Ey inananlar! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (TEVBE - 119 Meali Şerif)
Bu kısa mealde üç önemli noktaya işaret edilmiştir. İman, takva ve sadıklarla beraber olmak…
İman, insan ile yüce Allah arasında bir bağdır. O bağa tutunan kimse; inancına göre davrandığı takdirde, adım adım yükselerek dünyada huzurlu hayata, ahirette mutluluk ve saadete gidecektir. Zira iman, insanı Yüce Allah’ın rızasına götürür. Bu ulvi amaca kavuşan kimsenin kavuşamadığı hiç ulvi bir amaç olur mu?
İman, salih amel ile beraber olunca netice verir. İnsanı manen olgunlaştırır, hedefine ulaştırır. Yoksa kısır kalır, oluşturmaya ve ulaştırmaya sebep olamaz. Sır budur ki, Kur’an-ı Kerim’in çok ayetlerinde başta iman, akabinde salih amel zikredilmiştir. Diyebiliriz ki imana nispeten salih amel (güzel işler), kayısı ağacına nispeten meyve gibidir. Kayısı ağacı meyve tutmayınca, bahçıvana ne kadar yarar sağlar ise; iman ile salih amel olmayınca iman da sahibine o oranda yarar sağlar.
ALLAH’A YÖNELİŞ VE BAĞLANIŞTA TAKVA
İmanlı olan bir insan, helal haramı bilip haramdan çekinir ve helale doğru coşku ile ilerler. Zira imanlı bir insanın karşısına haram çıkarsa, vicdanından ve yüreğinden ulvi bir ses hisseder. Ona, “Bu işe yanaşma; haramdır, bataktır, kirdir. Yüce Allah’ın rızasına uygun değildir, insanlığına yakışmaz, yaparsan dünyanın huzurlu hayatından ve ahiretin mutluluk ve saadetinden mahrum kalabilirsin.” der. Böyle bir sesi vicdanından işiten kimse, elbette ki kendisine çeki düzen verir, yanaşamaz.
İmanlı olan insanın karşısına helal ve güzel bir iş çıkarsa yine yüreğinden ulvi bir ses duyar; “İlerle, yap, zaman geçirmeden, fırsatı kaçırmadan bu işi sona erdir, zira huzur ve saadet sebebidir bu. Yüce Allah’ın rızasına uygundur, insanlığına yakışır bir iştir.” Yüreğinden böyle bir sesi işiten kimse, elbette ki çekinmeden bu güzel işin üzerine gider. Bedenen yorulsa, mali meşakkatlere ve zararlara uğrasa bile yine yapar. Çünkü yaptığı güzel işin nurlu neticesini, yararlı sonucunu görür.
İmandan yoksun kişi, içinden bu ulvi çağrıyı işitmediğinden helal haram demeden hayvanlar gibi işlere başlar, sonunda başı mezar taşına değer ve pişman olur. Ama ne çare, ölümden sonra olan pişmanlık başka bir korkunç girdaptır. Şeyh İzzettin el Haznevi (ks) hâkimane sohbetlerinin birinde söyle rivayet ederdi. “Âlimin biri, talebeleriyle bir şehre gider. Çarşı kenarında eli ayağı kesik, bir kütük gibi yere atılmış bir hasta görür. Kendisini sineklerden koruyamaz, yiyeceklerini içeceklerini ağzına alamaz, çünkü eli yoktur. Temiz bir yere, havadar bir alana gidemez, çünkü ayakları yoktur. Çok hastalıklara duçar toz toprak içerisinde olduğu halde bedeninden kan irin akar, ama durmadan “Ya Rabbi sana binlerce şükürler olsun, bana daha ağır bir musibet vermedin” deyince âlim; “Bundan daha büyük musibet var mıdır, beden eksikliğini ve çaresizliğini görmüyor musun?” der. Belalı veli “Evet, bundan daha büyük musibet imansızlıktır,” der. Zira iman ile musibet madde ve melekut âleminde insanı yükselterek Yüce Allah’ın rızasına götürür. Şayet iman ve meyvesi olan salih amel olmazsa, insanın başı mutsuzluğun kayasına çarparsa duyanın refah dolu birkaç gününün ne değeri olabilir?
