Ferîduddîn Attâr, Mevlâna Celâleddîn, Abdurrahmân Câmî ve benzeri en ünlü sûfî müellifler, daima Harakânî’den büyük bir saygıyla söz etmiş, eserlerinde onun sözleri, kerametleri ve menkıbelerine yer vermek sûretiyle, onun hatıralarını canlı tutarak müritlere ve gelecek nesillere aktarmaya çalışmışlar. Özellikle Mevlâna Celâleddin, Dîvân-i Şems’ten başka Mesnevî’sinin muhtelif yerlerinde, Ebu’l- Hasan’ın büyüklüğünü dile getirmiş, hakkında olağanüstü tasvirlerde bulunmuş, bazı sözlerini ve menkıbelerini anlatarak yorumlarda bulunmuştur.
Aileniz Selçukludan beri Ebul Hasan-ı Harakânî Hazretleri’nin külliyesinde hizmet ediyor. Bize ailenizden bahseder misiniz?
Dedelerimiz Harakânî Hazretleri’nden sonra Türkistan’dan Kars’a gelmişler. Harakânî Efendimiz miladi 1023’te Çağrı Bey’in Kafkasya seferi yıllarında Kars’a gelmiş, malumunuz Harakânî Hazretleri Rey şehrinin Harakan köyünde dünyaya gelmiş, ömrünün uzun bir kısmı orada geçmiş, orada hizmetlerini yürüttükten sonra Anadolu’nun manevî fütuhatını yapmak üzere alperenler, dervişler gazilerle beraber Kars’a gelmişler. Hazret Kafkasya’ya, Karadeniz’e Anadolu’nun içlerine kadar seyyid ve alperenleri getirmiş, oralara yerleştirmiş. Alpaslan’ın Anadolu’ya 1071 yılında girişine kadar alperenler oradaki faaliyetleri yürütmüşler, Harakânî’nin şehadeti de miladi 1033 yılına denk geliyor, yani hicri 425 yılının Muharrem ayının 10’unda.
Peki külliye de hizmetiniz ne zaman başladı?
Babam orada kırk iki yıl kaldı, babamdan önce dedem vardı, biz 1993’te devraldık faaliyetleri 1995’ten sonra hizmete başlattık. Çocukluğumdan bu yana hizmetin içinde Harakâni Hz.’nin öğretileri ile büyüdüm. Bu da Rabbim’in nasibi, lutfu... 1995’ten beri hem vakıf hizmetleri hem de tevhid çalışmalarını devam ettiriyoruz.
Harakâni Hazretleri’nin bulunduğu bölge olan Kars’ın tarihi süreç içindeki durumundan bahseder misiniz?
Harakânî Hazretleri 1023 yılında Çağrı Bey komutasında 3 bin kişilik Selçuklu ordusuyla manevi komutan olarak Kars’a gelmiş bir veli. Kendisi, ihvanı ve talebeleriyle katılmış olduğu bu savaşların birinde sağ bacağından ve sol kolundan aldığı darbeler neticesinde, Kars sınırında bulunan Yahniler Dağı mevkiinde şehit olmuştur. Özellikle Kars’ta yaşayan Hristiyan Türkler Hazret’ten çok etkilenerek kısa sürede ciddi bir nüfus ile Müslüman olmuşlardır. Böylelikle Harakânî Hazretleri Kars’ı önce manevi açıdan fetheder. Kars bölgesi devamlı surette işgallere uğramış ve tabiri caiz ise gün yüzü görmemiş bir bölge. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ruslar tarafından işgal edilmiş. İşgalin hem bölgeye hem Kars’a vermiş olduğu sıkıntılar uzun bir müddet devam etti, halen de devam eden etkileri var. Kars’ta en büyük külliyeyi III. Murat kurmuştur.
İstanbul’da Aşık Mustafa Dede’yi ziyarete gitmiştik. Allah rahmet eylesin vefat etti. Kendisi uzun yıllar türbedarlık yapmış, hakkında neler söylersiniz?
