Feyz: Avrupa'daki gençlerin manevi durumu konusunda bize bilgi verir misiniz?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Manevi alan çökük, manevi alan hiç iç açıcı değil, gittikçe de bozuluyor. Yeni yetişen nesil daha da bozuk geliyor. Türkiye'den Avrupa'ya gidenlerde bir temel vardı. Babalarımızdan da kayıp var ama orada doğup büyüyen nesilde kayıp çok yüksek. O kadar çok yönlü zehirleme var ki… Bir de benim tesbit ettiğim kadarıyla en önemlisi, millet oturmuş amelle uğraşıyor. Adamın imanı gitmiş, ameli sevdiremezsin ki adama.
Adam niye camiyi sevmiyor, adam niye Kur'an'ı sevmiyor, sevemiyor, gelmek istemiyor; adam neden namazda sıkılıyor, neden zikrullahta sıkılıyor? Çünkü iman gitmiş. O kendini Müslüman zannediyor. En önemli bu nokta, Türkiye için de geçerli Avrupa için de geçerli. İşe yanlış yerden başlıyoruz.
İmani esaslarda çok büyük eksiklerimiz var, yanlışlarımız var. Teoride Ehl-i Sünnetiz, pratikte ise bazı bölümlerde Mutezileyiz, bazı bölümlerde Kaderiyeyiz, bazı bölümlerde Cebriyeyiz. Yani Allah'ın zatıyla ilgili çok yanlış inanışlarımız var!.. Allah'ın fiili sıfatlarıyla ilgili insanların yanlış bir anlayışı var. Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat inancı prensipleri doğrultusunda yeniden bütün bilgilerimizi tazelemeliyiz. Şu anda en büyük sorun kimlik sorunu… Burada Türkiye derken; "İslam'da o var, İslam'da bu var, İslam'da şu var." şeklinde itikatları birbirine karıştırdılar. Televizyonda ilahiyatçılar önüne geleni konuşuyor. Prensibi koysun önüne, tartışacak bir şey kalmaz. Neden? Çünkü sen Ehl-i Sünnetsin. Ehl-i Sünnet'in kurallarına bakıp da neden tartışacaksın? Sen Ehl-i Sünnet isen bunu kabul etmek zorundasın. Bir şeyler demeye kalkıyorsan o zaman Ehl-i Sünnet değilsin; adını koyalım bu işin. Bu konuda Avrupa'da çok büyük sıkıntı var. Çocuklarımıza din eğitimi, inanç eğitimi verme imkanı da çok az. Hafta sonları ikişer saatten dört saat camiye geliyorlar. Kur'an'ı mı öğreteceksin, namazı mı öğreteceksin, farzları mı öğreteceksin, nereden başlayacağımızı bilemiyoruz; bir yerde elimiz kolumuz dolaşıyor. Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama istenilen değil, ümitvar olmanın da altında. Açıkçası ne istenilen ne normal ne de ümitvar olma… Bunların hepsinin altında bir seviyede, yani ümitsizlik noktasında gençliğin perişanlığı. Gençler arasında uyuşturucu, fuhuş, ahlaksızlık aşırı derecede yaygın.
Feyz: Türk gençler Avrupalıya karıştı her yönü ile öyle mi? Avrupa'nın istediği de buydu zaten değil mi?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Tabi, Avrupa'nın istediği bu zaten. Almanya'da biz bunu yaşadık, birçok resmi kurumlarda yetkililer, bazı kilise yetkilileri bile açıkça dediler: "Biz, üçüncü ve dördüncü neslin tamamını elimize alacağız." Bunu açık açık söylediler. Bu, onlar için bir projeydi ve bunu gerçekleştirdiler. Evet, eğitim bu doğrultuda gidiyor. Çalışmalar bu doğrultuda ve bunu bayağı başardılar. Açıkça söylemek lazım. Çocuklarımız çok perişan.
