düşüncesini kabul eder ve Kudüs’e gidip şehri bizzat kendisi teslim alır.
Hazreti Ömer, Mescid-i Aksa alanını temizletip orada cemaatle namaz kılmış daha sonra da buraya mescit yaptırmıştır.
Hz. Ömer Mescid-i Aksa’yı ziyaretinde şehre Peygamber Efendimiz’in Miraç’ta girdiği yerden girer. Mescid-i Aksa’da tahiyyetü’l-mescid namazı kılar. Öğle namazı vakti geldiğinde herkes Hz. Peygamber’in müezzini Hz. Bilal’e bakar. Eski günlerdeki gibi etkileyici sesini duymak isterler. Hz. Bilal, Hz. Peygamber’in vefatından sonra ezan okumayı bırakmış olmasına rağmen şimdi durum farklıdır. Hz. Peygamber bu anı daha evvel sahabeye anlatmıştır. Ve Hz. Bilal çok duygulanır, kalkıp ezan okur. Sahabe efendilerimiz hüzün dolmuştur. Bilal-i Habeşi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından sonra sadece iki kez ezan okumuştur. İlkini Kudüs’te, ikincisini Hz. Peygamber’i gördüğü bir rüyada daveti üzerine geldiği Medine’de Peygamber torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’in ricaları üzerine.
Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde “Bu fethi istiyordun ya Resulallah! İşte şehri fethettik ve Kudüs kardeşlerine kavuştu” der.
Selahaddin Eyyubi’nin Mescid-i Aksa’yı eski haline getirmesi çok emek gerektirdi. Binanın güneybatısında yer alan Tapınak Şövalyelerinin silah deposu değiştirilerek kadınlar camiine çevrildi. Halep’te Nureddin Zengi’nin yaptırdığı minber getirilip Mescid-i Aksa’ya konuldu. 1217-1218 yıllarında Selahaddin Eyyubi’nin yeğeni kuzey cephedeki giriş revakı inşa etti.
Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethinden sonra şehrin kaybolan İslamî görünümünü ve sosyal yapısını canlandırmak adına birçok değişiklik yapmıştır. Hem mukaddes yapıların restorasyonuyla ilgilenmiş hem de tarikat ehlinin ihtiyaçlarını gözetmiştir. Latin patriğinin sarayını tekkeye çevirmiştir.
Memlük ve Osmanlı dönemlerinde birçok defa tamir edilen Mescid-i Aksa’nın Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan onarımıyla ilgili kitabesi 19. yüzyılın sonlarında kaybolmuştur. Yapının 1702-1703’te Mahmut Efendi tarafından tamir edildiğini belgeleyen kitabe ise caminin batısında yer alan İslam Müzesi’nde saklanmaktadır. II. Mahmud’un 1817- 1818 tarihli onarımına ait dört kitabeden ikisi günümüzde mevcuttur. II. Abdülhamid Han tarafından halıları ve kandilleri yenilenmiştir. İngiliz mandası döneminde 1922’den başlayan geniş kapsamlı onarım çalışmasını Mimar Kemaleddin Bey yönetmiştir. Harem dâhilinde çeşitli zamanlarda yapılmış birçok kubbe, dört minare, beş sebil, çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır. Mescid-i Aksa’nın altında girişi taş duvarla örülmüş bir bölüm vardır. Yakın yıllarda bu duvarın İsrailli arkeologlarca açılması, Yahudilerle Araplar arasında büyük olayların çıkmasına sebep olmuştur. Halk arasında bu bölüm Hazreti Süleyman’ın at ahırları olarak bilinir.
21 Ağustos 1969 tarihinde çıkarılan bir yangında kısmen tahribat gören mescitte Nureddin Mahmut Zengi’nin yaptırdığı nefis ahşap minber de yanar. Yangından kurtarılmış olan minberin birkaç tahtası İslam Müzesinde teşhir edilmektedir.
Tarih boyunca Kudüs, hangi İslam devletlerinin yönetiminde kalmıştır?
Kudüs Hz. Ömer tarafından fethedildikten sonra Emevîler, Abbasiler, Eyyubîler, Memlükler ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. 1095’te Papa II. Urban: “Kudüs’ü Müslümanlardan kurtaralım.” diyerek Avrupa’da büyük bir ordu topladı. 1099’da Haçlılar Kudüs’ü aldı ve şehre girdiklerinde sadece Müslümanları değil, Yahudileri de katlettiler. Batılı tarihçilerin anlatımıyla “İnsan cesetleri ve kan gölü, atların karınlarına kadar geldi.” Selahaddin Eyyubî 1187’de Kudüs’ü Haçlıların elinden aldı. 1516’da Memlükler Kudüs’ü Yavuz Sultan Selim’e teslim etti. Şehir 1517’den 1917’ye kadar 400 sene Osmanlı yönetiminde kaldı. Kudüs, en huzurlu dönemlerini Müslümanların himayesi yönetimi altındayken yaşadı. Osmanlı Devleti toplumsal asayişi ve huzuru sağlamak için ve farklı inançların bir arada sorunsuz şekilde yaşayabilmesi için çok detaylı kurallar getirmiştir. El Halil Kapısı üzerindeki kitabede yazan “Lâ ilâhe illallâh İbrahim Halilullah” cümlesi bu açıdan çok şey ifade eder. Bilhassa 1517-1917 tarihleri arasında Osmanlı yönetimindeki şehir; hiç kan dökülmeden, kimse adaletsizliğe uğramadan en çatışmasız dönemini yaşadı. Osmanlı, 1917’de I. Dünya Savaşı’nda mağlup kabul edilince Kudüs ve Filistin bölgesi İngiliz mandasına verildi.
Osmanlı Devleti içerde ve dışarda zorluklarla mücadele ederken aynı zamanda Filistin’e yasa dışı Yahudi göçü ve Siyonizm ile de uğraşmaktaydı. Yahudileri engellemek amacıyla birçok tedbir alındı ama başarılı olunamadı. Osmanlı’nın gücü giderek zayıflıyordu. Osmanlı güçsüzleştikçe Kudüs için yeni bir dönem başlıyordu. Yahudiler ilk olarak Osmanlı’yı hedef alırlar. İngilizler çıkarma yaptıklarında Yahudiler İngilizlere yardım etmek için özel askerî birlik bile oluştururlar. Elbette Yahudilerin asıl istediği, Hadrianus’un yıkmasından sonra hiçbir iz kalmayan tapınağı bulup ayağa kaldırmaktı. Bunu gerçekleştirmek için sık sık bölgeyi incelemiş, tarihteki yapılarından izler bulmaya çalışmışlardır. Mescid-i Aksa alanında kazılar yapmışlardır.
General Allenby, 1917’de 130 bin kişilik işgalci ordusuyla Kudüs’ü kuşattı. Kudüs’e giren General Allenby Selahaddin Eyyubi’nin kabrinin başına gider, sandukasını tekmeleyerek ve bağırarak “Kalk Selahaddin biz yine geldik!” der. Bu cümlesinden kastettiği Haçlı Seferlerinde başarısız olan İngiliz kralıdır. Osmanlı askeri sadece Filistin cephesinde 25 bin şehit vermiştir. Osmanlı’nın kahraman askerlerinin Filistin’den çekilmesi bölgede savaş, kan ve gözyaşının başlangıcı olmuştur.