Ramazan'ın Getirdikleri ve Bizde Kalanlar / Uzm. Psikolog Dr. Mehmet Dinç

Ramazan deyince aklımıza neler geliyor? Nasıl bir duygu?

Ramazan dost olacağımız zamanlardan bir tanesi. Öyle bir dostluk ki bu, insanın özleyeceği, kavuşmayı dört gözle bekleyeceği, kavuştuğu zaman da hatırını çok hoş tutacağı bir zaman. Ramazan’a böyle bakmak gerekiyor. Yani on bir aydan sonra gelen, özlediğimiz, dostumuz, sevdiğimiz bir ay. Nasıl bir dostu beklersek, nasıl çok özlediğimiz ve sevdiğimiz bir insanı beklersek, Ramazan’ı da öyle beklemek, buluşmak için öyle heyecanlanmak ve buluştuğumuzda da hatırını öyle hoş tutmak lazım. O yüzden, Ramazan’ı dost olarak bilmek, ilk başta zihnimize yerleştirmemiz gereken önemli bir husus.

Ramazan, çok kıymetli bir misafirimiz, çok hoş tutmamız lazım, hatırını çok gözetmemiz lazım. 

Bizim kültürümüz misafirperver bir kültürdür. Kendinden fedakârlık yapar, misafiri hoş tutar. Ramazan’a da aynı böyle bakmak lazım. 

İkinci olarak, Ramazan’ın kültürümüz içerisinde gelişmiş çok hoş ritüelleri var, çok hoş kalıpları var, çok hoş âdetleri var, bunları mutlaka yaşamamız lazım; bunları ıskalamamamız, kaçırmamamız, önemsemezlik yapmamamız lazım. Çünkü Ramazan biraz da bunlarla var, Ramazan bunlarla canlı, Ramazan bunlarla heyecanlı. Dolayısıyla, bunları ne kadar canlı tutarsak Ramazan’ı o kadar güzel geçiririz, ne kadar ihmal edersek Ramazan o kadar sönük geçer, o kadar hoşnutsuz ayrılır.

İnsanlar süreç içerisinde Ramazan’la alakalı bazı temel davranışları kaybetmiş durumdalar…

Ramazan-İrade ilişkisine dair neler söylenebilir?

Ramazan sadece aç kalmak değil; bedenin ciddi bir terbiyesi var, ruhun ciddi bir terbiyesi var. İnsanın, özellikle yazın, gecenin geç vakti yatıp, 1 saat sonra, 2 saat sonra bedenini kalk deyip zorlaması, kaldırması ve daha da birkaç saat ayakta kalması; işte terbiye bu.

Her şeyin kolaylaştığı ve terbiye etmenin, kendimize söz geçirmenin, kendimize hâkim olmanın her geçen gün daha da zorlaştığı bir dünyadayız. Bakıyorsunuz etrafa, herkes her şeyi biliyor, bilgi anlamında problem yok; ama bakıyorsunuz, herkes davranış anlamında problem yaşıyor. Sınıfta kalıyoruz. Bildiğimizi davranışa dökme konusunda çok ciddi sıkıntımız var. Niçin? Kendimize sözümüz geçmiyor; terbiyeli bir bedenimiz, terbiyeli bir ruhumuz yok. O yüzden de Ramazan güzel bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirelim, bedenimizi terbiye edelim, ruhumuzu terbiye edelim. Bedeni terbiye etmenin, ruhu terbiye etmenin en önemli boyutlarından bir tanesi de bu Ramazan ritüellerini kaçırmamaktır. Bütün İslam âlemi ortak bir kültürde ortak bir güzelliğe aynı anda adım atıyor. İslam âlemi bu coşkuyu yaşıyor, bu sevinci yaşıyor; iftarıyla, sahuruyla, mukabelesiyle…

Tabii, sebat etmek kolay değil…

Maalesef şöyle yapıyoruz: İlk iki-üç gün devam ediyoruz, haydi ilk bir hafta devam ediyoruz, sonra kaybediyoruz bütün o kuralları, âdetleri. O yüzden, çok dikkat etmek lazım; Ramazan’ın nesi varsa, kaybetmeden, dolu dolu yaşamaya çalışmak lazım. Bunun için gerekirse hayatımızı ciddi anlamda yeniden düzenlemek lazım. 

