Vahşi Kapitalizmin Vahşi Çocukları

İnsanlık tarihi ne yazık ki, vahşetin çok yaygın olduğu bir tarih. İnsanlık nice zulümler görmüş, ne çileler çekmiş. Ama henüz insanlık, erdem tekamülünü fiili boyutta tamamlayamamanın ızdırabını yaşıyor. Vahşette hayvanları geride bırakmak sözü, insanın kendini insan hissettiği zamanlara ait bir söz. Şimdilerde ise oldukça ironik bulunuyor. Çünkü aklın, ilmin, idrakin saf dışı bırakıldığı bir dünyada insanı tanımlamak, insanı referans alan bir erdem ve iyilik tanımı yapmak da her geçen gün zorlaşıyor. Yeryüzünün kanla, işkenceyle malûl olan yerlerine bakınca oralarda ebabillere davetiye çıkartırcasına zulüm ayyuka çıkmış durumda. Dünyanın bambaşka yerlerinde ise farklı sesler, farklı soluklar, farklı silkinişler var. Öyle anlaşılıyor ki, dünyanın bir yarısı öbür yarısıyla imtihanda. Bugün medeniyet iddiasıyla ortaya çıkan Batı'nın en demokrat (!) memleketlerinde dahi, kendi müreffeh dünyaları adına başkalarına her türlü zulmü mübah gören bir anlayışla, kendi medeniyet paradigmalarının gerçek manada başka toplumlara faydası olmamış, sonuçta hukuk yerine hınç ve zorbalık, geri kalan dünya halkları için kan, gözyaşı, esaret, sömürü, zulüm ve ölümden başka hiçbir şey getirmemiştir.

Bir yazarın deyimiyle "Batılılar, bu enstrümanlar vesilesiyle kendi halkları için kahrolası bir konfor mukabilinde, tüm dünyaya bela, tufan ve taun pazarlamışlardır. Taşıdıkları faşizan ruh, insan, hayvan, bitki hatta dağ-taş demeden yakıp yıkmalarını sağladığı gibi, zamanı geldiğinde kendilerini bile acımasızca imha etmekten çekinmedikleri bir vasata hayat vermiştir. Batılılar, dünya tarihi boyunca savaşlar nedeniyle sebebiyet verilen ölüm ve faciaların yüzlerce, evet evet, yüzlerce mislini 200-250 yıla sığdırmayı başarmış (!?) uygarımsı ve insanımsı bir türün temsilcileridirler. Batılılar, 'Sanayi Devrimi' vesilesiyle, hem konvansiyonel silahlar üreterek vahşice ve hunharca insan öldürme metodunu keşfetmiş ve hem de, insanlığı dönüşü olmayan bir yola sokan ve adına 'küresel ısınma' denen felaketin startını vermişlerdir."

İnsanı Herşeyiyle Sömürmek
Yeryüzünde insanı hedef tahtasına koyarak keyfi atışlar yapan ama bunu gayet sistematik biçimde yapan gizli, açık, pek çok kurumsal ve oldukça profesyonel hareketler vardır. Zararlı madde kullanımı, cinsellik yoluyla hem beden hem duygu dünyamızın sömürülmesi, misyonerlik faaliyetleri, haklılık kılıfına bürünmüş terör, canlı bombalar, suçsuz insanlara yönelik kitlesel kıyımlar ve savaşlar, ortada neredeyse kendi şahsında dahi insanı inkar eden insanımsılara meydanı boş bırakmıştır. Paranın ve gücün, insan zevklerini dizginlenemez hale getirmesi, işkenceyi zevk edinenleri de karşı konulması güç bir konuma getirmiştir. Nitekim bugün insana Bosna Hersek'te, Irak'ta, Afganistan'da, Etyopya'da, Afrika'da reva görülenler, insanlık tarihindeki benzerleriyle kıyaslanmayacak derecede vahimdir, zulüm yüklüdür, tamamen yok etmeye yöneliktir. İnsanı aç bırakan ve rahatsız olmayan, sonuna ve donuna kadar sömüren zihniyet, gerçek manada ne Afrika'daki açları düşünür ne de insanlar için gerçek bir demokrasi talebi vardır. Irak'a getirdikleri demokrasi(!) örneğinde olduğu gibi yeryüzü sakinlerinden gizlenen amaç çok farklıdır. Bir sosyalistin ağzından doyumsuz vahşi kapitalizm şöyle ifade ediliyor ki, doğrudur:
"Kızılderililer katledileli hoş bir lezzet kalmıştı damaklarında, gelsin sarı ırk, gitsin esmer tenliler... Soğuk savaş dönemi... Kızıl'a karşı Yeşil Kuşak müttefikliği... ''Kızıl'' kana boyanınca ''Yeşil'' oldu satranç tahtası... İslami Terör..."
Son dönem Avrupası tamamiyle bu bakış açısına sahiptir. Mesela; İtalyan başbakanı Berlusconi'nin İslam medeniyetine yönelik hakaretleri de ilk değildir. Avrupa'nın ileri gelenleri de farklı ortamlarda, komünizmin çöküşünden sonra Batı için 'en ciddi tehdidi' İslâm'ın oluşturduğunu söylemişlerdi. Hepsinde önce, İngiltere'nin liberal başbakanı Margaret Thatcher'in İskoçya'da 7-8 Haziran 1990'da toplanan NATO Zirvesi'nde, "Yeni düşman İslâm Dünyası" demişti. Newsweek haber dergisinin Avrupa'-daki Müslümanları konu alan 29 Mayıs 1994 sayısında, bugün Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan, yaklaşık sekiz mil-yon Müslüman nüfusun, Avrupa'nın geleceği açısından tehlike ve tehdit oluşturduğu vurgulanmakta ve bunların entegrasyonu için gerekli tedbirlerin vakit geçirilmeden alınması istenmektedir. Pek çoklarına göre de İslam, terörizmle özdeştir ve yeryüzündeki her Müslüman, potansiyel bir terörist veya suçludur. Nitekim hala bugün dünyanın değişik bölgelerindeki Müslüman kıyımı, Batı tarafından büyük bir sessizlikle izlenmekte, hatta katiller ödüllendirilmektedir. Bosna, Azerbaycan ve Çeçenistan meselelerinde Batı'nın takındığı ilginç tavır, anlatılanlara sadece birer örnektir.