Âşık Mustafa Dede’den bahsediyorsunuz, o manevî bir türbedardı, Harakânî Hazretleri’ni de çok severdi. Seyyid Ahmet Bedevî Hazretleri’nin torunlarının Beylerbeyi’nde çok önceden kurdukları, Afrika’dan gelip kurdukları bir tekke vardır, Bedevî Tekkesi derler. Şu anda Seyyid Hafız Hıfzı Efendi Aşevi olarak adlandırılır. Orada da Mustafa Türabî Efendi vardı, O da Harakânî hazretleri’ne çok âşık bir zattı, kendisi seyyidlerdendi, Âşık Mustafa Dede ile ikisi Harakânî Hazretleri’nin ziyaretine beraber gelirlerdi. Aşık Mustafa Dede konuşurken, Harakânî Hazretleri’ni gördüğünü söylerdi, tarif eder misin derdim? Çünkü babam da manevi olarak kendisini görmüş bir kişi. Dolayısıyla babamdan önceden de dinlemiştim. Mustafa Efendi de tasvir ederdi adeta detay bilgiler verir şöyle söylerdi “ Alnı açık saçları kulağının altına kadar uzun, sakalı kırmızı buğday renginde…” gibi tarif ederdi. Âşık Mustafa Dede de uzun zaman türbede kalmış ve ihyası için katkıları olmuştur. O zamanlar sayın Başbakanımız Tayyip Bey de İstanbul Belediye Başkanı’ydı, şahsi desteklerini gördük. Âşık Mustafa Dede Üsküdarlı olduğu için İstanbul’da önemli çevresi vardı. Kendisi ismiyle müsemma aşık ve keşif ehli bir zat idi.
Harakânî Hazretleri’nin Türbesinin yakınlarında medyaya da hayli konu olmuş bir heykel vardı. Bölge halkının bu konudaki görüşü ne, bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Zamanında III. Murat’ın kurduğu o büyük külliyeyi Ruslar yıkmışlardı. Bu tarihi bölgeye o heykeli diktiler. ‘İnsanlık anıtı’ dediler, sonra ‘yurtta sulh cihanda sulh anıtı’ dediler, ismini tam da koyamadılar. Eski bir yapının üzerine, Kars kalesinin, Harakânî Hazretleri’nin külliyelerinin ortasına, bin yıllık tarihi dokunun mirasın olduğu bir tepeye o heykeli diktiler. Timur Paşa Tabyası deriz biz oraya... Yapılmasın, tarihi görüntü bozuluyor denildiyse de dinlemediler. Halktan duyarlı insanlar da karşı çıktılarsa da engel olamadılar. Neticede yaptılar bitirdiler, ama sonradan izinsiz olduğu da ortaya çıkınca yıkılmasına karar verildi. Minarelerin, kalenin, Türk Hamamları’nın, tabyaların olduğu yerde zaten çirkin bir görüntüydü. Kırk yıllık işgale rağmen Selçuklu ve Osmanlı’ya ait öz kültürümüz hala varlığını sürdürüyor.
Kars’ ta Misyonerlik Faaliyetleri
Anıttan ziyade bölgedeki sorun misyonerlerin faaliyetlerinin bölgede yoğunlaşması. Kafkasya bölgesinde Kars’ı bir misyonerlik üssü gibi düşünenler var. İçte ve dışta ülkemiz aleyhine bazı faaliyetlerde bulunanlar var.
Bazı vakıflar kültürel faaliyet adı altında çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmalarınıda bazı fonlar, özel tüzel kişilikler tarafından destekleniyor. Kars civarındaki on altı kilisenin yeniden canlandırılması için de çalışmalar yaptılar. Ermeni kültürüne ait bazı yapıtların, faaliyetlerin canlandırılması, Doğu Kapı’nın açılması gibi çalışmalar yaptılar. Halk bunlardan rahatsız oldu. Tedirgin oldu...