Ramazan’ın toplumumuzda yerleşik bir kültür boyutuna dair düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Bizim kültürümüz çok zengin, insan odaklı bir kültür. Bu insan odaklı kültürümüzü kaybetmememiz gerekiyor, kültürümüzdeki güzellikleri bugüne taşımamız gerekiyor. Mesela hemen aklıma gelen üç tane temel Ramazan ritüeli var, Ramazan kuralı var, kültürü var. Bunlardan bir tanesi diş kirası, bir tanesi zimem defteri, bir tanesi de Ramazan’a has değil ama belki yine Ramazan’da daha çok hatırlamamız gereken sadaka taşı meselesi.

Diş kirası, malum; insanlar özellikle imkânsız insanları, özellikle fakir insanları iftara çağırıyorlar. Maalesef şu anda herkes imkânı olan insanı iftara çağırıyor. Ama önemli olan, imkânı olan insandan çok, imkânı olmayan insanı iftara çağırmak. Önceden, Osmanlı’da şöyle yapılıyormuş: Mahallenin en zengini mahalledeki herkesi çağırırmış. Çağırdıktan sonra yıl boyu yemeyeceği yemekleri yedirirmiş. Sonra da yardım etmek, destek olmak istermiş, ama bunu da incitmeden, kırmadan... Derlermiş ki: “Siz bizim evimize teşrif ettiniz, yemeklerimizi yediniz, evimize bereket verdiniz, biz çok memnun olduk, mutlu olduk, bizi ihya ettiniz. Ama yemeğimizi yerken dişleriniz yoruldu, dişleriniz yıprandı, incindi. O yüzden, lütfen, buyurun, diş kirası olarak şu hediyemizi alın.” 

İnceliğin zirvesi…

Evet. Bir de bunu o kadar samimiyetle yapıyorlar ki kimse alınmıyor, kimse darılmıyor, kimse incinmiyor. Bugün, maalesef, böyle bir şey yapsanız “Alay mı geçiyorsun?!” falan derler. Ama o dönemin nezaketi, zarafeti, inceliği bunun alay olmadığını, bunun hakikat olduğunu, bunun samimiyet olduğunu görebilecek, anlayabilecek seviyedeydi. O seviyeye gelmek zorundayız. Çünkü gelmişiz daha önce. Dolayısıyla, gelinmez, ulaşılmaz, varılmaz bir hedef değil; çok varılabilir, çok ulaşılabilir bir hedef. Yıllarca, yüzyıllarca bu topraklarda bu kültür, bu düşünce, bu zarafet yaşamış; tekrar ihya etmek, yaşamak gerekiyor. 

Zimem defteri meselesi var, zimem defteri şu: Eskiden bakkallar veresiye defteri tutarlar, insanlar ay sonunda ödemeye çalışırlar. Zengin insanlar Ramazan’da fakir bir mahalleye gidip bakkala der ki: “Zimem defterini ver.” Bakkal veresiye defterini verir… Açar bir yaprağını, der ki: “Bu yaprağın sahibinin borcunu al.” “Ne kadar?” “Şu kadar.” “Al bunun hepsini.” Başka bir yaprağı açar, “Şununkini de al.” Ne kadar gücü varsa, imkânına göre o insanların borcunu kapatır. Burada önemli olan şey şu: Kime verdiğini bilmiyor, verdiği kimse de kimin verdiğini bilmiyor, asla da bilmeyecek. 

Tertemiz, riyasız, ihlaslı bir amel…

Evet, bir diğer mesele, sadaka taşı. Yine sadaka taşında da ölçü malum, kimsenin görmeyeceği şekilde sistem kurulmuş. Yani elinizi taşa sokuyorsunuz, ama alan mısınız veren misiniz belli olmuyor, gözükmüyor. Dolayısıyla herkes elini taşa sokuyor, kimisi veriyor, kimisi alıyor; kimin aldığı, kimin verdiği belli değil, ihtiyacı olan ihtiyacı kadar alıyor. Bu sistemleri de bizim oturtmamız lazım.

