Cemil Meriç

1916 yılında Hatay Reyhanlı'da doğdu. Fransız idaresindeki Hatay'da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi'nde okudu. Tercüme bürosunda çalıştı, ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü yaptı. 1940'ta İstanbul Üniversitesi'ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazıyordu. Elazığ (1942-45) ve İstanbul'da (1952-54) Fransızca öğretmenliği yaptı. 1941'den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. 1955'te gözlerindeki miyopinin artması sonucunda görmez oldu. Fakat olağanüstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Çeşitli dergilerde yazılar yayınlandı. 1974'te emekli oldu ve yılların birikimini art arda kitaplaştırmaya girişti. 1984'te önce beyin kanaması, ardında felç geçirdi. 13 Haziran 1987'de vefat etti.
Necip Fazıl Kısakürek: "Allah'ın, iç gözü daha iyi görsün diye, dış gözünü kapattığı sahici münevver" diyor O'nun için. Tarihten sosyolojiye, felsefeden edebiyata uzanan geniş bir sahada kalem oynatan, büyük bir fikir hamulesine ve yüksek bir idrake sahipti. Genç bir dostum şöyle demişti: "Cemil Meriç'in bir eserini okumak 10 cilt ansiklopediyi okumuş gibi bilgilenmektir. Ve onların özünü almış olmaktır" di-yordu.
Evet bizde size seçtiğimiz fikirlerinden bir demet sunuyoruz:

"Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi." Cemil Meriç

"Ben, düşünen, okuyan ve temsil ettiği, temsil ettiğini sandığı beşeri değerleri lekelememek için aç kalmağa, açlıktan kıvranmağa razı olan adam…" (Jurnal, 27-03-1963)
"Hilkatin atölyesine çalışan, yani, yeni bir dünya parçası, yeni bir düşünce, yeni bir tertip yaratan ustaların sayısı bir asırda üç-beş… Sen onlardan biri olmağa çalışacaksın." (Jurnal, 20-08-1963)

"İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarından. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı." (Bu ülke. S. 299)

"Tarihsiz toplumların büyük sanatı olamaz. Elli yıllık tarihle sanat olmayacağı gibi, uydurma tarihle de sanat yapılamaz." Ve itiraz kabul etmez bir hakikatin altını çiziyordu: "Osmanlılık, bir tarih döneminde, çok önemli bir coğrafya alanında, çok onurlu bir insanlık görevi yüklenmiştir. Osmanlılık, kolektif dehayla kurtulmuş bir dünya imparatorluğudur. Salt geçmişi değil, taşıdığı insan değeri ve özelliğine kadar görünmezden gelinmek istenirse istensin, geleceğimizi de etkileyecek bir deha eseridir. Anadolu Türk dehasının en büyük eseridir…" (Bu ülke. S. 252)

"Avrupa'nın tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir. Osmanlı için şuurdur din, tesanüttür, sevgidir. Osmanlı toplumu insan haysiyetine ve inanç birliğine dayanır." (Bu ülke. S. 179)
"Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insanının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi saplansın"

"Kendini yığın haline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz. Düşünceyi küçümsüyoruz. Kitap yüzünden sefalete düşen görülmemiş. At uğrunda iflas eden edene." (Bu ülke. S. 111)

"Kıt'aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzamlılar diyarıdır."
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az-gelişmişsin."
Ve Hristiyan Batı'nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir "nişan-ı zişan" gibi gururla benimsedi aydınlarımız." (Bu ülke. S. 98)

"Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok… Kalem sahipleri-ne düşen ilk vazife: Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi, başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete." (Kırk Ambar. S. 454)

"Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.
Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok." (Bu ülke, s. 103)

"Büyük eserler, uzun doğum sancılarının mahsulüdür. İnsanlığa yepyeni dünyalar kazandıran yaratıcıların zaferinde, vefanın ve sabrın hissesi pek büyüktür… Yeni ahenkler veya hakikatler müjdeleyen mücahit… Kinin kasırgalaştırdığı alınlarda aşkı çiçeklendirmek de senin vazifen. Unutma ki tavan arasında yaratacağın büyük sanat eseri, milyonların şuurundaki zinciri kırabilir…. Uykusuz geceler, iftira, sefalet, doğum sancıları… İşte dünyamıza hakiki sanatkarı bekleyen akıbet." (Yirminci Asır, 'Dünya Nimetleri ve San'atkar", 16.11.1947)

"Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi, aydını yapan: 'uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklayan çalışan bir tecessü." (Kırk Ambar, s. 453)

