Medine'deki Evs ve Hazreç kabilelerinin Müslüman olması üzerine Mekke'deki sıkıntılar içerisindeki Müslümanlarda peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) talimatı üzere onlarda Medine'ye hicret ettiler. Medine'de her geçen gün güçlenen bir İslam toplumu oluşmaya başlamıştı. Bunu hisseden Mekkeli müşrikler Mekke'nin toplantı salonu olan Darü'n-Nedve'de bir araya geldiler. Eğer Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'de Medine'ye giderse kendileriyle baş edilemeyecek büyük bir güç haline geleceklerini anlattılar. Alınması gereken tedbirlerin neler olabileceğini tartıştılar. En sonunda da her kabileden bir genç seçip birlikte Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öldürülmesine karar verdiler.
Bu kararı Cebrail aleyhisselam derhal Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bildirdi ve kendisine artık hicret izninin çıktığını yanında da Ebu Bekir'i (ra) alacağını ve gününü de gelip söyleyeceğini bildirdi. Peygamber Efendimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de derhal Hz. Ebu Bekir'e (ra) gidip iki deve hazırlamasını söyledi. O da derhal iyisinden iki deve alıp beslemeye başladı.
Bu arada müşriklerde boş durmuyordu. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evinin etrafında nöbet beklemeye başladılar. Nihayet Cebrail aleyhisselam bu gece yola çıkılacağını bildirdi. Bunun üzerine Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) derhal Hz. Ali' yi yanına çağırdı. "Ey Ali! Ben Medine'ye gidiyorum, bu emanetleri sahiplerine ver, ondan sonra da sen de durma gel; fakat şimdi benim hırkamı giy yatağıma yat ki müşrikler beni uykuda sansınlar" dedi. Hz. Ali'de öyle yaptı. Gecenin sonuna doğru sevgili Peygamberimiz kapıyı yavaşça açtı, yerden bir avuç toprak aldı ve yasin suresini okumaya başladı. Müşriklerin üzerine avucundaki toprakları serperken şu ayeti okuyordu: "Biz hem önlerinden bir sed, hem arkalarından bir sed çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık görmezler" (Yasin, 9). Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanlarından geçip gittiği halde müşrikler Allah'ın mucizesi ile onu göremediler. Efendimiz bir kaya çukuru arasında öğle vaktine kadar gizlendi.
Bu arada Hz. Ali (ra) uyanmıştı. Pencereden bakan müşrikler Hz. Ali'yi görünce çok şaşırdılar ve Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerlerine serptiği toprağı da görünce ellerinden kaçırdıklarını anladılar ve hemen her bir yerde aramaya başladılar.
Peygamber Efendimiz öğleyin herkes uykuda iken gizlice Hz. Ebubekir'in (ra)evine girdi. Kendisine develerin hazır olup olmadığını sordu. Oda hazır dedi. Efendimiz ücretini ödeyip kendisine Kusva isimli deveyi ayırdı. Ve hemen o gecede izlerini sile sile gizlice Medine istikametinin ters tarafında bulunan ve Mekke'ye 4,5 km. mesafedeki Sevr dağına doğru hareket ettiler. Sevr dağının tepesindeki kayaların aralıklarından oluşan bir küçük mağaraya saklandılar. Sabah ilk uyanan Hz. Ebubekir (ra) idi. Dışarı çıkmak istedi ama şaşkınlıkla olduğu yerde kalakaldı. Zira mağaranın ağzı sanki yüzlerce yıldan beri varmış gibi örümcek ağlarıyla örülmüştü. Yabani iki güvercinde yuva yapıp içerisine iki yumurta bırakmıştı. Kapı ağzında çalılık oluşmuş ve ortasında da birde küçük ağaççık yükselmişti. Ebu Bekir (ra) "ey Allah'ın Resulü, gece buraya nasıl girdik?" Dedi. Peygamber Efendimizde (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tebessüm edip şöyle dedi "Allah diledikten sonra her şey mümkündür, Kureyş'ten başka, Allah'ın bütün yarattıkları bize yardıma koşmaktadırlar" dedi.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Hz. Ebu Bekir (ra) her ne kadar gece izlerini silerek gelmişler idiyse de çok iyi iz sürücü olan Müdlic oğullarından birkaç iz sürücü arkasındaki Kureyşlilerle birlikte Sevr Dağının tepesine kadar gelmişlerdi. İz sürücü mağaranın kapısının önüne kadar geldi ve orada kalakaldılar. Çünkü mağaranın ağzı giri-lebilecek durumda değildi. Yukarıda zikrettiğimiz o manzarayı gören Ümeyye bin Halif "Allah akıllar versin orada ne işiniz var? Muhammed doğmadan örümcekler orada ağ kurmuş. Güvercinler yuva yapmış" demesi üzeri-ne hepsi birlikte dönüp gittiler.