Bir de Ramazan hazırlıkları var, değil mi?

Ramazan öncesi sadece yiyecek içecek hazırlığı yapmamak lazım, ruhu da Ramazan’a hazırlamak lazım. Yani Ramazan bana ne getirecek, Ramazan’dan ben azami nasıl faydalanabilirim, Ramazan’da ne yapacağım, nasıl bir program izleyeceğim, bu programı izleyebilmem için nasıl bir hayat düzenlemesi yapmam lazım... Hakikaten buna yönelik bir gayret olmazsa, buna yönelik bir hazırlık olmazsa Ramazan ıskalanıyor. Öbür türlü, hiçbir hazırlık yok, Ramazan geldi, ilk günler alışmakla geçiyor, ikinci günler hazırlanmakla geçiyor, onuncu günde hazırlandık, zaten kaç gün, bitti. Son günler bayrama hazırlanıyoruz derken Ramazan değerlendirilememiş, kıymeti bilinememiş bir dönem olarak geçip gidiyor. O yüzden, Ramazan hazırlığını Ramazan’ın ilk haftası değil de Ramazan öncesinde yapmaya çalışmak lazım. Ruhen hazırlanmak lazım. Çocuklarımızla, eşimizle konuşmamız lazım. Ramazan geliyor, o heyecanı yaşamamız lazım. “Ramazan’da şöyle yapacağız, böyle yapacağız, şöyle yapabilmemiz için şöyle bir düzenleme yapalım.” diye mutlaka bir Ramazan hazırlığı olacak. Bu fiziken de olacak ruhen de olacak. Bir Ramazan gündemi olacak, yazılı hale getirmemizde fayda var, hayatımızı ona göre düzenlememizde fayda var.

Ramazan’ın bir de çocuklar ve eğitim cephesi var… 

Tabii, bunun somutlaşması da çok önemli, özellikle çocukların görmesi için. Yetişkinlerde bile hazırlığın somutlaşması daha bir heyecanı artırıyor, çocuklarda hepten heyecanı artırır. Somutlaşması için evin süslenmesinde fayda var, güzelleştirmek lazım, çocuklar için daha cazip hale getirmek lazım. Çocuk nasıl sevecekse, çocuğun nasıl dikkatini çekecekse o şekilde aksesuarlar koymak, o şekilde süsler koymak lazım. Çocuk merak etmeli, heyecanlanmalı: “Ne oluyor?” “Ramazan geliyor.” Böylece “Ramazan gelsin, ne kadar güzel geliyor, evimiz değişti, evimiz süslendi, evimizde bir sürü benim seveceğim şey oldu.” diye mutlu olması lazım. O heyecan ne kadar somutlaşırsa o kadar faydalı olur. Dolayısıyla, hazırlık yaparken, hazırlığın bir parçası olarak muhakkak ev süslemeyi de koymamız lazım. Evimizi ciddi ciddi, çocukları merkeze alarak, çocukların seveceği şekilde süslemeye dikkat etmek lazım. Çocuklar için belki yeni giysiler almak lazım Ramazan geliyor diye.

Mesela, çocuklar sahura kalkmak istiyorlar, anne babalar mani oluyorlar: “Aman, uykusunu alsın. Aman, uykusu bölünmesin. Aman, huysuzlanmasın...” Ama çocuk kalkmak istiyorsa bir şekilde kaldırmaya çalışmak lazım; kalksın, o heyecanı yaşasın, o neşeyi yaşasın. Hiçbir şekilde sıkıntı çekmediği zaman çocuklar, ayağı taşa değse problem yaşar hale geliyor. Biraz sıkıntı çeksinler, biraz yorulsunlar, biraz uykusuz kalsınlar. Zaten buna talip olan çoğunlukla kendileri oluyor, kendileri kalkmak istiyorlar, ama biz kıyamıyoruz. Hâlbuki çocuk kendisi talip, bunu da yaşaması lazım. Sıkıntısız bir hayat yok. Hayat bu, insan zaman zaman sıkıntı çekecek; buna da bünyenin, vücudun alışması lazım. Bunun için Ramazan iyi bir fırsat. Kolaylıkla alışsın, zorlukla alışmasın.