Feyz: Çalışma ve eğitimleriniz gençliğin bu sorunlarını çözmek üzerine mi?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Tabi, bizim şu an bulunduğumuz şehri ele alsak, yaklaşık 4.000 civarında Müslüman var. Üç cemiyet var. Fakat üç cemiyetin toplam üye sayısı 300'ü bulmaz. Benim daha önce kaldığım bir sanayi şehrinde Almanya'nın en büyük kimya sanayisi var. Orada 10-15 bin Müslüman Türk vardır toplam olarak. Orada camiler de var. Bu camilerin toplam ortalama olarak 1500 üyesi var. 15 bin insandan geriye 13.500'ü nerede? Bunların hiçbirinin cami ile ilişkisi yok. Ne cuma var ne bayram var ne bir şey var... Orada ufak camiler var. Bu camiler mesela bayramlarda falan dolunca seviniyoruz. Kısacası gençlerimizi elimizden kaçırdık…
Feyz: Şöyle bir sorun da var; Türkiye'deki cemaatler Avrupa'daki Müslümanlar'ı sadece bir para kaynağı gibi görüyorlar. Gidelim kitap satalım, gidelim para toplayalım gibi bir amaçla çok defa gittiklerini görüyoruz. Tabiki bu doğru bir yaklaşım değil. Neden Avrupa'daki yıkımı görmüyorlar? Şu anda Avrupa'da her şehirde cami olması gibi okulların da olması gerekirdi. Yoksa Avrupa'daki Müslümanlar'ı kendi halleriyle baş başa mı bıraktılar?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Keşke bizi kendimizle baş başa bıraksalar… Başta dediğiniz cümle var ya "orayı para kaynağı olarak görmeleri", işte ondan vazgeçseler de "Siz burada, sorunlarınızla baş başa kendiniz mücadele edin." deseler… Maalesef her cemaat kendine bağlı olan insanlardan buraya bir destek istiyor. Oradaki imkanlar orada kalmış olsa cemaat orada kendini geliştirir. Fakat burada bir vatan hasreti, memleket hayranlığı ile bir gün memlekete de döneceğiz düşüncesindeler, ama olmadı dönemedik. Güzelim yavrularımız elimizden uçup gidiyor. Türkiye'den bitmek bilmeyen bir çekim var, ama artık destek yapmak istemiyor millet. Tabiri caizse iliği söküldü ama arkaya baktığın zaman çoluk çocuğu perişan, aile perişan… Avrupa'da tasavvuf ehlinin de çalışmaları var. Onlar da sadece dergah boyutunda, zikir, sohbet… Belli yaştaki insanlar ancak onlarla muhatap oluyorlar. Gençlerimiz için ise yeterince okullarımız yok, üniversitelerimiz yok. Avrupa'da en azından her ülkede birkaç tane üniversitemiz olsaydı Türkiye'den de birçok öğrenci okuyabilirdi. Hatta Avrupalılar da bu kurumlarda okuyabilirdi. Bu meseleden dolayı Avrupalı Türklerle Türkiye'dekilerin arası açık.
Feyz: Bu sorunların çözümüne yönelik çalışmalar var mı?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Şu zamanlar yeni yeni uyanmaya başladık. Hollanda'da üniversite var. Berlin'de okul var, ilkokul, işte ufak tefek bazı yerlerde anaokulları var. Viyana'da İslam Lisesi adı altında yatılı okulumuz var. Kızlara yönelik biri Belçika'da, biri de Almanya'da mesleki eğitim adı altında üç yıllık akademilerimiz var. Fransa'da Müslümanlar'ın kurmuş olduğu "İnsani İlimler Okulu" üniversite olarak resmen kurulmuş. Orayla beraber çalışıp öğrencileri oraya yönlendiriyoruz. Orada Arapça eğitim alarak fakülteyi bitiriyorlar. Onları istihdam ediyoruz. Onun dışında şu an yeni çalışmalar var, öğrenci seçimindeyiz. Suriye'deki okulla anlaşma var ve yine aynı bu şekilde Almanya'da bir lise, imam hatip lisesi gibi. Aslında ilahiyat gibi dört yıllık eğitim planı var, resmi okul çalışması var mesleki eğitim altında ama bunların hepsi yeterli değil. Bütün büyük şehirlerde en azından bizim okullarımızın olması elzemdi, bunu aşmalıydık ama bugüne kadar henüz aşılamadı. Birkaç yerde var ufak tefek o da yeterli değil yani. Avrupa'daki insanların bundan sonraki hedefi, her şehre bir okul, her devlette de güçlü bir üniversite olmalı diyorum. Buna ihtiyacımız var.
Feyz: Nasıl bir yöntemle gençlik kurtarılabilir?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Ben öncelikle gerek yetişkinlere gerekse çocuklara yönelik önce itikadi alandaki eksiklerin tamamlanması ve doğru bir inanca sahip olma yolunda kimliğimizi düzeltmemiz lazım diyorum. Önce itikad. Sabaha kadar zikir çeksen faydası olmaz. Yanlış bir inanış olduktan sonra, sabaha kadar alnın secdeden kalkmasa bile sana fayda sağlamaz. Bugün ümmetimizin, dinimizin direği olan namazdan daha büyük bir mürşidi yok. İnsanın ruhunu kutsamada, nefsini tezkiye etmede, azalarını haramlardan sakındırma işinde… Allah öyle söylüyor: "…inne's-salâte tenhâ ani'l-fahşâi ve'l-munker… "
"(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahy olunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor." (Ankebût 29/45)
Muhakkak namaz ne yapar insanı? Fuhuştan, ahlaksızlıktan, münkerden, haramlardan alıkoyar. İnsan namaz kıldığı halde bu haramları terk edemiyorsa, namaz kıldığı halde kötülüklerden arınmıyorsa, namaz kıldığı halde küfretmek ve çirkin sözlerden arınmıyorsa… Üç sebepten dolayı ki ya inancındaki bozukluktan, ya namazın niyetindeki bozukluktan, ya da eda şeklindeki bozukluktan dolayı namazın onun üstünde bir tesiri yok demektir. Namaz onda heykeltıraşlık görevini yapar. Sadece, namazı dosdoğru ikame etsek inancıyla, eda ediş şekliyle sadece namaz dahi bu insanların tasavvuf literatüründeki seyri süluğa hazırlanmalarına yeterli olur. O bile yok. Namazdaki niyetten yola çıkayım; yıllarca millete "namaz bir borç" diye anlatılıyor. Namazı kılıyorsun borcunu ödeyip çıkıyorsun geriye ne kaldı? Namazı Allah borç diye mi anlatıyor, namazı Peygamberimiz (s.a.v) borç diye mi anlatıyor? Nasıl anlatıyorlar namazı? Namaza bakış açımızın temeli bile yanlış. Namazın niyeti, namazın eda şekli, insanın itikadı. Bu üçünden biri eksikse namazın insan üzerinde tesiri olmaz. Yoksa namaz, insanın terbiyesinde çok önemli bir yer tutuyor. Namaz insanın olgunlaşmasında, insanın kemâle ermesinde, nefsinin tezkiye olmasında, Allah-u Teala'ya yaklaşmasında… Allah'a en yakın olduğun yer nerede? Namazda. Peygamberlerin en çok yaptığı ibadet ne, bütün peygamberlerin yaptığı ibadet ne? Namaz.