Bu arada Hz. Ebu Bekir (ra) çok korkmuştu ve şöyle diyordu: "Ya Resulullah sana bir şey olursa bu İslam'ın hali nice olur?" İşte bu söz üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sen o iki arkadaşı ne zannediyorsun? Onların üçüncüsü Allah idi" dedi. Daha sonra tövbe suresinin 40. ayeti bu konuyu açık bir şekilde dile getirmişti.
Müşrikler oradan ayrıldıktan sonra oraya önce Hz. Ebu Bekir'in azatlı kölesi Amir bin Fuheyre (ra) geldi ardından da oğlu Abdullah (ra) gelip Mekke'de olanlar hakkında bilgi verdiler ve süt v.s gibi azık getirdiler. Müjdeyi almışlardı Hz. Ali (ra) salıverilmiş kurtulmuştu. O mübarek mağarada ortalık yatışıncaya kadar kalmaya karar verdiler. Cuma, Cumartesi ve Pazarı mağarada geçirdi-ler. Bu arada Hz. Ebu Bekir (ra) mağarada sevgili Peygamberimizle istirahat ederken bir delik gördü, ne olur ne olmaz diye ayak topuğuyla tıkadı. Ancak bir süre sonra delikte mahzur kalan yılan ayağını soktu. Acılar içinde kıvranırken gözünden iki damla yaş, dizinde uyumakta olan Peygamberimizin yüzüne düştü. Gözlerini açan Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Seni böylesine ağlatan, ızdırab veren şey nedir ya Ebu Bekir" dedi. Oda ayağını bir yılanın soktuğunu söyledi. Efendimiz mübarek tükürüğü ile arkadaşının ayak topuğunu ovuşturdu. O anda hiçbir ağrı kalmadı ve Efendimizin bir güzel mucizesine daha mazhar olundu.
Ve nihayet beklenilen gün gelmişti. İleride takvimlerin başlangıç günü olacak olan M.S. 622 yılının Haziran ayının 20'si Pazartesi günüydü. Allah'ın izniyle hicret başlayacaktı. O gün Hz. Ebu Bekir (ra)'in kölesi ve kılavuz Abdullah bin Uveylit develeri getirmişler aşağıda dağın eteğinde bekliyorlardı. Babasını yolcu etmek için Ebu Bekir(ra)'in kızı Hz. Esma'da yol için azık hazırlamış getirmişti. Bu azık kabını devenin hamuduna bağlamak için bir bağ bulamayınca, hemen belindeki kuşağı çıkarttı, onunla bağlamak istedi. Yine olmayınca kuşağı uzunlamasına kesip biri iki yaptı azık kabını bağlamaya muvaffak oldu. Hz. Esma'yı izleyen Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun bu çırpınış ve gayretine baktı da şöyle dedi: "Ona cennette iki kuşak var" Hz. Esma ondan sonra daima Zatü'n-nikateyn (iki kuşak sahibi) diye anılacaktı.
O gün sevgili Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ebu Bekir (ra), Amir bin Fuheyre ve kılavuz Abdullah bin Uveylid Tihame bölgesine doğru yola çıktılar. Daha sonra yönlerini değiştirip Kudeyde'ye doğru yöneldiler. İlk 2-3 gün çok hızlı hareket ettiler. Kudeyde'ye yaklaştıklarında bir çobana rastladılar. Kendisi deve güdü-yordu. Hz. Ebu Bekir (ra) sütünün olup olmadığını sordu. Çobanda develer yeni sağıldı sütler gitti şu yanımdaki keçide gebe kaldığı için sütten kesildi dedi. Ancak Resulullah boş bir kap alıp keçiyi okşadı ve sağmaya başladı. Bolca süt aldı. Hepside doymuşlardı. Bu durumu gören çoban çok heyecanlandı ve sen kimsin nasıl böyle bir şey yapabildin dedi? Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ona kendisini tanıttı çoban derhal kelime-i şahadet getirip Müslüman oldu.