Teravihlerde şen şakrak çocuklar görüyoruz, çok ciddi tepki aldığı oluyor. Ama zaten o yapacak bunu, olacak bu. Hangi çocuk teravihte bir mum gibi durmuş?! Birazcık ses olur, arkada bazı muziplikler olabilir. Bunlara da toplum olarak biraz hazımlı yaklaşmamız lazım. Sen namazına devam et. Arkadaki çocuğa, namazı bir selam vereyim de bir bağırayım noktasında, içinde bir hınçla namazı geçirme…

Ramazan ve değişim konusunda neler söylenebilir?

Özellikle de eksik olduğumuz, en çok zararda olduğumuz, en çok sıkıntısını çektiğimiz davranışlar nelerse onlardan başlayalım. Mesela ben; eşine, çocuğuna karşı az sevgi sözcüğü söyleyen, onlara az vakit ayıran bir insan mıyım? Oradan toparlamaya başlayayım kendimi. Nereden daha zayıfsak oradan toparlamaya başlamamız lazım kendimizi. Yoksa, ben zaten bol bol sadaka veriyorum Ramazan dışında da, Ramazan’da arttırdım, ama aynı kaba adamım; o değil. Aynı kaba adam olmayalım, nazik insan olalım; anlayışlı, hoşgörülü, sabırlı insan olalım; empati kurabilen, karşı taraftaki insanı anlayan, onun hakkına hukukuna riayet eden, gözeten insanlar olalım. Esas Ramazan’ın bizde yapması gereken değişiklik en büyük oranda o.

Ramazan ve sabır konusu da çok önemli, değil mi?

Tabi, bir insanın yemek yememesi çok önemli. İnsanın kendini tutup, midesini kontrol edebilmesi, midesini doldurmaya yönelik arzusunu kontrol edebilmesi çok önemli. Teravihte sabretmesi önemli, sahurda kalkabilmesi önemli, mukabelede sabretmesi önemli. Ama birisi ona hakaret ettiğinde de hemen ona hakaretle karşılık vermemesi önemli. Bir insan onun sabrını tükettiğinde sabırsızlık yapmaması, sabırsız davranmaması, bir insan velev ki hak etmiş olsa bile ona kaba davranmaması da çok önemli. Ve esas önemli olan şeyler bunlar. Öbür türlü, hepimizin malumu olan bir şey var, o da şu: Efendimiz aleyhisselam buyuruyor ki: “Allah sizin açlığınıza ihtiyaç duymuyor.” Önemli olan şey aç kalmak değil; önemli olan şey, bu Ramazan açlıkla beni terbiye ediyor, bu terbiyenin sonucunda ben daha hassas bir insan olayım, daha ince bir insan olayım; daha anlayışlı, hoşgörülü, nazik bir insan olayım; daha güler yüzlü, daha güzel sözlü bir insan olayım. 