Harakânî Hazretleri tasavvuf silsilesinde Peygamber Efendimiz’den sonra altıncı sıralarda gelir ve tasavvuf ehli için silsile önemlidir. Harakânî Hazretleri’nin gönül dünyasından hizmetlerinden bahseder misiniz?
Peygamberimizden sonra Sıddık-ı Ekber, İmam-ı Ali Efendimiz’den gelen kol yani cehri ve hafi kollar ikisi de Cafer-i Sadık’ta birleşiyor. Cafer-i Sadık’dan Beyazıt-ı Bistami’ye, ondan da Harakânî Hz.’ne geliyor. Esasında Beyazıt-ı Bistami ile Harakânî Hazretleri arasında üç zat daha var. Harakânî Hz. silsilesi var ama üveysi olarak da Beyazıt-ı Bistami’den almıştır. Zahiri silsilesi de var. Fakat bundan çok bahsetmezler, ama Kevserî, İrvamül Merit’te zahiri silsilesinin olduğundan da bahseder. Ama esas üveysi idi. Kol olarak ruhaniyetten almıştır. Nakşibendi silsilesini Harakânî Efendimiz vasıtasıyla Beyazıt-ı Bistami’ye bağlar. 6. Sıradaki Ebu’l Hasan Harakânî den sonra, 7. sırada Ebû Ali Farmedî, 8. sırada Yusuf Hemedânî, 9. sırada Abdü’l-Hâlık Gucduvânî, 10. sırada Hâce Arif Rivgerî , 11. sırada Mahmud İnciri Fağnevî, 12. sırada Hâce Ali Râmitenî, 13. Muhammed Bâbâ Semmâsi, 14. Seyyid Emir Külâl, 15. Muhammed Bahâüddin Nakşibend Hazretleri’ne kadar gelir. Böyle olunca Türkiye topraklarında sahabeden sonra Peygamber Efendimiz’e zahir ve batında en yakın zat Harakânî Hazretleri oluyor.
Harakânî insan sevgisiyle, fütüvvetle mayalamıştır
Harakânî Hazretleri, Anadolu’yu irfanla, aşkla, insan sevgisiyle, fütüvvetle mayalamıştır. Harakânî silsilesi Yûsuf Hemedânî’ye gelince onunda iki halifesinden birincisi hafi olan kolu yürüten Abdulhâlık Gucduvânî, ikinciside cehri yolu yürüten Hace Ahmed-i Yesevî’dir. Yani Harakâni Hz., Ahmed-i Yesevî’den yüzyıl önce Anadolu topraklarında fütüvvet yolunu açmış velidir.
Ahmed-i Yesevî Anadolu’yu mayalayan kişidir ama onun da bir mürşidi bir hocası var. Üstelikte Türkiye’de medfun. Bu neden bilinmiyor sizce?
Bunun iki sebebi var biri zahiri sebep, Kars bölgesinin tarih boyu kritik bir yerde oluşundan kaynaklanan ve işgale uğramış ve uğrama ihtimali olan bir bölge oluşu bunun zahiri sebebidir. Harakânî Hazretleri’nin Kars’a gelip orada sırlanması ve Kars’ında bu bin yıllık tarihi süreç içerisinde hep ayakaltında kalması, sıkıntıyı kendi üzerine çekmesindendir. Bir tarafta Rusya, bir tarafta Safevî İran, bir tarafta Orta Asya akınları, bir tarafta Bizans, Selçuklu boylarının Anadolu’ya akın etmeleri yani Kars coğrafî konumundan dolayı tarihi süreç içerisinde sürekli harp alanı olmuş. Bir de manevî sebebi Harakânî Hazretleri’ne dayanan ki bunu da Harakânî Hazretleri’nin bazı sözlerinden yola çıkarak böyle diyoruz. Harakânî Hazretleri buyurmuş ki, “Allah’tan, dünyada ve ahirette bütün gözlerden beni saklamasını diledim, fakat bir göz hariç, O gözün sahibi de Beyazıt-ı Bistami.” Hakikaten de yetiştirdikleri, irfanıyla donattığı talebeleriyle zahiren Anadolu fütüvvetini doğuya ve batıya yaymış olan Selçuklu kumandanları Çağrı Beyler, Tuğrul Beyler, Gazneli Mahmut bunların hepsi Harakânî irfanıyla yetişmelerine rağmen Harakânî çok fazla bilinmiyor.
