Tefekkür Edenlere Kur’an Delili Üzerine…

Şenel İlhan Beyefendi, sohbetleri sırasında güzel bir benzetme yaparak sıklıkla şöyle sorar: eğer dinler vitrine konsa da pazarlansaydı ve bu şekilde insanlar en güzel dini ve kitabı seçmek durumunda kalsalardı, sizce en çok hangi din ve kitap tercih edilirdi? Bu soruya verilebilecek objektif cevap, tabiî ki “kitap olarak Kur’an ve din olarak da İslam’dan başkası alıcı bulamazdı” demektir. Ama maalesef ki, insanlar dini tercihlerde böyle objektif olmayı başaramıyorlar. Yaşadıkları toplumun değerleriyle inşa olmuş bilişsel yapıları, gelenek ve göreneğin üzerlerindeki etkileri, yaşadıkları çevrenin baskıları, kendilerini bir dinin içinde hazır bulmaları v.b. gibi nedenler, insanların iradelerini özgür bırakmıyor... Eğer bu etkenlerin tesiri olmasaydı, bugün bir dine inanma konusunda objektif olabilmeyi başaran herkes,  hiç şüphesiz İslam’ı tercih ederdi. Maalesef ki, İslam ve Kur’an’ın önünde, bazen insanların şartları gereği, bazen İslam düşmanlarınca kasten oluşturulan, bazen de bizim İslam’ı temsildeki kusurlarımızdan meydana gelen bir sürü önyargı bariyerleri var. İşte Günümüzde ehli tebliğe düşecek en önemli vazife, ateizmle mücadeleden ziyade bu bariyerleri kaldırmak için çalışmalar yapmak olmalı... Çünkü ateizm hiç bu yüzyıldaki kadar zavallı bir hale gelmemişti. Bu nedenlerle Önümüzdeki yıllarda Kur’an’ı ve Efendimiz’i (sav) anlatmak adına daha yoğun çalışmalar içine girmek, sempozyumlar ve konferanslar düzenlemek, en fazla emek ve mesai sarfedilmesi gereken bir hizmet alanı olmalı.
Evet, Yüce Kitabımız Kur’an, yıllar geçse de bilimleri eskiten ama kendisi eskimeyen bir kitap. Her geçen devir, her yeni bilimsel buluş Kur’an’ı gözlerde daha bir yüceltiyor. Kur’an’ın 14 asırdır bilimin önündeki yürüyüşü devam ediyor.
“Yaş ve kuru ne varsa, hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır.” (En’âm Sûresi, 6/59). 
“Ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir şey O’ndan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır.” (Sebe’ Sûresi, 34/3) ayetleri bu gerçeği dile getiriyor.

Evrenin Hiçbir Yerinde Tesadüf Yoktur...
Evet, yukarıdaki ayetler derin mesajlar içeriyor. Bu mesajların en önemlisi olarak şunu görmek lazım ki: Bu kâinat ve içindekiler bilinçli bir yaratılışın, bir tasarımın eserleridir. Evrenin hiçbir yerinde tesadüfe yer yoktur. Yaş kuru her şey evveliyatında yazılmış, plan ve projeleri yapılmıştır. Vakti geldikçe de bu plan ve projeler bir binanın inşası gibi hayata geçer ve varlık sahnesinde vücut bulurlar. Bir sanat eseri, eseri yapanı gösterdiği gibi, kâinat denen bu müthiş eser de bir yapanı işaret eder. Kur’an Allah’ın varlığını ve dinin hak oluşunu ispatta bu delil üzerine çok vurgu yapar. Bu delile sonraları “tasarım delili” denmiştir. “Tasarım delili” tarihsel süreç içerisinde; düzen ve gaye delili, inayet ve ihtirâ delili, teleolojik delil gibi farklı isimlerle de dile getirilmiştir. İbn Rüşd de buna “Kur’an delili” diyor. Kur’an düşünce sistematiğinde çocuğundan büyüğüne, cahilinden âlim olanına kadar  her kesimden insana kolaylıkla anlayıp, imana yönlenebileceği doğru bir bakış açısı kazandırma amacı görülür. İspat yöntemi karmaşık değildir; kolay anlaşılır olan şu örneğe benzer:
Sinan’ın meşhur Selimiye camisini gezen bir kimse hiçbir zaman bunun kendiliğinden olduğunu iddia etmez. Böyle söylerse deli damgası yer. Dolayısıyla hemen bu eseri yapan mimar kimdir, der. Bu eserin bir mimarının olduğunu bilmenin akıllılık olduğunu da düşünmez. Aynı düşünce sistemi şu tasarım harikası evren ve içindekiler için de geçerlidir. Bu evren ve içindeki canlı cansız varlıkların muhteşem tasarımları insanı hemen bir yaratıcıya götürmelidir. Ama şu saçmalığa bakın ki evrene bakıp bunun bir mimarının olduğuna inanmak materyalist bilim adamlarınca dogmadır. Yani, Selimiye’nin mimarının, bu eserleri meydana getiren cansız ve şuursuz malzemelerden değil de bunların dışında, akıllı, bilinçli varlıklardan olması gerektiğini kabul etmek bilimsel olan bir gerçeklik iken, evren için aynı düşünceden yola çıkmak yobazlık, bilim dışılıktır. Ateist bir bilim adamı, böyle düşünülmesinden, bilimsellik adına utanç duyar. Natüralist/ ateist/ materyalist felsefe sisteminin ürettiği bilim adamı modeli böyle bir gariptir işte. Evrenin mimarının kendi içinden, yani evreni meydana getiren malzemelerden olduğuna inanır. Bu bakış tarzı Ayasofya’nın taşlarını Mimar Sinan gibi akıllı, bilinçli ve şuurlu bir varlık yapmaktan asla farklı bir şey değildir.