“Ben Ramazan’da açım, asabiyim!” diyorlar… Zaten Ramazan seni terbiye etsin diye aç kalıyorsun. Daha da terbiyesizleşecekse insan, ne amacı var aç kalmasının yani. “Ben asabiyim, oruçluyum.” dedikçe daha da asabileşmeye başlarız, asabi olmayı daha makul hale getiririz. Ama öbür türlü, şöyle bakarsak: “Ramazan’da asabi olunur mu, Ramazan’da sabırsız olunur mu, Ramazan’da sinirlenilir mi, Ramazan’da kaba olunur mu?!” dersek, o zaman, belki zorlandığımız noktalar olsa bile bu bakış açısı bizi toparlar, bizi düzeltir. Herşeyden önce, “Ben uymayacağım, ben kabalaşmayacağım, ben hoşgörüsüz olmayacağım...” diye ciddi bir sebebimiz var. Niçin? Oruçluyum. Daha fazla sebebe ihtiyacım yok. İnsan kendini kötü de hissetmez. Çünkü insan kendine açıklamak hissediyor: Niçin ben cevap vermedim? Ezik olduğum için mi, özgüvensiz olduğum için mi, kendimi savunamadığım için mi? Hiçbirisi değil; oruçluyum yahu, oruçluyum, uymayacağım ben bu insana. O kadar. Uymadığımız zaman da ne kadar süreç değişiyor, onu da görürüz zaten. Dolayısıyla bu hedefin peşinde olmamız lazım, ciddi olarak buna dikkat etmemiz lazım.

Ramazan’ın çocuklarda ahlaki örneklik boyutu nedir, nasıl olmalı?

Ramazan’da çocuklarımıza özellikle kazandırmamız gereken en önemli şeylerden bir tanesi, hasta olanları, muhtaç olanları ziyaret etmek, bu çok önemli. O insanları ziyaret etmek, o insanların halini hatırını gözetmek çok kritik öneme sahip. Çünkü hastalara karşı bizim sorumluluğumuz var, muhtaç olanlara karşı sorumluluğumuz var. Üzerimizde hangi nimet varsa, o nimetin zekâtını, sadakasını o nimet üzerinden vermek gerekiyor. Sağlık nimetimiz varsa hastaları hoş tutmamız gerekiyor, varlık nimetimiz varsa muhtaçları hoş tutmamız gerekiyor, ilim nimetimiz varsa cahilleri ilerletmemiz gerekiyor. Dolayısıyla, Ramazan bunun için iyi bir fırsat. Bu kadar açlık çekiyoruz, bu kadar yorgunluk çekiyoruz, özellikle uzun saatler aç kalınca, susuz kalınca, bu bize, hasta olan insanların, herhangi bir sebeple yemek yiyemeyen insanların ya da muhtaç olan insanların, yokluktan yemek yiyemeyen, su içemeyen insanların durumunu çok iyi, yakinen anlama fırsatı verip, onların hizmetine gitmeye, onların yükünü hafifletmeye yöneltmesi lazım. Bunu da çocuklarımızla beraber yapmamız lazım.

Hz. Ömer halife olduğu halde, o kadar işi gücü olduğu halde, hastalarla bizzat ilgilenirdi; dullarla, muhtaçlarla, yaşlılarla bizzat ilgilenir, hizmetlerini görür, odunlarını taşır, işlerini yapardı. Bu çok büyük bir üstünlük. Hz. Ömer zamanında inanılmaz mücadeleler olmuş, inanılmaz savaşlar olmuş, İslam toprakları çok çok fazla büyümüş ve Hazreti Ömer hepsinin bizatihi kumandasında, bizatihi kontrol ediyor, yönetiyor vesaire, inanılmaz yoğun bir insan. Buna rağmen, hastaya bakmak için, yaşlıya bakmak için, muhtaca bakmak için, onların hizmetini bizatihi görmek için vakit ayırıyor. Hangimiz ondan daha yoğun olabiliriz, hangimiz ondan daha meşgul olabiliriz?! O yüzden, hiçbir bahane bulmadan, başkasını göndermeden, bizatihi o hizmetlerin içerisine girebildiğimiz kadar girmemiz lazım. Uzaktan parasını gönderelim, uzaktan selam gönderelim, yardım gönderelim, adam gönderelim değil, mesaj atalım şeklinde değil de; ben bizatihi bu hizmetin neresinde olabilirim, ben ne taşıyabilirim, ne getirebilirim ne götürebilirim, ona bakmak lazım.

