İki samimi arkadaş aralarında konuşurken laf, mal mülk varlığına geliyor. Biri diğerine:
— Benim iki tane evim olsa birini sana veririm; niye vermeyeyim ki iki tane evi ne yapayım, bir bana bir sana. İki tane arabam olsa birini sana veririm; niye vermeyeyim ki iki tane, bir sana bir bana. Muhabbet bu şekilde uzayıp giderken onu dikkatle dinleyen arkadaşı sözünü keserek:
— Madem öyle şu senin iki tavuğundanbirini bana verir misin? der.
Adam: — Olmaz der ve arkasından ekler, tavuğum zaten iki tanecik nasıl vereyim ki... Ağlanacak halimize tebessüm ettiren bir fıkra. Büyük çoğunluğumuz "Şuyum olsa buyum olsa filan hayrı yapar muhtaçların elinden tutarım..." cümlesini ömür serüveninde defalarca kullanmışızdır. Hatta haramdan elde edinilmek istenen paralar bile bu şekilde aklanılmaya çalışılır.
Yılbaşlarında piyango çekilişi için bilet alanlara, para size çıkarsa ne yapacaksınız sorusuna verilen; ‘yarısını hayır kurumuna bağışlayacağım, cami yaptıracağım' gibi cevaplar artık klasikler arasındadır. Tabi başkalarının ümitlerinden çalınan, emeksiz elde edilen parayla yapılacak hayır ne derece hayırdır, o da başka bir mevzu.
Biz zenginlik hayallerimizin içine sıkıştırdığımız vicdan rahatlatıcılarımızdan bahsediyoruz. Hep ‘olsa' kelimesinin arkasına yerleştirdiğimiz o müthiş cömertliğimizden bahsediyoruz. Sahip olmadığımız mal varlığımızla, ciddi boyutta inanarak söylediğimiz koca koca yalanlardan bahsediyoruz.
Evet, yalanlar uyduruyor ve onlara da inanıyoruz. Birçok kişinin, "Hayır canım neden yalan olsun, hakikaten imkanım olsa yaparım." dediğini duyar gibi oluyorum. Kanaatimce paylaşmak fikrini oldukça dar sınırlarda tutmamız bizi bu yalanlara yönlendiriyor. Paylaşmak fikri diyorum, çünkü cömertliğini ‘olsa'larla sınırlandıran bir insanda paylaşmak henüz ahlak haline gelmemiştir. Çünkü paylaşmayı ahlak edinmişseniz, olmayanları paylaşmanın hayalini kurmak yerine, olanları paylaşmanın gerçekliğini yaşamayı tercih edersiniz.
Aslında paylaşmanın sırrı, potansiyelinize göre bölüşmekte yatar. İnsan kendisinde var olan ve başkalarına fayda temin edebilecek değerlerinin farkına varırsa paylaşmanın sırrına vakıf olabilir. Dediğimiz gibi, insanın sahip olduğu değerler sadece maddi imkanlarla sınırlandırılamaz. Parayla sınırlandırılan cömertlik bize hep ‘olsa' dedirtecek ve farkında olmadan hâşâ Allah'la pazarlık eder konumuna düşürecektir. Abarttığımızı düşünenler olabilir ama düşünün bir kere, bizde var olanları bir kenara bırakıp kendi kafamızda belirlediğimiz miktarın bize bahşedilmesi durumunda ‘Şu kadar hayır yapacağım.' demek bir nevi pazarlık değil de nedir? Kaldı ki hayal ettiği imkanlara kavuşanların çok büyük kısmı söylediklerini unutuverirler…
Cömertliği, paylaşmayı dar kalıplar içine sıkıştırdığımız için, hâl hatır sormayı, gülümsemeyi, hatta selam vermeyi bile esirgemiş durumda değil miyiz. Sosyal yaşantımızı sınırlandırdığımız, komşuları tanımadığımız, hatta iş yerindeki arkadaşlarımızı dahi tanımaya, onlarla tanışmaya üşendiğimiz için esirgeriz selamı, gülümsemeyi, hâl hatır sormayı... Esirgeriz sevdiğimiz eşimizden, yüzüne karşı "Seni seviyorum." demeyi...
Ondan sonra da ‘aslı yok yaylasındaki 1500 koyunla' yaparız hayrı hasenatı. Bilmeyiz anlamayız kimin malı ile kimin gönlünü almaya çalıştığımızı. Mal da O'nun mülk de O'nun. Dilediğine verir ve dilediği ile giderir kullarının ihtiyaçlarını. Zaten bir insanın elinde vadi dolusu mal olsa ve kimseye de bir faydası yoksa eyvahlar olsun o insana. Çekemeyeceği pek ağır bir yük ve veremeyeceği pek çetin bir hesap bekler onu. Ne yazık ki bilmez sonunun ne olduğunu ve ne olacağını.
Kur'an-ı Kerim'deki Karun kıssasını bilmeyenimiz yoktur. O da zannetmişti ki malı mülkü sadece ona has ve canı nasıl isterse öyle kullanırdı. Malı ile yapması gereken farz olan ibadetler hatırlatılınca "Siz benim malımın ortağı mısınız?" demişti. Karun, hazinelerinin sadece anahtarlarını ancak kırk devenin taşıyabildiği ne servetini ne de kendini yerin dibine batmaktan kurtaramadı.
Ne kadar güzel yakışır mal, cömert zengine; ve ne kadar çirkin durur cimrinin elinde mal. Onun içindir ki cömert olan, paylaşmayı bilen insanların peşinden zenginliğin takip ettiği görülür.
Öncelikle elde olanlarla başlamalıdır insan, paylaşmaya… Zor olmasa gerek tanıdığı, tanımadığı insanlara selam vermek. Ziyareti esirgememek lazım akrabadan. Hâl hatır soracak kadar zamanı esirgememek lazım eşten dosttan. Herhangi bir sıkıntısını dinleyecek kadar vakit ayırmalı insan eşe, dosta, arkadaşa, akrabaya…
Allah cömerttir, cömertleri sever. O yüzdendir ki büyük mükafatları küçük şeyler içerisinde verir insana. Peygamber Efendimiz'in birçok hadis-i şerifinde ifade ettiği Ashab-ı Güzinin cömertliğinin altında koşulsuz paylaşma vardır. Onlar büyük sevapları büyük mallar içinde aramamışlardır. Samimi olarak paylaştıkları bir dilim ekmek, bir avuç buğday ile kazanmışlardır Uhud Dağı kadar altınla kazanılamayacak sevabı...
Allah bizi, ‘olsa' yalanlarından kurtulup samimiyetle paylaşan ve malını, zamanını, sevgisini, ilgisini, tecrübesini bölüşmeyi becerebilen kullarından eylesin (amin).