İlk Müslüman Türk devletini kuran Gazneli Mahmûd onu ziyaret ederek feyz alanlar arasındadır. Zaten “Altın Silsile”nin Bekrî ve Sıddîkî olan kolunun faaliyet sahası genellikle İran ve Turan bölgesidir, özellikle de Türk Dünyasıdır. Feridüddin Attar’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sında anlattığına göre, Şeyh Harakânî’nin şöhretini duyan Gazneli Mahmûd, adamlarıyla birlikte, biraz da onu imtihan maksadıyla Harakan’a gelir. Sultan, yanına geldiğinde Şeyh Harakânî, ona özel bir ilgi göstermediği gibi, ayağa da kalkmaz. Sultan pek çok sorular sorar ve Şeyh’i sınar. Aldığı tatminkâr cevaplar ve Şeyh’in muhabeti karşısında irkilir, endişesi sevgi ve saygıya dönüşür. Şeyh’e bir kese altın ihsanda bulunmak isterse de Harakânî bunu reddeder. Bu sefer, “Ondan bir hatıra olsun diye” herhangi bir eşyasını ister. Harakânî de Sultan’a bir gömleğini verir. Şeyh Harakânî giderken onu ayakta uğurlar. Sultan, şeyhin kendisini yolcu ederken ayağa kalktığını görünce sorar: - Efendim, geldiğimizde ayağa kalkmadınız ama, yolcu ederken ayaktasınız. Sebebini öğrenebilir miyim? Şeyh Harakânî, şu karşılığı verir: - İlk gelişinizde padişahlık gururu ve bizi imtihan niyetiyle geldiniz. Ama şimdi dervişlerin haliyle ayrılıyorsunuz. Dervişlik devletine ve tevâzu haline saygı gerekir. Sultan Gazneli Mahmûd, Harakânî ile bir başka görüşmesinde ondan nasihat istedi. Şeyh dedi ki: - “Şu dört şeye dikkat et! 1. Günahlardan sakın 2. Namazını cemaatla kıl 3. Cömert ol 4. Mahlûkata şefkatle muamele et!.”
Bayezid-i Bistami Hz.’nin Aldığı nispet kokusundan bahsedilir anlatır mısınız?
Şeyh Bayezid Efendimiz her yıl bir kez Dehistan’da şehit mezarlarının bulunduğu kumlu tepeyi ziyarete giderdi. Harakan’dan geçerken havayı koklayıp nefes alırdı. Müridler ona: “Ey şeyh, biz hiçbir koku hissetmiyoruz”, dediklerinde, derdi ki: “Evet, ama ben bu vurguncuların köyünden erin kokusunu koklamaktayım. Bir er gelecek, adı ‘Ali, künyesi Ebu’l-Hasan, benden üç derece önde olacak, aile sıkıntısı çekecek, çiftçilik yapacak ve ağaç dikecek...” Harakânî Hazretleri dünyaya geldikten sonra, Bayezıd-ı Bistamî Hazretleri’nin bu sözünü işitince onun türbesinde on iki yıl hizmet etmiş, oradan manevî bir mülakatla irşat olmuş ve göreve başlamış.