Kur’an Her Devir de Kolay  Anlaşılırdır
Kur’an’ın nazil olduğu dönem, paganist toplumların (putperestler), dehrilerin (materyalistler) ve ehli kitaptan olan Yahudi ve Hristiyanlar’ın vs. olduğu bir toplumdu. Günümüzden pek farklı değildi yani. Kur’an’ın bu tür insan topluluklarını imana ve İslam’a davetteki ispat yöntemi her devir ve dönem için gayet kolay ve anlaşılırdır. Bugün de davet yapanlar bu üslup ve yöntemleri dikkate alarak davet yaparlarsa daha başarılı olurlar... Nitekim kelam âlimleri Allah’ın varlığını ispat için serdettikleri delillerin asıllarını Kur’an’dan almışlardır. Kur’an üslubuna dikkat edilirse görülecektir ki, sırf akla hitap etmiyor. Akli delilleri değişik üsluplar ile kalbe ve hislere de yönelterek muhatabı her yönden etkilemeye çalışıyor.


Kur’anda Tefekküre Davet Var
Kur’an’ın üslubunda dogmatizme değil, düşündürmeye, tefekküre, akıl sahibi insanların kolaylıkla görebilecekleri çok açık gerçekleri görmelerine çağrı vardır. Evren ve içindeki canlıların olağanüstü tasarımlarına dikkat çekerek, bunların kendiliklerinden olmasının mümkün olamayacağının görülmesinden hareketle, basit bir tefekkürle bile bulunabilecek olan, yaratıcıya imana çağrı vardır.
Kur’an’ın bilimsel gelişmeler karşısında korku ve kompleksi yoktur. Aksine objektif olabilen düşünce, tefekkür ve ilim yolunun, akıl sahiplerini yüce bir yaratıcının varlığına ulaştırabileceğinin dikkatini çeker.
‘’Onlara ayetlerimizi âfâkta (evrende) ve enfûste (nefiste) göstereceğiz. Tâ ki Kur’an’ın hak olduğu onlar için açıklığa kavuşsun ‘’ (Fussilet, 41/43)
Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, zaman geçtikçe, devirler döndükçe bizim varlığımıza ait delillerin ardı-arkası kesilmeyecek, ta ki Kur’an’ın hak olduğu açıkça belli olacak, diye meydan okuma vardır... Bu ayetlerin yorumundan anlaşılmaktadır ki, Kur’an’ın içerisinde geçmişte yaşamış olan ümmetlerin, bilim ve kültür seviyelerine göre onlara hitap eden ayetler olduğu gibi, bugün bizi mutmain edecek ayetler de var. Gelecek nesiller için de, ancak onların anlayabileceği ayetler olmaya devam edecek. Aslında bu büyük bir merhamettir. Rabbimiz, teknolojinin ve bilimsel gelişmelerin zirve yaptığı yüzyılımız için Kur’an içerisine deliller saklamış. Bu delilleri ancak bugün anlayabiliyoruz. Fizik, astronomi, kozmoloji, biyoloji, embriyoloji v.b. deki gelişmelere açıkça işaret eden, bilime yol gösteren ve Kur’an’ın Muharref Tevrat ve İncil’den farkını ortaya koyarak onun ilahi bir kitap olduğunu ve beşer elinin ona değemediğini ispat eden ayetler bunlar. Kur’an’da bilimsel hakikatlere işaret eden yüzlerce ayet var. Ciddi bir cüret ve cesaret değil mi bu? Hem 14 asırdır, bilimsel gelişmelerin doğruladığı, asla yanlışlayamadığı ayetler bunlar. Ki bu cesaret Kur’an’ın, evrenin sahibinden gelen mesajlar olduğunun da açık bir delili elbette.
Mesela; “Hakk’ı, inkâr edenler görüp bilmediler mi ki göklerle yer bitişik (bir bütün) idi, onları Biz ayırdık, hayatı olan her şeyi sudan yaptık. Hâla inanmayacaklar mı?” (Enbiya, 21/30)

