Cihad kavramını, Kur’an ve hadis-i şeriflerin ışığında incelersek, iki farklı anlamı ihtiva ettiğini görürüz. Birincisi, dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, nefs-i emmare ile mücadele etmek, İslâm’ı tebliğ etmek ve din düşmanlarına karşı fikrî mücadele vermektir. İkincisi ise Müslüman olmayanlarla savaş, yani “kıtal”dir. Kıtal, Müslümanlara karşı bir saldırı, bir tehdit olduğunda düşmanla yapılan cihaddır ki şartlara bağlıdır.
Birincide bahsettiğimiz cihad “mücahede” şeklinde de ifade edilir ki hayatın her anını ve alanını kapsayan, kuşatan bir cihaddır. Bu nedenle insanlar üzerinde tesir ve etkisi kıtalden daha büyük ve daha önemlidir. Ayet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere baktığımızda da açıkça görülecektir ki, düşmanla yapılan kıtal anlamındaki cihaddan daha önemlisi nefsle yapılan cihaddır. Burada yanlış anlaşılma olmasın, düşmandan bir tehlike geldiğinde, önemli olan o zaman elbette düşmana karşı cihad olur. Ama şu bir gerçek ki düşmanla savaş hiçbir zaman bir ömür sürmez, hâlbuki nefsle cihad son nefese kadar devam eder. Bu nedenle, bazı insanlar için şartlar gereği belki de ömürlerinde hiç nasip olmayacak kıtalle, herkesi kapsam alanına alan ve bir ömür sürecek olan mücahedenin ayrımını iyi yapmak, iki farklı anlamı birbirine kurban etmemek gerekir.
Yine şehitlik büyük bir mertebe, büyük bir rütbedir. Bir kişinin bu mertebeye ermesi için veli olması, takva olması gerekmez. Nefs-i emmare olan bir mümin kişi bile, güzel bir niyetle bir harbe katılıp kahramanca savaşıp bu mertebeye erebilir. Ama velayet daha yüce bir mertebedir. Zira bu mertebe, her düşmandan daha zorlu bir düşman olan nefs-i emmareyi dizginlemeden, onu yenmeden ele geçmez. Bu büyük cihadı kazanmak, bir günlük, bir saatlik kahramanlıklarla değil, bir ömür sürecek nice yiğitlikler, nice kahramanlıklar ortaya koymayı gerektirir.
Bu açıklamalarımızı teyit eden birçok ayet ve hadis-i şerifi de bu konuda zikredilebiliriz:
“Mücahid nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizi, Fedâilu’l-Cihad 2)
“Mümin, kılıcı ve diliyle cihad eder.” (Müsned, III, 456);
“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin.” (Müsned, III, 124; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17 )
Bu ve benzeri birçok hadis-i şerif gösteriyor ki, cihadın sadece savaştan ibaret olduğunu düşünmek doğru değildir.
Yukarıda işaret edilen hadisler yanında:
“(Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik ve seni âlemlere rahmet olarak gönderdik) o halde sakın inkârcılara boyun eğme! Buna (Kur’an’a) dayanarak olanca gücünle onlarla mücadele et.” (Furkan, 25/52)
“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebût, 29/69) gibi ayetler de cihad kelimesinin yalnız savaş anlamına gelmediğini açıkça gösterir. Yine İslam âlimleri, “Kafirlerle ve münafıklarla cihad et.” (Tevbe, 9/73) mealindeki ayete de bakarak, cihadı ikiye ayırmışlardır. Birincisi kâfirlere karşı gerektiğinde savaş yapmayı, diğeri ise münafıklara karşı onların İslam’a girmelerini sağlamak adına bilgi ile yani entelektüel çaba ile mücadele etmeği ifade ediyor demişlerdir. Sonuç olarak diyebiliriz ki cihad, gerektiğinde kıtal dahil, Kur’an’ın içindeki bütün emir ve yasakları da içine alan büyük bir mücadelenin genel adıdır.