"Gerçek entelektüel bir zümrenin emri kulu değildir, gerçek entelektüel bir devrin şuuru olmak zorundadır, bütün hakikatleri yoklamalı, bütün yalanların maskesini yırtmalı, kalabalığa doğruyu göstermeli, her düşünceye saygılı olmalı, tarafsız olmalı, vuzuhu fethe çalışmalıdır.
Gerçek entelektüel, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa edecek, sınıflar üstü hakikatleri araştıracaktır.
Gerçek entelektüel, dürüst olacak, çok okuyacak, çok düşünecek ve ortaya çıkardığına inandığı hakikatleri, vardığı terkipleri korkusuzca yazacak, yayımla-yacak"

"Ne güzel tarif: Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeğe çalışan (kimse)" (Meydan Larouse). Tarifin tek kusuru bu ucubenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.
Murdar bir hal'den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir."

"Her dudakta aynı rezil şikayet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lağım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikayetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "Yaşanmaz"laştıranlardır.
Türk aydını, Kitab-ı Mukaddes'in Serseri Yahudisi… Hangi Türk Aydını? Kaçanlar ne Türk, ne aydın. Bu firar bir Kabil kompleksi." (Bu ülke. S. 97)

"Tanzimat'tan bu yana Türk aydının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı, biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı… Avrupa'yı tanımamak gaflet: Avrupa'yı tanıyan ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasıl kurtulacağız?" (Mağaradakiler, s. 323)

"Elbette ki Avrupa'nın reçetelerini uygulamaya kalkmak büyük bir hamakat; ama hocaların söylediklerinden habersiz olmak daha büyük hamakat." (Bir Facianın Hikayesi, Umran Yayınları, Ankara 1981.s. 23)

"Din problemi, şer problemi, Avrupalaşma problemi… bizim de gevelediğimiz mefhumlar. Ama kimse-nin bu problemler üzerine kafa yorduğu yok. Sağ, kovuğuna çekilmiş, münzevi, mazlum, mustarip. Sol, eline tutuşturulan reçeteyi kekeliyor, manasını anlamadığı reçeteyi. Tek ortak duygu: Düşmanlık. Diyalog yok. Tanzimat'tan beri hazır elbiseye meraklıyız, hazır elbiseye ve hazır medeniyete… Tefekkür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düşünmek ne kadar güç." (Mağaradakiler,s. 314)

"Münakaşada zafer, mağlup olanındır, yenilmek zenginleşmektir… Münakaşa hakikati birlikte aramaktır… Hakikat bin bir cepheli, bin bir görünüşlü. Karşınızdaki, göremediğinizi gösterecek size. Sizden farklı düşündüğü ölçüde yaratıcı ve öğreticidir…
Cemiyetle beraber hakikatler de gelişir. Tek tehlike bunu kavramamak, kızıl şal görmüş İspanyol boğası gibi, her düşünceye ve her düşünene saldırmak: Bu canım memleket bu yüzden bir cüzamlılar ülkesidir." (Jurnal, 19-11-1964)

"Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ: Düşünce birliği. O da rüzgarın her an tehdit ettiği bir kandil. Düşünce birliği, düşünen insanlar arasında olur. İnsanların kaçta kaçı düşünür? Düşüncelerin kaçta kaçı karşılaşır ve açılır birbirine?" (Jurnal, 12.8.1963)

"Argo, kanundan kaçanların dili, Uydurma dil, tarihten kaçanların… Argo, korkunun ördüğü duvar; uydurma dil şuursuzluğun, bir günahları gizleyen peçe, öteki irfanı boğan kement. Argo, yaralı bir vicdanın sesi; uydurma dil, hafızasını kaybeden bir neslin. Argo, her ülkenin; uydurma dil ülkesizlerin." (Bu ülke s. 86)
"Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddesi saygı göstermiştir: Kamusa.
Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söylen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizmin üç silahşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı'da cinnet bile terbiyeli." (Bu ülke. S. 88)
" İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru. İdeolojilerin peşine takılanlar pusulasızdırlar. Gemi ya kayalara çarptı, ya batağa saplandı. İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medeni insan konuşur. Bu çocuklar yıllarca konuşturulmadı." (Bu ülke. S. 95)

"Önünde birçok yollar var: Politika bunlardan biri. Belki en aldatıcısı olduğu için en cazibi. Mutlak'ın ve sonsuzun rüyası. Mukaddes bir abes. Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol, aydınlan ve aydınlat." (Bu ülke, s. 221)

"Politika ve aksiyon adamlarının en zayıf yanı, düşünce adamını küçümseyişleridir. Beyinle yok, nazariye ile aksiyon el ele vermedikçe, toplum sıhhate kavuşmaz." (Kırk Ambar, s. 454)