Şefaat Yağmuruna Şemsiye Açanlar

Yıllar önceydi. Duyduk ki Sivas’ın Kümbet Mahallesine Ebulleys adında bir Suudi misafir gelmiş. Sivaslı bir hanımla evlenmiş olan bu zat yıl sonu tatilini bizim memlekette geçirmeye karar vermiş. Vakit namazlarını da mahalle camisinde eda ediyor, bu vesileyle cami cemaatine de sohbet ediyormuş. Sivaslı olan kayınpederi Arapçayı bildiği için bu sohbetler esnasında Ebulleys’e tercümanlık yapıyormuş. Fakat cemaat, Suudi’nin konuşmalarından çok rahatsız olmuş. Cami imamına müdahale ve mücadele etmesi için rica da bulunmuşlar ancak imam, hem yetersiz, hem isteksiz hem de çok meşgul olduğu için oralı olmamış. Namazdan sonra ya mevlit okumaya ya da ölü yıkamaya gidiyormuş. Diri yıkamaya vakti yokmuş!...
Elân rahmetlik olan hocamla Suudi misafiri yakından tanımaya karar verdik. Bir öğlen namazı vakti kümbet camisindeyiz. Ebulleys şadırvanda abdest alıyor. Cemaat etrafına toplanmış, onun sohbetini dinliyor, kayınpeder habire çeviri yapıyor ve bir yandan da namaz vaktini bekliyorlar. Bir ara Ebulleys gürül gürül akan şadırvandan avucuna su doldurup üzerimize serpmeye başladı. “ vahâ, vahâ! “ diye bağırıyor güya bizlerle şakalaşıyordu. “Çok fazla suyunuz var, bunun kıymetini bilin, biz de su yok! “ diyordu. İngilizler Arabistan’da deniz suyu arıtma tesisi kuracakmış, tesis devreye girdiğinde onların da çok suyu olacakmış. İngilizler kadar akıllı bir millet yokmuş, onlar her bir şeyi bilirmiş vs. vs… Kısa bir sessizlik oldu. Abdestini alan bir kardeşimiz kurulanırken “Şefaat Ya Resulullah “ deyince Ebulleys “şirk, şirk!” diye bağırmaya başladı. Akabinde Zümer suresinin 44. ayetini okudu; “Bütün şefaat Allah’a aittir.” Bir yay gibi gerilmiştim ve hamlemi yaptım: “Şefaat aracılık etmek demektir. Allah kime aracılık edecek, ortağı mı var? Ondan başka bir karar mercii mi var? O öyle değil! Ayette şefaatin Allah’ın iznine ve rızasına bağlı olduğu anlatılıyor.” dedim. Ebulleys “Sen sözü çoğaltın, bir sürü lüzumsuz söz söyledin, ayete eklemeler yaptın. Bunlar birer safsata!” diyerek beni ilzam etti. Bu tepkisinden Ebulleys’in mantık yürütmeyen bir gelenekten geldiği açıkça belli oluyordu. Hocam beni susturarak söze girdi: “Muhterem Kardeşim! Lütfen şu söylediklerimi dikkatlice dinleyiniz;
- “Bütün izzet Allah’a aittir.” ( Nisa 139)
- “Bütün izzet Allah’a, Rasulu’ne ve mü’minlere aittir.” ( Münafikun 8 )
Buradan hareketle ikinci ayetin, birinci ayeti açıkladığını görebiliyor musunuz?” diye sordu. Bu esnada öğlen ezanı okunuyordu. Ezan Duası Ebulleys’in imdadına yetişti. Hemen ellerini kaldırıp duaya başladı. Duayı ağırdan alarak zaman kazanıyor, sanırım bu arada fikir üretmeye çalışıyordu. Heyhat kaçış yoktu! Sevgili hocam bir de bu cenahtan vurdu; “Bak!” dedi. Şu anda dua ettin ve “Allahım! Muhammed’e Makam-ı Mahmud’u ve günahkarların affına vesile olmayı nasip et” dedin. Bu yaptığına ne demeli? Ebulleys birkaç kez yutkunduktan sonra ancak şunu söyleyebildi: “Bu söylediklerinizin hepsinde haklısınız. Fakat şefaati başka zatlara da teşmil ederek ifrata kaçtığınız için biz de toptancı bir yaklaşımla tümünü birden reddederek sizi şirkle suçluyoruz. Bir bakıma sizi korkutmaya çalışıyoruz.” dedi. Şunu demek istiyordu; Şefaat var ama şirk tehlikesinden güvende olmanız için, inkar ederseniz sizin için daha hayırlı olur. Çünkü İslamiyeti biz biliriz, siz bilmezsiniz!... Mantık ve kıyas ilminden zerre kadar nasibi olmayan bu adam, durumu izleyen cemaatin gözünde dinamitle tuzbuz olmuş bir mermer sütun gibi çöküverdi…