Hadis Alimi Olan Talebesi ABDULLAH ENSÂRÎ
Abdullah Ensari gibi zatlar Harakânî Hazretleri’nden feyz almışlardır. Türbesi İstanbul’da bulunan ve Eshâb-ı Kirâm’ın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin soyundandır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. Üç yüz hadis aliminden hadis dinledi. 300.000 hadis-i şerifi ezbere bilirdi. Ebu’l-Hasan-ı Harkânî Hazretleri’ne; “Efendim, bir şey sormak istiyorum.” dedim. O da; “Sor, ey benim çok sevdiğim Abdullah!” dedi. Beş suâl sordum. İkisini lisân-ı hâl ile yaşayarak, üçünü de lisân-ı kâl ile söyleyerek cevaplandırdı. Bu hâl beni çok etkiledi. “Tasavvufu Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri’nden öğrendim. Beni Harakâni hakikate ulaştırdı.”
Hazreti Mevlana ile Harakânî Hazretleri’nin bağlantısı nereden geliyor?
Mevlâna Celâleddîn Rûmî, Mesnevî’nin birçok yerinde ondan saygıyla söz etmiş ve onun bazı sözlerini, kerametlerini ve menkıbelerini anlatmış ve yorumlarda bulunmuştur. Mevlâna’nın şeyhi Şems-i Tebrîzî de Makâlât’ında ondan saygıyla söz etmiş ve onun bazı sözlerini dile getirmiştir. Mevlâna Harakânî Hazretleri’ni görmemesine rağmen onun irfanından beslenmiş ve Mesnevi’de Divan-ı Kebir’de en çok kendisinden bahsetmektedir. Mevlana, “Bu öğretileri Harakânî’nin ilminden aldım.” diyor. Beni coşturan sözü şu olmuştur, “Her kim bu dergâha gelirse ekmeğini ver inancını sorma, Allah katında ruh taşıyan herkes Ebu-l Hasan Harakânî’nin sofrasında ekmeğe layıktır.”
Mevlâna Şeyh Harakânî’ye, tasavvufta mânevî âlemin en yetkili yöneticisi olarak bilinen, “Ülkenin kutbu, şahı, güneşi.” diyor. Hz. Mevlana “ Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir, tövbeni bozmuş olsan da gel, bu kapıda tövbeni yenile.”; Hz. Harakânî de diyor “Kim gelirse hizmetini yapın, ekmeğini verin ama inancını sormayın”. Kucaklayan ihata eden, gönülleri açan, gönülleri neşelendiren bir irfan tohumunu Harakânî atmış. Ayrıca Harakâni Mevlana’dan 170 yıl önce, Abdulkadir Geylanî’den 40 yıl önce, Şah-ı Nakşibendi’den 200 yıl önce önce yaşamış, tasavvufun, irfan ve yolunun esaslarını ortaya koymuştur.Anadolu’da Harakânî Hazretleri’nin serptiği tohumlar yeşermiştir. Öyle ya dedenin mirası kime kalacak torununa kalacak, bunlarda hepsi Harakânî Efendimiz’in irfanı üzere Anadolu’da fütüvvet ahlakını yaşamış yaymış büyük zatlar. “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin ayağına batan diken, benim ayağıma batmıştır; birinin ayağına çarpan taş benim ayağıma çarpmıştır, onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte üzüntü varsa o kalp benim kalbimdir.” diyor. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor “Ümmetimden herhangi bir kimse bir sıkıntıya düştüğünde o sıkıntıdan kurtuluncaya kadar ben de aynı ıstırabı çekerim.” Harakânî Hazretleri, Nakşibendi Hazretleri, Abdulkadir Geylanî gibi mübarek zatlar da bu irfanı, büyük medeniyetin kurucusu Resulullah (sav) Efendimiz’den alıyorlar.