HELAL VE HARAM
Ey insan senin yükselişin, değerin içindeki iman ile ölçülür; iman varsa değerlisin, iman olmayınca meyvesi olan salih amel olmayınca, insan ile hayvan arasındaki fark ne olabilir? Elbette olamaz. Çünkü imansız birinin söylediği gibi yaşamayı kendisine şeref bilir. Çünkü o; “Helal haram ver Allahım, Kulun seçmez yer Allahım,” der. Bu davranışta, bu inanışta olan bir insandan hayır umulur mu? Elbette umulmaz. Belki tabiatı kirli olduğundan, temiz yerleri de kirletmeye çalışır. Tıpkı merkep gibi, suyu görünce ayak atar atmaz suya işemeye başlar. Öküz gibi boynuzuyla gübre tümseğini dağıtır, övgüyle bağırarak, “ben bu büyük işi yapıyorum, görün,” der gibi davranır. İmanın da en büyük belirtisi haramdan sakınmaktır, herkesin hukukunu korumaktır. Yüce Allah’a karşı kendisine verilen vazifeyi eksiksiz olarak yerine getirmektir. Sadece insana sadece hayvana değil, bitkilere, ağaçlara karşı dahi dikkatli davranmaktır. Kan akıtan, fitne fesat koparan, ormanları yakıp milyonlarca haşeratın, hayvanın, bitkinin yok olmasına sebep olan her katı yürekli, ahiretini düşünmeyen, beşer olsa bile şeytan özelliğini taşır. Zira zulümden, zinadan ve diğer haram işlerden çekinmeyenin imanı herhalde yoktur veyahut çok zayıftır ki, onu haram batağına girmekten alıkoyamaz.
Ey insan! Yüce Allah (cc) basirdir. Her şeyi görendir. Hatta karanlık gecede, siyah taşın üzerinde yürüyen küçük karıncayı görüp gözetir. Yüce Allah her sesi işitendir. Hatta çok sert taşın üzerinde yürüyen küçük karınca ayağının hışırtısını bile işitir. Diline hâkim ol. Çirkin kelime, yalan, fitne ve fesada yol açar. Böyle cümleler ağzından çıkmasın. Çünkü yüce Allah her sesi işitendir. Ey insan, davranışlarına bakışlarına hatta beynindeki düşünceye dikkat et. Çünkü sen yüce Allah’ın gözetimindesin… Nerede olsan, ne yapsan; Yüce Allah (cc) seni görür, gözetir. Laubalilik yapma, ululuk bulutundan şimşekler çakar ve yıldırımları sana değerse, her iki cihanın hüsranına uğrarsın. Gücüne, güvenli ortamına aldanma. Yüce Allah Hz. Musa’ya buyurdu ki, “Ya Musa, Firavuna git. Gerçekten o (insanlık haddini aşmıştır.) Hz Musa (as); “Ya Rab, ben tanınmayan bilinmeyen, çaresiz bir insanım, kocaman Tâğut’a karşı ne diyebilirim?” Allah (cc); “Git, çekinme… Birine gazap edersin, ne karada ne denizde yeri kalmaz,” buyurdu.
İman (inanmak) marifetten (tanımaktan) doğar. Bir şey tanınıp bilinmezse, kendisine inanılmaz. Tanınmadan bir şeyin üzerine gitmek zararla sonuçlanabilir. Mesela; bir kabın üzerine ateş ve kırmızı şeker koyulup küçük bir çocuğun önüne verilince, şeker yerine ateşe elini uzatabilir. Yılanı tanımayan bir insan iki siyahı görürse, birisi siyah ip, birisi siyah yılan; elini siyah yılana uzatabilir. Ateşi tanıyan ancak ateşten sakınır. Çünkü ateş yakıcıdır. Yılanı tanıyan ancak yılandan sakınır. Çünkü yılan zehirlidir. Bundan dolayıdır ki, kelam uleması marifetullahı (yüce Allah’ın tanınmasını) İslam’da bilinmesi gereken ilk farz olarak belirtmişlerdir.
Öyle ise, marifet olmayınca iman olmaz. İman olmayınca vuslat ve kavuşma olmaz. Zira inanmayan bir insan kendisine çalışır. Nefsani arzularını yerine getirir. Yüce Allah’ı tanımadığından, inanmadığından Allah rızası için amel etmez. Ne kadar salihat, hasenat ve iyilikler yaparsa yapsın, inanmadan yaptıkları onu mutluluğa götürmez. İmanı güçlendiren iki faktör vardır. Birincisi; takvadır (yüce Allah’ın rızasına uygun davranıştır.) İslam’ın emirlerini yerine getirip yasakladığı alanlardan uzak olmaktır. İkincisi; doğrularla, gönül erbabıyla beraber olmaktır. Sözde, davranışta, niyette onları taklit ve takip etmektir.
Yüce Allah nasip ederse ilerdeki sayılarda inşallah takva ve gönül erbabı ile beraber olmayı gücümüzün nispetinde kaleme alırız. Her sözü yararlı kılan, her insanı başarı ve beceriye götüren ancak Yüce Allah’tır.