Şefaat kavramını Dünya’da ve Ahiret’te olmak üzere her iki yönden de inceleyebiliriz:

1-Dünyada Aracılık
 İki kişi arasında görülecek bir iş, elde edilecek bir fayda veya önlenecek zarar konusunda üçüncü bir şahsın devreye girmesi, aracı olması, hatırını ve gücünü kullanarak bir sorunu halletmesidir. Ancak yapılan aracılık hukuka ve ahlâka uygun olmalı, bir başkası aleyhine haksız sonuç doğurmamalı ve yardım amacı taşımalıdır. Böyle olan aracılık sevap ve güzeldir. Hasıl olan iyilik ve sevaptan aracı olan kimseler de nasip alırlar. Haksız talebin, kötü bir sonucu gerçekleştirmesi için yapılan aracılık da yapana sorumluluk getirir. Haksıza, zalime, kötülük edene verilen cezanın benzeri bir ceza ona da verilir. Öyleyse dünyadaki şefaati de ikiye ayırarak incelemek gerekiyor:
a-Kötülük için aracılık etmek: Mesela kokmuş et satan bir kasap dükkanına belediye para cezası ve kapatma cezası vermiş olsun. Siz de bu kasap arkadaşınızın cezasının kaldırılması ve dükkanını yeniden açması için aracı olur, belediyedeki ahbaplarınızla görüşüp cezanın kaldırılmasını sağlarsanız kötü bir şefaatçi olursunuz. İnsanların günlük hayatı kötülük için yapılan şefaat örnekleriyle doludur.
b-İyilik için aracılık etmek:  Karı kocanın barışması için, utangaç veya beceriksiz birisinin işini halletmek için aracı olmak, güvence arayan birisine kefil olmak, borcunu ödeyemeyen birisinin borcunu üstlenmek, bir insanın hastane ve ilaç masraflarını karşılamak, insanların ellerinden tutup onları düştükleri ve bir türlü çıkamadıkları çukurlardan çekip çıkarmak, iyilik için yapılan şefaat örnekleridir.
 

2-Ahirette Aracılık
Kesinleşmiş bir cezanın yürürlükten kaldırılması. Değerli bir insanın, günahkar biri için Allah’a yakarıp yalvararak kurtuluşuna aracılık etmesidir. Şirke bulaşmamış ama büyük-küçük günahlar işlemiş ve İlahî hesaptan sonra cezaları kesinleşmiş olan müminler hakkında, Allah’ın rahmet ve merhametinin farklı bir tecellisi olarak şefaat söz konusu olacak ve Allah’ın izin ve rızası dahilinde şefaat ile cennet nimetine kavuşmak mümkün olacaktır. Melekler de şefaat edecek, peygamberler de, mü’minler de. Bunlar olup bitecek ki sıra merhametlilerin en merhametlisi’nin büyük affına gelsin!
“O’nun izin verdiklerinin dışında kimse şefaat edemez.”  (Yunus 3)
Demek ki izin verdikleri şefaat eder. İlahi Adalet gereği günaha düçar olan mü’min kulların da cezasının infazı gerekir. Ama Rabbimiz bu cezayı bir vesileyle kaldırmak istiyor. Şefaatçiler de Allah’ın mülküdür. Allah onları bugün için yaratmıştır. Günahkârların affı için Zâtına müracaat etmelerini murat etmiştir. Şefaat etmesine izin verilenler kendi dilediklerine değil, yine Allah’ın dilediklerine şefaat edebilirler. Hak katında hatırı sayılır mübarek kulların “ ben canımı kurtardım ya! Gerisinin canı cehenneme!”  diyeceklerini düşünmek insafsızca olmaz mı? Hele Makam-ı Mahmud’un sahibi için böyle bir umursamazlık nasıl düşünülebilir? Bizler bile şu dünyada bu tür tasarruflar için “kontenjan kullanmak” ifadesini kullanmıyor muyuz?