İrfana ve Aşka Sarılırsak Cihana Hükmediyoruz
Bu zatlar, Peygamberimiz’in zahiri ve batınî ilimlerinin mirasçılarıdır. Mevlana Mesnevîsinde Harakânî Hazretleri’nin sufilikle alakalı, fütüvvetle alakalı birçok sözlerini şerh etmiştir. “Bir kimse tüm mahlûkata karşı merhamet göstermiyorsa o kimse Allah aşkını kalbinde taşıyamaz.” Madem sen Allah’ı seviyorsun, âşıksın; Allah’ın bütün yarattıklarını da seveceksin, onlara hizmet edeceksin, onların ıstırabını üstleneceksin, onların sıkıntılarını gidereceksin, açlığını, çıplaklığını gidereceksin, o hizmeti onlara yapacaksın. Anadolu’yu besleyen, mayalayan, ayakta tutan bu irfan değil mi? Biz ne zaman bu irfandan uzaklaşırsak sıkıntıya düşüyoruz, ne zaman ki biz bu irfana bu muhabbete, bu aşka sarılırsak o zaman cihana hükmediyoruz. Şeyh Ebu’l-Hasan bir vakit, yakacak getirmek için dağa gitmişti. Bir grup meraklı onu ziyaret etmek amacıyla Horasan’dan gelmişti. Tekkenin kapısına gittiler. Hanımı perdenin gerisinden seslendi, “Kendisi burada değil, yabana gitmiş, eğer onun için gelmişseniz bu yolculuğunuza yazık!” “Sen onun nesisin?” diye sordular. “Hanımıyım” dedi. “O nasıl bir kimsedir?” dediler. “Sır sahibi olduğunu iddia eden bir delidir” dedi. Dediler “Geri dönüp gidelim, onun hâlini hanımı daha iyi bilir”. İbn-i Sînâ “Onu görmedikçe geri dönmeyiz” dedi. Sahranın yolunu sordular ve gittiler. Odun yükleyip gelen bir adam gördüler, yaklaşınca yanında bir aslan olduğunu gördüler. Şeyh dedi, “Size selâm olsun, Ebu’l-Hasan, halkın (hanımının) yükünü çekmedikçe, aslan da onun yükünü çekmez”. Tekkenin kapısına varınca aslan geri gitti. Bir başka rivayette olayın devamında Ebû Ali bin Sînâ Şeyh’le eve geldi, söze başladı, çok konuştu. Harakânî Hazretleri duvarı tamir etmek için bir miktar çamur karmıştı. Canı sıkıldığından kalktı, “Beni mazur gör, çünkü bu duvarı tamir etmem gerekir” dedi ve duvarın üstüne çıktı; fakat çekici elinden düştü. Ebû Ali bin Sînâ çekici onun eline vermek için davrandı, fakat o oraya varmadan çekiç yükseldi ve Şeyh’in eline ulaştı. Ebû Ali bin Sînâ burada tamamen kendinden geçti.
Harakânî Hazretleri’nin bazı sözlerinden bahseder misiniz?
Harakânî Hazretleri buyuruyor ki “Eğer sen insan dostu olmak istiyorsan tüm ihtilaflardan kurtulman lazım.” Düşünün bir kimsenin gönlünde taassub olursa gönlünü tedbir edemez, hizmeti tam manasıyla yapamaz, bütün ihtilaflardan kurtulmak lazım. İhtilaftan kurtulmak demek insanın nefs ve şeytan bağından kurtulması demektir.
“Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakka’l yakîn
Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş
Her mürşide dil verme yolunu sarpa uğratır
Mürşid-i kâmil olanın gayet yolu âsân imiş...”