Vahşi kapitalizmin şekillendirdiği küreselleşme süreci bize, inancımıza, varlığımıza ve birliğimize tasallut eden gelişmelerle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Oysa şuurlu bir Müslüman için bu süreç karşı konulmaz bir süreç değildir.
Kapitalist ülkelerin, kendi insanları için de bir huzur ve mutluluk öngörüsü yoktur aslında. Kapitalist sistemlerde sistem bireyi terk etmiş durumdadır. Amerika'nın vahşi kapitalizmi, toplumu ve toplumsallığı göz ardı etmiştir. Bireysel özgürlük var ama toplumsal özgürlük yoktur. Kapitalist sisteme göre, "bireyler kendi çıkarlarını korurken toplum da gelişmiş olur". Bu anlayış "toplumsal yarar" kavramı yerine aşırı bireysel, keseri sadece kendine yontan kapitalist bir anlayışın beyinlere kazınması sonucunu doğurmuştur. Mesela ABD'de devletin misyonu 100 ülkede ABD üsleri kurmak, diğer ülkeleri Batı kapitalizmi adına işgal etmek; uzaya, dünyayı vurmak için ABD füzeleri ve lazer silahları yerleştirmek olarak görülüyor. Sistemin öncelikleri bunlardır. Vahşi kapitalizm toplumsal ve toplumcu politikalara hiçbir zaman izin vermez.