Bugün küreselleşme denilen bir gerçekle karşı karşıyayız. Teknolojide yapılan büyük devrimler neticesi ülkeler arasındaki coğrafi sınırlar adeta ortadan kalkmış, insanlar arası etkileşim küresel bir boyut kazanmıştır. Bunun pozitif manada anlamı şudur ki, küreselleşme sayesinde evrensel mesajları olan dinimizi, evrensel ölçekte anlatabilme imkânı doğmuştur. Bu avantajı İslam lehine iyi kullanabilirsek, insanlığı küresel ölçekte etkilemek ve eminim ki değiştirmek dahi mümkün olacaktır. Zira bu söylediğimi teyit eden pek çok ayet ve hadis-i şerif mevcuttur. Yalnız bunun için İslam’ı evrensel ölçekte temsil edebilecek âlimlere ve hatta bu şuurda müminlere ihtiyaç kaçınılmazdır. Öyle ki bu âlimler hem maneviyat sahibi olmalı hem de fikrî anlamda veya entelektüel anlamda kendini bu ahir zaman insanlarının problemlerine çözüm sunabilecek boyutta yetiştirmiş olmalıdır. Bugün, günümüz insanına faydalı olmak, genel ve özel anlamda entelektüel kimliğe sahip olmayı kaçınılmaz kılıyor. Entelektüel anlamda mücadele edecek insanlarda Tıp, Astronomi, Felsefe, Epistemoloji, Kozmoloji, Kuantum vb. konuları kendi disiplini içinde bilen ve konuşan, her birinin felsefesine hâkim bir donanım olmalı. Özellikle insana dair psikoloji, cinsel psikiyatri vb. konular da dahil, günümüz insanına problem çözme mantığında diğerkâmlık oluşturacak bir ahlaki duruş ve donanımı olmalı. Kitle psikolojisi, yönetim bilimleri ve siyasetten anlamalı. Dünyada olup bitenleri layıkıyla anlamalı ve yorumlamalı. Ve tüm bunları, yeryüzünde misyon sahibi, amacı olan bir mümin olarak Allah yolunda her vesileyle insanlığın hizmetine sunabilmeli. İhlas sahibi bir mümin, sosyal yönü güçlü, liderlik özelliklerine sahip biri ise entelektüel cihad gibi kaliteli bir hizmet anlayışını hayatın içinde bizzat yaşayarak anlatır ve örnek olur. Böyle bir inanmış insan tipi ise toplumda her insanda bir şekilde karşılık bulacaktır. İşte böyle bir yetişme ve yaşam biçiminin tebliğ değeri günümüzde gerçekten çok yüksektir. İnsanı, maddi ve manevi zevk sahibi yapar. Topluma insanlığa gerçek manada faydalı olması kaçınılmazdır. Aksi halde küresel etki altındaki şu dünyada ne kadar güçlü ve doğru fikirleriniz de olsa silik kalırsanız, tüm doğrularınız, sizin sesinizi bastıran batıl fikirlerin altında kaybolup gidecek demektir. Yani sözün özü küreselleşmenin sağladığı imkânlar ile tüm insanlığın yararına olacak, yeni bir yol arayışını ortaya koyabilmek de bugün imkân dahilindedir. Bu imkânları iyi anlamak ve iyi değerlendirmek gerekir. Entelektüel cihadın da donanımlı bir insan ve tebliğci olma yolunda nefisle mücadeleyi gerektiren çok büyük bir gayreti gerektirdiği çok açıktır. Burada çekilen çileye kendine has bir deyimle “fikir çilesi” denilmektedir. Entelektüel cihad, insanın kendini yani aslında ilim ve irfan ehlini yetiştirirken, kaçınılmaz bir biçimde toplumu da besler, dertlere deva, yaralara merhem olur. Entelektüel cihadın ilmî cephesi kuru değil, dinamik ve alabildiğine hayatın içindedir. İrfani cephesi ise üst düzeyde ahlaki bir yetkinlikle iç içedir. Entelektüel cihadın toplumsal örneklik boyutu çok yüksek, tebliğ değeri çok verimlidir. Yönlendirici ve terbiye edicidir. Toplumu eğiten, ahlaki ve toplumsal bir görevdir entelektüel cihad…
“Mücahede” şeklinde yapılan cihadın hayatın her anını ve alanını kapsadığını ve insanlar üzerinde tesir ve etkisinin kıtalden daha büyük ve daha önemli olduğunu söylemiştik. Bunun nefisle mücadele yanında entelektüel cihad boyutu, hayatın içinde kendine İslami doğrular çerçevesinde doğru ölçülerle doğru bir anlam dünyası kuran ve bu dünyayı başkalarına layıkıyla aktarabilen davranış duygu ve düşünce bütünlüğünden ve örnekliğinden geçer. Aksi halde entelektüel cihad kavramı, ilmî, ahlaki ve irfani açıdan birtakım boşluklara gebedir. Bu nedenle entelektüel cihad, ilmî, ahlaki ve irfani boyutları olan bir derinlik ve çileyi göğüslemeyi yani o kapasite ve yetenekte olmayı gerektirir. Entelektüel cihad, tüm bu yönleriyle ahlak ve strateji sahibi olmayı zorunlu kılıyor. Liderlik özellikleri olan insan, yukarıdaki özelliklere sahip ise entelektüel cihadı şahsında ve çevresinde hayata geçiren insan olmak durumundadır. Entelektüel ama pısırık, entelektüel ama ahlakları oturmamış, entelektüel ama strateji sahibi değil ise o insanın entelektüel bir cihad yaptığından söz edemeyiz. Çünkü İslam’ın ilim, ahlak ve irfan standartları çok yüksektir. Bugün, alim kavramını dört dörtlük yerine oturtamamamızın en büyük sebebi de budur. Kişilik, kimlik, şahsiyet, ahlak, ilim ve irfan… Tüm bu nedenlerle mücahede kavramı günümüzde bireysel yetkinlik ve toplumsal fayda açısından nâkıs kalmıştır…
Nefs-i emmareden levvameye geçmek için ne yapmalı?