 

Şefaat Makamı:
Şefaat herkesten önce Allah’ın elindedir ve O’nun izni ve emri ile gerçekleşebilir. Makam-ı Mahmud. Allah’ın övdüğü makam. Övülmüş Makam. Şefaat denilince şefaatin sahibi gelir aklımıza. İşte Rabbimiz bu büyük izni Efendimiz’e vadetmiştir. Ve Rabbimiz va’dinden dönmez. Üstelikte O Resul-i sekaleyn yani hem cinlerin hem insanların peygamberidir.

Şefaat  Sahibi:
Makam-ı Mahmud’un sahibi kimse O;  Hz. Muhammed (sav)...
Üzerinde cennet elbisesi olduğu halde kabirden önce Resulullah kalkar. Burak üzerindedir. Elinde livâ-ül-hamd isimli şefaat bayrağı ile mahşer yerine gelir. Peygamberler, veliler ve bütün inananlar bu bayrağın altında toplanırlar. Bütün insanlar beklemekten yorulur, tükenirler. Musa ve İsa peygamberler, Resulullah’a gelip yalvararak hesâba başlanması için şefâat etmesini isterler. Hesapların görülmeye başlaması dahi Efendimiz’in Hak Katına müracaatlarıyla gerçekleşir.
“Benim şefaatime inanmayanı Allah havuzumun başına getirmeyecektir. Benim şefaatime inanmayanı Allah şefaatimden faydalandırmayacaktır. Benim şefaatim ümmetimin büyük günahkârlarına olacaktır.”  (Tirmizi-Ebu Davud)
Peygamber Efendimiz’in şefaati ile; bütün insanlar mahşerde beklemek azâbından kurtulacak. Birçok mü’minin sorgu ve hesap işlemleri kolaylaştırılıp hızlandırılacak. Sayısız mü’min hesapsız Cennete girecek. (Bu nedenle “Ya Rabbi beni hesaba çekme”“ diye dua etmemiz gerekiyor). Sevap ve günahları eşit olduğu için A’râf’ta bekleyenlerin Cennete girmeleri sağlanacak. Cennette olanların derecelerinin yükselmesi mümkün olacak. Şefâat ile hesaptan kurtulan yetmiş bin kişinin her birinin şefâatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, suâlsiz Cennete girecek.(70.000 x 70.000 = 4.900.000.000 kişi) Bu rakamlara doğrudan kurtulanlar ve diğer şefaat ehli dahil değildir. Bunları da Fırka-i Naciyeye dahil ettiğimizde karşımıza akıl almaz rakamlar çıkacaktır. Mü’minlerin büyük çoğunluğunun şefaat dairesi kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Bu ne kadar büyük bir müjdedir! Mü’minler mahşer yerinde; “Ey yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlayanlar! Haydi cennete geliniz!” diye çağırılacaklar. Ashabı Kiram sormuşlar: Ya Resulullah! Mahşer yeri karanlık ve çok kalabalık. Siz bizi orada nasıl bulacaksınız? “Ben o karanlıkta parlayan ışıklar görürüm. Ve gider o parlayan ışıkları toplarım!” buyurmuş. Hani madencilerin önlerini aydınlatan lambalı kaskları vardır. İşte onun gibi namazdan oluşan alındaki secde nuru mü’minlerin önünü aydınlatıyor. Abdest nuru ise el ve ayaklarını parlatıyor. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki: “Peygamber Efendimiz’in şefâati olmasaydı, bu ümmetin günâhkarları helâk olurdu. Bu ümmetin günâhları çoktur ama Allah-u Teâlâ’nın af ve mağfireti de sonsuzdur. Allah-u Teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki, geçmiş ümmetlerin hiçbirine nasip olmayan bir şeydir bu. 99 rahmetini, sanki bu günâhkâr ümmet için ayırmıştır. İkrâm, ihsân, günâhkârlar içindir. Allah-u Teâlâ, af ve mağfiret etmeyi sever. Günahı çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir şey yoktur. Bunun için bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu. Bunların şefâatçileri olan Peygamberleri, peygamberlerin en üstünü oldu.”
