“İş’te İnsan ve Ahlak / İş Ahlakı” kitabınızdan hareketle iş hayatında belirleyici kamusal unsurlardan en önemlisi ‘hukuk’. Bir de yine toplumsallığı etkileyen çok bireysel bir konu var ki, o da ahlak… Her ikisini görünür kılan şey ise iş ahlakının sınırları, çerçevesi, özü… Bu anlamda ahlak-hukuk ilişkisine dair neler söylenebilir? Bu unsurların iş hayatındaki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahlak ve hukuk her ikisi de aynı kaynaktan beslenen, birey ve toplumun iyilik ve huzurunu amaçlayan nazari ve pratik yönü bulunan, birbirinden ayrılamaz iki önemli kavramdır. Hukuka uygun davranışlar aynı zamanda ahlaki birer yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır. Adalet ve dürüstlük gibi ahlaki değerler aynı zamanda hukukun temelini oluşturur. Toplumsal ahlaki değerleri göz ardı eden hukuk kurallarının (yasalar) etkisiz kalacağı göz ardı edilmemelidir. Hukuk ve ahlakın yozlaşması toplumlarda onarılması zor sorunlara yol açar.
Hayatın her alanında olduğu gibi, iş hayatında da ahlak ve hukuk iki önemli kavramdır. Hukuki düzenlemeler her ne kadar korunması gereken grupları (işçi, tüketici ve diğer paydaşlar) koruma amaçlı gerçekleştirilmiş olsa da muhatapları tarafından yeterli karşılığı bulamamış olması, ya da ahlaki değerlerin iş hayatını yönlendirici etkisinin zayıflamış olması nedeniyle tanımlanmış yaptırımların da (yasal cezalar) etkili olamadığı görülmektedir. Kapitalizmin ortaya çıkardığı ve küreselleşme ile yaygınlaşan bencil, kayıtsız şartsız kazanma anlayışı örgüt içi ve dışı ilişkileri gayr-i hukuki ve gayr-i ahlaki zeminlere taşımış, bunun sonucu haksız rekabetler, ilişkili pazarlama yaklaşımları yaygınlık kazanmış, gelir dağılımları bozulmuş, güvensizlikler had safhaya çıkmış, sorunlar büyüyerek adeta içinden çıkılamaz hale dönüşmüştür.
Kapitalizm, sosyalizm ve İslam’ın iktisat anlayışlarına dair bir değerlendirmenizi alabilir miyiz? İhtiyaçlar ve beklentiler açısından, insanî boyutlarıyla da değerlendirir misiniz? İnsan-fıtrat ilişkisi bakımından negatif ve pozitif tarafları nedir?
Ahlak-Hukuk ilişkisinde olduğu gibi Ahlak-İktisat ilişkisi de güçlüdür. Her ikisi de insan davranışı, kararı ve tercihleri ile ilgilidir. İktisadi davranışların mutlaka ahlaki bir boyutu bulunmaktadır.
İktisadi sistemler incelendiğinde şu konulara odaklandıkları görülmektedir;
a) Kıt kaynaklar
b) Kaynak kullanımı
c) Gelir dağılımı
Sanayi inkılabı ile ortaya çıkan kapitalizm esas itibarıyla Batının kültürel değerleri ile yoğurulmuş, temelinde Hristiyanlık (Protestan ahlakı) bulunan bir sistemdir. Liberal bir anlayışa dayalıdır. Ferdiyetçi, özel mülkiyet, sözleşme serbestisi, serbest rekabet, serbest piyasa vb. esas alır, kamu müdahalesini sınırlı olmak kaydıyla benimser. Kapitalizmde üretim ve tüketim teşvik edilir. Kaynakların israfı ve gelir dağılımı dengesizlikleri ortaya çıkan en önemli sorunlardandır. Üretim araçlarının sahipliği ve denetimi kârını maksimize etmeye odaklanmış özel kesim elinde bulunur. Kapitalizmin kayıtsız ve şartsız mutlak kazanç eğilimi kişi/örgütü ahlaki zeminden uzaklaştıran en önemli faktördür. Kapitalist sistemin ortaya çıkardığı problemleri Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri isimli eserinde Daniel Bell (1919-2011) şu ifadelerle özetlemektedir: ‘Kapitalizm için en büyük tehlike, sistemin içinde beliren kültür çelişkisidir. Bu çelişki, çalışma ahlakı ile çalışma dışı ahlakının birbirinden ayrılmasıdır. Günümüz kapitalist sanayi toplumlarının insanı gündüz disiplinli, gece sefa düşkünü yapması, tüketim ve haz düşkünlüğünün de sistemin verimliliğini ortadan kaldıracak bir yöne sapmasıdır.’