Nitekim dışarıda dönen dolaplara baktığımızda, önce İran hareketi, diğer İslam ülkelerine örnek olmasın diye, Saddam'a havale edildi. Afganistan'daki direniş ise Taliban'a kurban verildi. Sonra Çeçenistan ve Azerbaycan tokadı yedi. Arkasından Yugoslavya; Hırvatis-tan, Makedonya ve Slovakya'nın sessizce ayrılmalarıyla parçalanırken; Sırbistan'ın Bosna ve Sancak'ta çok utanç verici bir şekilde Müslüman katliamına bilerek seyirci kalındı. Ne zaman ki Bosna toparlanıp kazanmaya başladı, hemen müdahale edilerek önü kesildi ve bir anlaşmayla, barışa zorlandı. "Bosna katliamı için Batı adına utanç duyuyorum" diyen daha akil insanlar karşısında, Alain Juppe; "Ne istiyorsunuz yani? Avrupa'nın göbe-ğinde Müslüman bir ülkenin kuruluşunu kabul mü edelim?" diye cevap vermişti. Sonra da Yahudi asıllı Samual P.Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezi, çok önceden planlandığı halde, ilmi bir incelemeymiş gibi takdim edilip tüm dünyaya yutturulmaya çalışıldı.
Libya, Sudan sırayla bombalandı, Irak işgal ve yerle bir edildi. Bu arada ihmal edilmeyen şey ise Radikal İslam, ılımlı İslam, terörist İslam, batı İslamı, Euro İslam, Light İslam, hoşgörülü İslam, hoşgörüsüz İslam, Arap İslamı, Türk İslamı, çağdaş İslam, çağdışı İslam, laik İslam, antilaik İslam, siyasal İslam, siyasal olmayan İslam(!) adı altında pek çok İslam türü üretilerek kafaların karıştırılmasıydı. Sonuç olarak 11 Eylül bahane edilmiş ve açıktan "haçlı seferleri" ilan edilmişti. Oysa şimdi açıkça anlaşılıyor ki, Irak saldırısı 11 Eylül olaylarından çok önceleri hazırlanılmış, hatta petrolün hangi şirketlere ve devletlere ne kadar verileceği dahi planlanmıştı.
Şimdi Irak işgali yaşanıyor ve inanılmaz bir "aşağılayıcı propaganda" ile gözler yıldırılmaya çalışılıyor. Ülkesini işgale karşı savunanlar "İslami terörist" damgası ile damgalanıyor. Öldürülen Iraklılar ve tecavüzü yaşayan Iraklılar haber değeri dahi taşımıyor... Almanya'da Pontus'lu, Ermenistan'lı haritalar okullarda, Irak'ta ise ABD askerlerine "Hristiyanlık, Haçlı ruhu aşılayan" kitapçıklar alenen dağıtılıyor... Misyonerler aleni ve tüm güçleriyle İslam ülkelerinde cirit atıyorlar... Hollywood filmlerinin senaryoları Pentagon'da hazırlanıyor ve bu filmlerin tamamında kötü adam, terörist (mutlaka İslam kimlikli veya kıyafetli), iyi adam, kurtarıcı (mutlaka ABD bayraklı) tarafından küçük düşürülerek yeniliyor sonunda... İsrail ise vurmaya, Rusya kırmaya devam ediyor. Çin Doğu Türkistan'da cumalarda tarama yapı-yor...
Avrupa'da İslam tartışılıyor, tesettür tartışılıyor, kadın tartışılıyor ama tüm tartışmalarda esas nokta, müslümanları "terbiye edici(!)" mahiyette...
Avrupa ile ilgili Almanya'da mücadele eden insanımızın gerçek tesbiti ise şu:
"Avrupa vahşi kapitalizmin beşiğidir. Sosyalizm onun vahşetine duyulan bir tepkinin neticesidir. Bu tepki şiddetli olduğu için Batı, tehlikeyi savuşturmak gayesiyle "sosyal devlet" düzenlemesine gitmiştir. Yani insani endişelerle değil, siyasi endişelerle ABD'den farklı bir kapitalizm uygulamaktadır, Almanya ve Batıda... Bilhassa topraklarının bir bölümünü sosyalizme kaptırmış Almanya'nın, Sovyetlerle sınır olması da hesaba katılırsa, daha katılımcı ve sosyal bir devlet olma mecburiyeti vardı. Şimdi Sovyetlerin yıkılışıyla o tehlike de ortadan kalktı. Artık "sosyal devlet"de halk ürkütülmeden, yavaş yavaş ortadan kaldırılacaktır. Önce sendikalar zayıflatılacak, sonra vergiler arttırılacak ve ödenekler peyder pey, kısıtlana kısıtlana, sıfırlanacaktır. İşçiler daha zor imkanlarla, daha az maaşa tali-me zorlanacaklardır."

Sonuç
Dünyanın her yerinde bugün ortak özelliği hangi milletten olursa olsun Müslümanları yok etmeyi hedeflemiş bir azmışlar güruhu kol gezmektedir. Oysa yeryüzü aynı zamanda İslam'a gebe olmanın doğum sancılarını çekmektedir. Böyle giderse fakiriyle zenginiyle, açıyla tokuyla, genciyle yaşlısıyla insanlığın çektiği çile ortak bir çiledir. Her grup, her topluluk, her aşiret, her devlet, her millet ya her şeyden önce kendi birlik ve beraberliğini sağlayıp, insanlık adına en samimi arayışlarla Allah'a koşacak ya da böl-parçala-yut formülünün zebunu olacaktır. Karşıdaki düşmanın ortak özelliği İslam düşmanlığıdır. Sadece anti emperyalist olmanın yetmediği bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla bu cendereden ancak insanlar, samimiyseler eğer, birbirlerinin haklı ve insani taleplerine kulak vererek, bir ve bütünlük içerisinde çıkabilirler. Aksi halde savundukları değerleri ifade edebilecekleri bir kara parçası dahi kalmadığını görmenin hüznüyle yaşamak zorunda kalacaklardır. Bundan da hepimizi Allah korusun ve yüreklerimizi hakikat yolunda bir kılsın diyorum.