 

Diğer Şefâatçiler:
Allah-u Teâlâ’nın rahmeti o kadar çok ki, Kur’an-ı Kerim, Melekler, şehitler, peygamber, ulemâ, evliyâ, gibi üst kimlikler dışında Müslümanlar da birbirlerine şefâat edecektir.
“Bir kimse, ameline göre birkaç kişiye şefâat eder.” (Tirmizi)
Kendisine şefaat izni verilmiş olanların şefaat sınırı da Allah katındaki derecesi ile orantılı. Şefaat izni, gücü, kapsamı Allah katındaki derecesi ile uyumlu. Konumu iyi olanlar durumu kötü olanlara aracı olacaklar. Şefaatçiler kâfirlere şefaat edecek değildir. Kötüler de birbirlerine şefaat edemezler.
“Ümmetimden bazıları var bir çok kabileleri içine alan bir cemaate şefaat eder. Bazıları var bir kabileye şefaat eder. Bazıları var bir bölüğe şefaat eder. Bazıları da tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.”  (Tirmizi) 
“Bir Cehennemlik, bir Cennetliğe “Dünyada sana su vermiştim. Şimdi sen de bana şefâat et” der. O da Allah’ın izni ile şefâat edip onu Cehennemden kurtarır.” (Deylemî)
“Küçük çocuk, ana-babasına şefâat eder, onları Cennete çeker.”  (İbni Mâce)
“Düşük çocuklarınıza isim veriniz. Çünkü onlar âhirette sizin için yüksek dereceler kazandırmak üzere öncülerinizdir.” (Camiü’s Sağir)
“Ergenlik çağına gelmeden ölen çocuklar, Cennette çok canlıdırlar, hareketli balık gibidirler. Onlardan birisi ana babasını karşılar, elbisesinden tutar, Allah kendisiyle birlikte ana babasını da Cennete koyuncaya kadar bırakmaz.”  (Camiü’s Sağir)
“Peygamberiniz ve din kardeşleriniz, Kur’ân-ı Kerim, akrabâ ve emânete riâyet edenler şefâat edecektir.” (Deylemi)
“Bir kimse, bir mü’mine bir iyilik yapınca, Allah-u Teâlâ bu iyilikten bir melek yaratır. Bu melek, hep ibâdet eder. Meleğin ibâdetlerinden oluşan sevâplar bu mü’mine verilir. Bu kimse ölünce, bu melek, nûrlu ve sevimli olarak bu mü’minin kabrine gelir. Meleği görünce neş’elenir. “Sen kimsin?” der. “Ben, falancaya yaptığın iyilik ve onun kalbine koyduğun neş’eyim. Allah-u Teâlâ beni; bugün seni sevindirmek, sana şefâat etmek ve Cennetteki yerini sana göstermek için gönderdi” der.  (Ebu Şeyh)     
Kıyamette Allah-u Teâlâ, “Melekler, Peygamberler ve salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı” buyurur. (Buhari)
“Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.” (Müddessir-8) Şefaat edeceklerin varlığına delil olan bu ayet, aynı zamanda müşriklere şefaatin bir yararının olmayacağını da anlatır. Ayrıca şefaatçi, kıstaslara uygun olmayan kişilere şefaat edemez. Hem kendilerine şefaat ruhsatı verilenler de kimler için devreye gireceklerini gayet iyi bilirler. Hz. Nuh oğluna, Hz.Lût karısına, Hz.İbrahim de babasına aracılık etmez.
“Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz.”(Bakara-48) Ayet kâfirlere yöneliktir. Mahşer, müşriklerin Allah’ın kahrına düçar olduğu yerdir. Orada azaba müstehak olan zalim kafirlerin sıvışıp kaçacakları bir yer ve sığınacakları bir liman olmaması gerekir. Şefaat kelimesinin geçtiği âyetler müşriklerin paçayı kurtarmak için dünyada yaptıkları gibi bir aracı, bir torpilci bulamayacaklarını vurgular…
Konuya dâir iman ehlini ilgilendiren önemli bir açıklama:
İmam-ı Gazâlî (ra), ”Şefaati ummak suretiyle takvayı terk edip isyana dalmak, bir hastanın akrabasından olan bir doktora güvenerek kendisini tehlikelere atmasına benzer. Zira doktor, her hastalığı değil, bazı hastalıkları tedavi edebilir. Doktora bel bağlayarak, hastanın zararlı yemekleri yemesi, perhizini bozması doğru olmaz. Çünkü doktor her hastalığa müdahale edemez. İşte Peygamber ve sâlihlerin mensuplarına yapacakları şefaatleri de bu şekilde anlamak gerekir. Bu idrak ve anlayış, korku ve sakınma duygusunu bir an bile ortadan kaldırmaz. Nasıl kaldırsın; Peygamber’den sonra en hayırlı insanlar Sahabe-i Kiram olduğu halde, onlar bile toz-toprak olmayı temenni etmişler, ahiret korkusundan dolayı hayvan olmayı istemişlerdir. Halbuki bunlar, kalpleri temiz, amelleri güzel, olgun, takva sahibi insanlardır. Rasul-i Ekrem tarafından cennetle müjdelendikleri halde, terbiyelerini bozmamış ve Peygamberimizin şefaatine bel bağlayarak kendilerini koyvermemişlerdir.. Bunun içindir ki, korku ve haşyeti bir an olsun kalplerinden çıkarmamışlardır. Sohbet ve öncülükte onlar gibi olmayanlar, onların seviyesine hiçbir zaman ulaşamayanlar, nasıl şefaate güvenebilirler?”
Namazın sonunda top sakallı Vehhabi Ebulleys, İngiliz modeli taylesanını yüzüne dolayarak koşar adımlarla camiyi terk etti. Cemaat cami avlusunda sevgili hocamın etrafında birikti. Hepsinin de yüzlerinde tebessüm, gözlerinde ışık vardı. Hocam ayaküstü kısacık bir hutbe irâd etti: “Bir adamın Arapça konuşması, doğru bildiği veya sağlıklı düşündüğü anlamına gelmez. İslam’ın doğduğu yer, İslam’ın doğru anlaşıldığı yer demek değildir. Zaten Efendimiz Veda Hutbesi’nde;“Şu anda beni dinleyenler sözlerimi burada bulunmayanlara ulaştırsınlar. Olur ki onlar sözlerimi sizlerden daha iyi değerlendirirler” buyurmadı mı? Dünya döndükçe daima bozuk zihniyetteki insanlar olacaktır. Takva sorumluluk bilincidir. Bu kişiler o kadar sorumsuzdur ki yetmiş milyonluk necip bir milleti, ya da milyarları bulan bir İslam Alemi’ni bir çırpıda müşrik yapmaktan çekinmezler. Göreceksiniz ilerde isminin önünde prof mrof yazan bir takım yerli Ebulleys’ler de zuhur edecektir. Zanlarının mahsulü olan ve karanlık güçler tarafından ısmarlama yazdırılmış bir takım düzmece kitaplarını sizlere uzatıp “Yıllarca dirsek çürüttüm, atalarımızın yanlışlarını tespit ettim, bana tâbi olun. Çalışmam büyük bir emeğin mahsulüdür. Emeğime saygı göstermenizi bekliyorum!” diyeceklerdir. Sizler, yalanlarını ve nefislerinin hevâsını emek ürünü gibi lanse ederek saygı ve kabul bekleyen bu ruhunu şeytana satmış densizlerin hayâsızlığına şöyle cevap veriniz: Efendi! Sen abdest almadan hadis-i Şerif okumayan, bir hadis tespit etmek için yayan olarak yüz kilometre yol yürüyüp kıstaslara uymadığı için o sözde hadisi kayıtlarına geçirmeyen Buhariler’in, Müslimler’in, Ebu Davudlar’ın, Deylemîler’in, Tirmizi ve İbni Maceler’in mübarek emeklerine saygı gösterdin mi? Çapın ne çeperin ne! Ama ben seni tanıyorum. Hamdolsun ki bu büyük zatlardan ulaşan haberlerle işte seni teşhis ediyorum; Sen beklenen kıyamet alametlerinden birisin!...Ve kesinlikle şefaat kapsamının dışındasın!..”
İnsan büyük bir bir âlemdir Bunu bir Allah (cc) bilir, bir de Hz. insan olanlar!.. Allah Kur’an’ı indirir, kuluyla konuşur; kul dua eder Allah ile konuşur. Şefaat de eder, şefaatle de kurtulur vesselam… Bu vesileyle hocam Mehmet Tokmak’ı rahmet ve şükranla anıyorum.