Sosyalizm aslında kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlara tepki olarak ortaya çıkan bir sistemdir. Bu nedenle adalet, eşitlik, özgürlük, toplumsal refah gibi kavramları ön plana çıkardığı görülmektedir. Sosyalizme göre özel mülkiyet ve serbest rekabet söz konusu değildir, üretim araçları devletin mülkiyetinde olmalıdır. Merkezi otorite, merkezi planlama ile sosyal düzeni sağlar ve toplumsal menfaatleri korur. Sosyalizmde toplumsal menfaat uğruna bireysel menfaatlerden vazgeçilmelidir. Sosyalizmin ütopik, ihtilalci ve demokratik olmak üzere farklı versiyonları ortaya çıkmış olsa da pek etkili oldukları söylenemez. Bunun en temel nedeni, kapitalizmde olduğu gibi ahlaki zeminden uzak materyalist bir anlayışa sahip olmasıdır.
İslam’ın iktisat anlayışı kapitalizm ve sosyalizmden farklıdır. İnsan bir üretim faktörü olmaktan öteye yeryüzünün en önemli değeri olarak görülür (İsra, 17/70). Ancak bu değerin sürdürülebilirliği Yaradanın kendisine çizdiği sınırlar içinde, yani ahlaki zeminde kalmakla mümkündür. (A’raf, 7/179) İslam iktisadı hem kamu hem de özel mülkiyeti benimseyen karma bir mülkiyet anlayışına sahiptir. İktisadi faaliyetlerin yürütülmesinde İslami esaslara uygun olmakla kayıtlı bir özgürlük anlayışı söz konusudur. Denge ve dayanışma temelli, toplumsal refahı esas alan bir sosyal adalet anlayışı benimsenmiştir.
İslam iktisadında Müslüman insan sadece ekonomik açıdan ilerlemeyi değil, aynı zamanda ahlaki açıdan da yükselmeyi hedefleyen bireysel, sosyal ve ortak sorumluluk sahibi kişidir. Kapitalist insan ise bunun tam aksine bencil, rekabet düşkünü, bireysel menfaatlerini her şeyin üstünde tutan sadece kazanmaya odaklanmış, ahlaki değerleri tanımayan kişidir. Bu nedenle birbirinden karakter olarak tamamen farklıdırlar.
İslam iktisadında diğer sistemlerin aksine faaliyetlerin meşru olması ve meşru bir zeminde yürütülmesi esastır. Emek yüceltilmiş (Necm, 53/39), ahlaki zeminde kalarak çalışma insana verilen en önemli ödevlerden birini oluşturmuştur. Maddi tatmin yeterli ölçüt olarak değerlendirilmez, manevi tatmin de en az onun kadar önemlidir. Her şey dünya-ahiret dengesi anlayışı içinde yürütülür. Servet, gelir, yetenek vb. güç farklılıkları üstünlük nedeni olarak değerlendirilmez, birer yükümlülük aracı olarak görülür. Gelir dağılımında adalet esastır. Başta zekât, tasadduk gibi araçlar olmak üzere bu adaletin sağlanmasında önemli rol oynar.
İslam iktisadı fıtratı esas alan, bu nedenle de dengeleri korumayı amaçlayan politikalara sahiptir. Örneğin; ihtiyaçları sınırsız, kaynakları da kıt olarak değerlendirmesine karşın sürekli israfı teşvik eden kapitalizmin çelişkili bu yaklaşımına karşın İslam iktisadı kaynakların kıt değil, lakin sınırsız da olmadığını, ihtiyaçların ise ihtirasların güdümüne bırakılmaması gerektiğini vurgulamakta, buna göre dengeli ve rasyonel bir üretim ve tüketim politikası ortaya koymaktadır.
Kanaatimce iktisadi sistemleri birbirinden ayıran en önemli faktör mülkiyetin gerçekte kime ait olduğu meselesidir. Diğer iktisadi sistemler mülkiyeti kişi ya da devlete verirken, İslam iktisadı mülkiyetin gerçekte Allah’a ait olduğunu, insanın ise dünyada sadece onun emanetçisi durumunda olduğunu ve bu nedenle de kullanımda gerçek sahibinin rızasının gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu anlayış dengeli bir mali yönetimin de anahtarını oluşturur. Ancak bütün bunların uygulanabilmesi için fıtrata uygun, temelini ahlaki değerlerin oluşturduğu genel ve mesleki eğitimlerden geçirilmiş Müslüman adama ihtiyaç bulunmaktadır.