Oradan devamla Kudeyde'yi geride bırakıp Harrar'a doğru yürümeye başladılar ve bir çadıra rastladılar. Çadırın önünde bir kadın oturuyordu. Bu kadın insanlara yardım etmeyi çok seven Ümmü Mabet idi. Orada konaklamak için kendisinden izin istediler ve yiyecek bir şey satıp satmayacağını sordular. Atike Ümmü Mabet de şöyle söyledi; Kocam ve babam sürüyü otlatmak için uzağa gittiler. Burada yanımda sürüye katılamayacak kadar güçsüz ve süt vermeyen bir koyundan başka bir şey yok dedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce dua edip koyunu sağmaya başladı. Ümmü Mabet şaşırmıştı. Çünkü o kadar bol süt veriyordu ki süt bir türlü bitmiyordu. Her kez süte doydu ve en son bir çanak daha süt sağdıktan sonra bunu da kocan gelince ona içir dedi ve oradan ayrıldılar. Ümmü Mabet'in kocası Ebu Mabet gelince ona bütün bunları anlattı o zaman Ebu Mabet keşke onu tanısaydım hemen davetine koşardım dedi. Ümmü Mabet'den gelen bir rivayete göre bu koyun hicretin 18. yılına kadar yaşamış ve Hz. Ömer (ra) zamanındaki kıtlık yılında da bol süt vermeye devam etmiş.
Peygamber Efendimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve kafilesi Harrar, Seniyetül Merre, Amik ve Ravha'yı geride bırakıp Müdlicoğulları' nın bölgesine yaklaşmışlardı. Karşıdan gelen bir kervan gördüler ve kervanda ilerde İslam'ın büyüklerinden olacak olan Zübeyr Bin Avvam (ra) ve Talha Bin Ubeydullah (ra) da var idi. Hem Efendimizi hem de Hz. Ebu Bekir'i tanı-yorlardı. Onlar iki adet beyaz temiz giysi hediye edip yollarına devam ettiler. Müdlicoğulları'nın bölgesinden geçer-ken Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kafilesi görünmüş idi. Kureyş her birine yüz deve bedel bahşiş biçmişti. Onlarda bu nedenle kafileyi arayıp duruyorlardı. Adam durumu kendi kabilesine anlatınca kabilenin ileri gelenlerinde Suraka gizlice harekete geçip Efendimizi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) takibe başladı.
Nihayet Süraka yaklaşmaya başlayınca Hz. Ebu Bekir korktu ve Resulullah'a döndü oda korkma Allah yardımcımızdır deyip duaya başladı o andan itibaren Süreka'nın atı kumlara gömülmeye başladı kurtulmak istedikçe atın ayaklarının yanından ateşler püskürdü. Bu ateşte yanacağından korkan Süreka Peygamber Efendimiz-den (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aman diledi. Oda kabul edince bir anda ateşlerde dumanda kayboldu, at hemen kumdan çıktı. Süreka Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanına gelip, "Ben sizleri öldürüp, vaat edilen develere kavuşmak istemiştim, ancak şimdi çok pişman oldum" dedi. Ayriyeten Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birde emanname istedi. O da bunu kabul edip verdi. Kendisine "Dön ve arkamızdan gelecek olanları önle" dedi. Süreka'da öyle yaptı. Diğer arama ekiplerine bu tarafta olmadıklarını söyleyerek kafilenin Müdlicoğulları bölgesinden rahat çıkmasını sağlamış oldu.
Süreka; ilerde Mekke'nin fethinden sonraki Hüneyn Savaşı dönüşünde Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanına gelmiş Müslüman olmuş ve eman nameyi göstermiş. O sırada Peygamber Efendimizde (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine iltifatlarda bulunmuş ve şöyle demiş. "ya Süreka Kisra'nın bileziklerini takınacağın vakit ne halde olacaksın" demiş. O vakit bu söze kimse bir anlam verememiş idi. Ancak Hz. Ömer zamanında Kisra'nın malları ganimet olarak alındığında; bileziklerini de Süreka'nın takındığı görülünce Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir mucizesi daha ortaya çıkmıştı.
Artık Medine'ye yaklaşmışlardı ki 80 kişilik bir atlı gurubu önlerini kesti. Başlarında Hüseyb oğlu Büreyde var idi. Onlarında gayesi aslında deve armağanına kavuşmaktı ancak Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada konaklayıp konuşabilirmiyim dedi? O da kabul etti. Bunun üzerine Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur'an'dan ayetler okumaya başladı. Hz. Büreyde dinledikçe yüreğine bir ferahlık geldi ve orada İslam'ı kabul edip sarığını çıkartıp bayrak yaparak Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kuba'ya girişinde en önde kafilesiyle birlikte başı çekiyordu.
Nihayet Kuba yakınında bekleyen Medineli atlılarda kafileye katıldılar. Büyük bir ihtişamla Kuba'ya girildi. O gün M.S. 622 Haziranın 28'i Salı günü idi (Rebiul evvelin 12. günü). Halk bayram ediyordu. Ve herkes "tela al bedru"yu terennüm ediyorlardı.