Ben zaman zaman, bazen dostlarımızın işleri güçleri oluyor, hastaneleri oluyor vesaire, diyorum ki: “Böyle ayak işi yapacak adam lazımsa ne olur beni arayın.” Ama hakikaten bunu samimi söylüyorum. “Estağfirullah, olur mu öyle şey!” falan diyorlar. Ama bütün samimiyetimle söylüyorum; birisi mi getirip götürülecek, getiririm götürürüm. Hasta işi özellikle, hasta olmuş bir insanın hizmeti çok önemli bir şey.

Ramazan’ın getirdiği beraberlik duygusu da çok güçlü, değil mi?

İftar ve sahurları ailece yapmaya dikkat etmek çok önemli, aile birliğinin burada da bozulmaması çok önemli. Camilere gitmek gelmek önemli; camilerde çocuklara sabır gösterilmesi, hoşgörü gösterilmesi çok önemli. Çocuk iftarları düzenlemek önemli. Çocukların ev sahibi olduğu ve arkadaşlarını çağırdığı, programın onların etrafında döndüğü çocuk iftarları yapmak lazım. Yanlış davranış ve sözlere müdahale etmek; ama çok güzellikle, çok tatlı sözle, çok sabırla müdahale etmek çok önemli. Yardım kutusunu, kumbara almadan, kendimizin hazırlaması; ama bu yardım kutusuna sadece para atmamamız, zaman zaman oyuncak atmamız, zaman zaman elbise atmamız da önemli. Kızım diyor ki: “Şu oyuncağı sevmiyorum, bunu fakirlere verelim.” “Hayır kızım.” diyorum. “Sevdiğin oyuncağı ver.” “Ama ben bu oyuncağı seviyorum.” diyor. “Kızım, sevdiğin oyuncağı verirsen kıymetli.” “Peki” dedi, sağ olsun, kabul etti. Ama yardım kutusuna illa bozuk para atılacak diye bir şey yok. Öyle bir algı var ya, cebimizde kalan bozuk parayı, 1 lirayı, 2 lirayı atarız, o değil. Yardım kutusu hazırlayalım, büyük bir kutu olsun, bozuk para da atalım, kâğıt para da atalım, oyuncak da atalım, elbise de atalım, ne atabileceksek, gönlümüzden ne kopuyorsa onu atalım. Televizyon ve bilgisayarı mutlaka azaltmaya çalışalım, daha az izleyelim. Hiçbir şey kaybetmeyiz. Mutlaka azaltmamız lazım.

Dost ve akrabalarımızı muhakkak gözetmemiz, görüşmemiz lazım; hem yaz tatili hem Ramazan fırsatıyla. Çocuklarımızın da bunu bilmesi lazım.

Evde Ramazan panosu hazırlamak güzel olur. Evde bir köşede büyük bir Ramazan panosu olsun. Çocuğumuz Ramazan’la ilgili bir resim yapar, bir söz yazar, bir hikâye yazar, biz bir şey yazarız. Yani nasıl ki Facebook’ta paylaşıyoruz, Facebook’un somut duvar versiyonu olsun. Onu hakikaten yapalım, evimizin bir köşesinde dursun. Ramazan’ı fırsat bilip mukabele okumak, mukabele olmasa bile parça parça olsun Kur’an-ı Kerim okumak, hadis kitaplarından düzenli okumak çok önemli. Ramazan albümü hazırlamak önemli. Çocuklar bu tür şeyleri çok seviyorlar. Canlı hale, eğlenceli hale getirmek için, Ramazan’ın her gününde yaptığımız etkinlikler için resimler çekip onları bir albüm haline getirip, Ramazan sonunda onları toparlayarak çocuğumuza “2020 Ramazanı böyle geçti” diye hediye etmemiz lazım.

Ve son olarak da Ramazan etkisi kalıcı olsun. Ramazan’da edindiğimiz güzel davranışları, güzel alışkanlıkları, güzel melekeleri Ramazan sonrasında da devam ettirmeye mümkün olduğu kadar gayret göstermeye çalışalım. Ramazan’da güzelleşen insan Ramazan’ın sonunda çirkinleşmesin, Ramazan’ın güzelleştirdiği insan hep güzel kalsın.