Dinlerin daima ahlaki bir tarafı var. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın iş ahlakı anlayışlarına dair değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Yeryüzünün inanç haritası bugün iş ahlakı konusunda bize neler söylüyor? Bazı gözleme dayalı ölçekler, yaşanan hayata dair nihai sonuçlar bakımından -zıtlıklar ve mutabık durumlar- bazı değerlendirmeler sunuyor bize. Düşüncelerinizi alabilir miyiz? Nedenleri ve niçinlerine dair neler söylemek istersiniz?
Din ve ahlak hem kaynakları hem de amaçları bakımından birbiriyle ilişkilidir. Bu nedenle ahlak-din ilişkisinin kaçınılmaz olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu konuda farklı görüşler olsa da genel kanaat ahlakın kaynağının din olduğu doğrultusundadır. Zira iyi ve kötüyü belirleyen ve buna göre insanları yönlendiren, onlara bu doğrultuda sorumluluklar yükleyen din, yani inançlarıdır. Örneğin; İslam inancına göre namaz, oruç, zekât gibi ibadetler müminleri kötülüklerden korur (Ankebut, 29/45), ahlaki bakımdan geliştirir ve erdemli kılar.
Yahudilik ve Hristiyanlık temeli itibarıyla ilahi dinlerden olması nedeniyle İslamiyet’le benzer anlayışlar içermektedir. Beşeri olarak nitelendirilen dinlerde de benzer hususlara rastlamak mümkündür. Kanaatimce bunun nedeni, ilahi iradenin yeryüzünü hiçbir zaman ilahi mesajdan mahrum bırakmamış olmasından kaynaklanmaktadır. (Fatır, 35/24)
Yahudilikte çalışmak ve kazanmak teşvik edilmiş, Hristiyanlıkta ise cennetten kovulmanın bir cezası olarak değerlendirilmiştir. Kapitalizmle bu anlayış tam tersine dönmüştür. Evrensellik açısından biricik olan (Al-i İmran, 3/19) İslam’a göre gücü kuvveti yerinde olan herkesin bilgi ve becerisine uygun meşru bir işte çalışması zorunluluk olarak değerlendirilmiştir. Yapılan işlerin sadece maddi kazanç odaklı olması öngörülmemiş, denge ve manevi boyut daima göz önünde bulundurulmuştur. İşveren, yönetici, çalışan pozisyonu ne olursa olsun herkes birbirinin hukukunu gözetmek, sorumlu davranmak ve ahlaki sınırlar içinde kalmakla yükümlü kılınmıştır.
Günümüz iş dünyası maalesef kapitalizmin kıskacındadır. Gelir dağılımı oldukça bozulmuş, yoksulluk ve sefalet had safhaya ulaşmıştır. Ahlaki değerler iktisadi değerlerin gölgesinde kalmış durumdadır. Ahlaki değerler riyakârane bir yaklaşımla pazarlama aracı olarak kullanılmaktadır. Sermayenin emeği sömürmesini, yasal düzenlemelerin de engelleyemediği görülmektedir. İnsanların birbirini umursadığı, değer verdiği, sorunlarının çözümüne katkı sağladığı bir anlayış ortaya konulup yaygınlaştırılmadıkça bu sorunların artarak devam edeceği de aşikârdır. Bunun yegâne yolu ise, evrensel ahlaki değerlerin temelinde yer aldığı insan yetiştirme sistemlerinin hayata geçirilmesinden geçer.
Son bir değerlendirme yapmak gerekirse, global dünyanın kapital anlamdaki birikimleri ve ülke ekonomilerinin büyüklükleri, üretim ya da ahlakın mı, yoksa vahşet, zulüm ve sömürünün mü eseridir? Sömüren ve sömürülenlerin çok olduğu dünyamızda, günümüzdeki savaşların iktisadi ve dinî boyutuna dair neler söylenebilir? Bir dayatmalar dünyasında mı yaşıyoruz?
Günümüzde gerek ülke, gerekse firma bazında bakıldığında küresel sermayenin belirli ellerde temerküz ettiği açıkça görülmektedir. Bunun başlıca nedeni olarak üretim faktörlerinin etkin kullanımı yanında, meşruiyeti aranmaksızın elde edilen kazanımlar gösterilebilir. Sömürgecilik anlayışı modern dünyada ortadan kalkmamış, bilakis belki daha da acımasızca yeni bir boyut kazanmış durumdadır. Dozajı farklı olsa da maalesef ülke ya da firmalara göre bu durum önemli farklılıklar göstermemektedir. Ortaya konulan mücadelenin görünen yüzünü iktisadi unsurlar oluştursa da arka planında dinî faktörlerin yer aldığı açıkça ortadadır.