1400 Yıl Sonra Ortaya Çıkan Hakikatler
Bu ayetin işaret ettiği manaya 20.yüzyılın teknolojik ve bilimsel gelişmelerinin yardımıyla ancak ulaşabildik. Nitekim,1920 yılında ortaya atılan ve bugün, yer gök bitişikken onların zamanla ayrıldığını ortaya koyan Big Bang teorisi, Kur’an’ın bu müthiş mucizesini, bilimsel olarak 1400 yıl sonra ancak ortaya çıkarabilmiştir.
Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 51/47)
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kur’an-ı Kerim, evrenin genişlediğinden de böyle bahsediyor.
Bing Bang teorisini doğrulmak için yapılan çalışmalar neticesinde elde edilen bilimsel bulgular göstermektedir ki, evren tıpkı bir balon gibi genişlemektedir. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlanmıştır. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı.
“Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatı (yapısı) dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır.” (Neml Suresi, 27/88)
Bu ayet de bu konuda hiçbir  bilgisi  olmayan bir topluluğa dünyanın döndüğünü haber vermektedir. 16. yüzyılda ilk defa Galile’nin iddia ettiği bu gerçeği Kur’an yüzyıllar öncesinden haber vermiştir.
“Allah O’dur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti.” (Ra’d, 13/2) Bu ayet ayrıca “Allah gökleri, sizin göremediğiniz birtakım direklerle yükseltti.” şeklinde de çevrilebilir.
Bu ayette ise merkez kaç kuvvet ile yerin çekim gücüne açıkça işaret vardır.
“Aşılayıcı olarak rüzgârlar gönderdik. Derken gökten yağmur indirip onunla sizi suladık. Hâlbuki o suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz. (Onu toplayıp depolayan siz değilsiniz.)” (Hicr, 15/22)
Bu bilgiler, bitkilerin dişili erkekli olmaları ve çiçeklerinin rüzgârlar aracılığıyla tohumlanmaları, yine yağmur yağması için de bulutların aşılanması bilgisine işaret eden açıkça o günün şartları için mucize bilgilerdir.
“Biz gece ve gündüzü kudretimizi gösteren iki delil kıldık. Gece delili ay’ı sildik, gündüz delili güneş’i aydınlatıcı yaptık ki hem Rabbiniz’in lütfedeceği nimetlerin peşine düşesiniz, hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi açık açık bildirdik.” (İsrâ, 17/12)
Ayın ışığının olmadığı, güneşin aydınlatıcı bir kandil gibi olduğuna ilişkin astronomi bilgisinin Kur’an’ın nüzulünden çok çok sonraları teknolojideki gelişmelere paralel olarak elde edilen bilgiler olduğu bilinirse bu ayetin mucize olma boyutu açıkça anlaşılacaktır.
Bu sıraladığımız ayetlerin hepsi birer mucizedir. 14 asır öncesinin değil bir iki asır öncesinin bilimsel bulgularıdır bunlar. Kur’an varlığıyla ve içerisinde barındırdığı hakikatlerle hem materyalizmin hem deizmin böylece beyni dağıtılıyor. Böyle, bir makalede toplanamayacak kadar pek çok ayet var. Bütün bu ayetler akıl, insaf, adalet gibi güzel hasletlerini yitirmemiş her insanda tahkiki iman oluşturur. Ama bunca ayete rağmen gerçekleri görmek istemeyenler de çıkabilecektir. Buna işaret eden mucize ayetler de var:
“Allah da kalplerini mühürlemiştir” (Muhammed, 47/16)
“Onlar, karanlıklar içindedirler ve azâbı haketmişlerdir” (el-Hadîd, 57/9)
Yapacak bir şey yok, adaletsiz insanlara” zalimler için yaşasın cehennem “demekten başka…