Yukarıda cihadın öneminden ve çeşitlerinden bahsettik. En büyük cihad nefsle yapılandır dedik ki hadis ve ayetlerden bunu anlıyor, pratik yaşamımızda da bunu çok yürekten hissediyoruz. Bu konuda daha önce de çok sohbetlerimiz oldu ki avam müminlerin nefs mertebeleri nefs-i emmaredir. Nefs-i emmare ise her türlü kötülüğü içinde barındıran bir nefstir. Kâfirlerin dahi nefsi bu mertebedir. Bu mertebeden kurtulmak için ne yapmalıdır denirse, en kolay ve anlaşılır yolu manevi bir ideal sahibi olmaktır derim. Kim ki kendine dinî anlamda manevi bir hedef, bir amaç koyarsa ve bu hedefe gitmeyi samimi bir şekilde arzularsa o kişi artık emmare olmaktan çıkmış levvame makamına yükselmiş demektir. Çünkü o kişi kendine bir hedef belirlemekle otomatik olarak kendini kınamaya da başlamış demektir. Mesela evinde oturup gafil gafil beklerken, birden büyük bir azimle her şeyi göze alıp Kabe’ye gitmek için yola çıkan birisini düşünün. Bu yola çıkan kişi hem nefsinden hem yakın çevresinden hem şeytandan gelen bir sürü engelle ve zorlukla karşılaşacaktır. Niyetinden ve azminden vazgeçmediği müddetçe yoldaki bu engeller ve gecikmeler ise sadece onun kendini kınamasını artıracaktır. Bu kınamanın asıl nedeni hedefe giden kişinin bu hedefe bir an önce ulaşamamasının ve bu hedeften uzak kalmasının pişmanlığıdır ki işte bu hal levvame halidir. Bu hal Allah’ın sevdiği ve yüce kitabında övdüğü bir haldir. Bu makam büyük bir makamdır ve bu adamlar büyük adamlardır.
Sonuçta bu yiğitliği yapan kişiden nefsi ve özellikle şeytanlar hiç hoşnut olmayacak ve yolundan dönmesi ve bu idealinden vazgeçmesi için türlü tuzaklar kuracak ve türlü engeller koyacaklardır. Bu tuzakların en tehlikelisi şeytanın çeşitli günah vesveseleri ile saldırmasıdır. Özellikle dergimizde yayımlanan bazı sohbetlerimizde bahsettiğimiz ve “uç günahlar” olarak ifade ettiğimiz günahlarla o kişiyi vurmak ve hedefinden ve idealinden vazgeçirmek isteyecektir. Uç günah vesveseleri kişilerin en zayıf noktasıdır. Buradan çıkış sadece bilgi ve bilinçle olacaktır. Bu bilgiyi bilmeyenler bu vesveselerdeki günahların ağırlığı ile zillete düşer, azim ve mücadele gücünü kaybederler.
Nefs-i emmare demek, uç günahlar yani toplumca sapık sayılan günahlar dahil tüm günahları işleyebilen, bunlara düşebilen bir nefs demektir. Tüm insanlar bu konuda imtihandadır, zira her insan dünya imtihanına nefsin bu mertebesinden başlar. Bu bilgi kişide bilinç haline gelirse bir çırpıda insan zillet halinden kurtulur ve yoluna devam eder. Bu bilginin yanında izzet-i nefs duygumuzu yenileyecek ve güçlendirecek şekilde bizdeki müspet değerlerimizi yeniden bir bir sayarak hatırlamak ve nefsimize hatırlatmak gerekir.
Daha önce Feyz Dergisi’nde çıkan “izzet-i nefs” sohbetini ve Gönül Dergisi’nde yayımlanan “uç günah isteklerine tepkimiz nasıl olmalı” makalemizi sıkça okumak bu konuda çok faydalı olacaktır.
Allah’a emanet olun.