Niyazi Mısrî
Öyle bir irfan ki öyle bir aşk ki bin yıl evvelinden bu günkü sıkıntıyı kaldırıyor, her kim bu söze tutunursa, bu ipe sarılırsa bu ip onu Resulullah’ın (sav) gönlüne çeker. Mesela Ankara’nın Ayaş ilçesi vardır, Ayaş’ta Seyyid Mustafa Ayaşî Hazretleri vardır, 15. yüzyılda yaşamış bir zattır, doğrudan Harakânî Efendimiz’in ruhaniyetinden yetişmiş bir zattır. Alvarlı Efendi Hazretleri Harakânî Efendimiz’den yetişmiş bir zattır. Bunun gibi nice veliler Harakâni Hz.’nin nispetinden istifade etmişlerdir. Harakânî Hazretleri işin üst kademesinden olanlarla çok özel ilgileniyor. Hizmet edenlere yardım ediyor himmet ediyor. Allah “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ/70) buyuruyor. Demiyor ki biz şu grup insanı, filanca insanı şerefli kıldık demiyor. Harakânî Hazretleri’nin muamelesi doğrudan Allah’ın yaratıp değer vermiş olduğu insanın gönlünedir. O gönülün sahibi Hak’tır.
Harakânî Hz. Üzerine Çalışmalar var mı?
Ruslar, İngilizler, Fransızlar Harakânî üzerine çalışmalar yapmışlar. Rus Bertes diyor ki “Harakânî’de olan bazı sıfatlar vardır ki onlar birçok mürşitlerde yoktur. Harakânî kendi varlık amacının insanlığa hizmet olduğunu algılayan ve söyleyen parmakla sayılır zatlardan bir tanesidir.” Ama biz biliyoruz ki bir mutasavvıf önce kendi benliklerini bulmak aramak ve o benliklerini külli iradede yok etmek ister ama Harakânî böyle değildir “Benim varlık amacım insana hizmettir.” diyor. Eğer insanda taassup varsa gönlünde ihtilaf varsa, insanları kategorize eder, ayırır, böylece hizmetini tam yapamaz, ama eğer insan Allah’a hizmet niyetiyle samimi bir şekilde çalışırsa ancak o zaman muvaffak olur.
Kur’an ve Sünnet Işığında Birleşmemiz Gerekiyor
Günümüzde birlik ve beraberliğe çok ihtiyacımız var, gruplaşmaların, ben merkezli oluşumların katılaştığı bir dönemde, benim cemaatim, benim grubum, benim kitabım, benim tefsirim, benim mealim iş oraya kadar gitti maalesef...
Tasavvufta meşayıhlar buyururlar ki, “Allah tarafından seyr-i sülûke dahil olmuş bir kişide meşrep yoktur, mesela siz Nakşibendi tarikatındansınız, orada seyr-i sülûk yapıyorsunuz eğer velayete dâhil edilecekseniz velayet zuhur edecekse kadirinin piri de size izin verecek ki dâhil olasınız.” On iki tarik varsa on iki tarikin pirlerinin hepsi size icazet veriyor. Çünkü merkez bir yer, bir dergâh, bir pir, tek. Bu dergâh Allah’ın dergâhı, Resulullah’ın dergâhı, bu feyz, bu aşk Allah’ın aşkı, Allah’ın muhabbetti. Resulullah’ın irfanı, sevgisi, aşkı muhabbeti… Bunun dışında başka bir şey yok ki… Mürşitler sohbetleriyle taassubu kaldırmalılar, kardeşler birbirlerini severler ve brbirlerinede korur gözetirler. Harakânî öğretisine bugün çok ihtiyacımız var.
Müslümanların birliğine muhalif durmak hangi sebepten olursa olsun büyük vebal. Kimse bu sorumluluğun altından kalkamaz.
Evet Kur’an ve sünnet ışığında birleşmemiz bir olmamız gerekiyor. Bu konuda İslam büyüklerinin bazı sözleri var;
“Beni benlik harab etti, bu yüzden olmadım mamur
Riya ile olan amel seni nârdan halas etmez “
Eğer bir iş Allah için yapılıyorsa, bunun bir seyri vardır ama sınırı yoktur. Yaratılışımızın gayesi nedir? “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk/2)
“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır…” (Hûd/7)
Allah bize güzel hizmetlerde bulunmayı nasip etsin.
Allah razı olsun ağzınıza gönlünüze sağlık…