Bütün peygamberlerin en çok yaptığı ibadet üç şey; namaz, oruç bir de kendilerine indirilen kitabı çok okumak. Bu üçü bütün peygamberlerin ortak yönüdür, en çok yaptıkları ibadetlerdir. Önce namaz, aydınlığa çıkar çıkmaz, birinci rekat karanlığın gittiği için, ikinci rekat aydınlığın geldiği için, sabah namazında Adem aleyhisselam bu gezegende, yani insan olarak… Oradan yola çık. Nuh Peygamberin sadece peygamberlik dönemi 950 sene. 1000 sene civarında yaşamış, 950 sene oruç tutmuş bu gezegende. Bayram günleri hariç yıl boyu her gün oruç tutmuş. Davut peygamber bir gün oruç tutmuş bir gün iftar etmiş. İbrahim peygamber her ay mutlaka üç gün oruç tutmuş. Namaz zaten hepsinin gece ve gündüz ibadeti ve kendilerine verilen kitabı en çok okudukları yer namaz olmuş. Kitaptan bir şey okumak isterlerse hemen namaza durmuşlar, kıyamda okumuşlar uzun uzun, sonra secdeye gitmişler. Okumayı bile müstakil bir ibadet haline getirmişler. Özel olarak oturup okuma yapmamışlar.
Yani okumayı ibadet olarak eda etmişler. Bugün bu ümmette bunların hiçbirisi yok. Allah-u Teala İncil'de, Tevrat'ta bizi hangi özelliğimizle anıyor? Üç özellik söylüyor: Kendi aralarında birbirlerine merhametli, dışarıya karşı vakur, izzetli, başı dik ve çok namaz kılmaktan dolayı yüzleri nurlu. Allah-u Teala İncil ve Tevrat'ta biz Muhammed Ümmeti'ni bu sıfatlarımızla övmüş. Şimdi Müslümanlar birbirine karşı düşman, ellere karşı elini ovuşturur, yüzlerinde namazdan hiçbir iz yok. Çok secdeye gitmekten yüzlerinde, simalarında, alınlarında secde izi belli olur. Çehrelerinde bir nur bir nişane olur. Namazı sevdirmek lazım Müslümanlar'a, çocukları teşvik etmek gerekiyor namaza. Bunun için ahlaki yapısı güçlü, kendini bilen nesiller, tarihini ve kimliğini bilen nesiller yetiştirmek gerekiyor. Gençlerle ilgilenmek kolay değil. Onların sorunlarına derman olacaksın ki o da namazını kılsın. Sevdireceksin Allah'ı (c.c), sevdireceksin Hz. Muhammed Mustafa'yı (s.a.v), sevdireceksin onun veli kullarını… Yoksa sadece emirle namaz olmaz…
Feyz: Üzerinde çalıştığınız fetva konseyinin kuruluşu Türkiye'de mi oldu?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Bu Avrupa Araştırma ve Fetva Konseyi'nin kuruluşu 1997'de Bosna Hersek'te oldu. O zamandan beri de devam ediyor. Ben de 1999'dan beri bu konseyin üyesiyim. Burada hizmet ediyorum. Yılda bir defa toplanıyoruz. Son toplantılar Türkiye'de oldu, üç toplantı. Bu konsey üyelerinin hepsi Ehl-i Sünnet, burada Ehl-i Sünnet dışı bir inanç yok.
Avrupa'daki "Avrupa Araştırma ve Fetva Konseyi"nin merkezi İrlanda'da. Bu konsey orada resmiyet kazandı. Konseyin başkanlığını Yusuf el Kardavi yapıyor. Orada büyük bir cemiyet var, orayı merkez olarak kullanıyoruz. Katarlı bir iş adamı orayı yaptırmış, bakanlıktan birisi. "Cemiyet-i Hayriyye" diye bir kurum. Yasalara da uygun olduğu için konsey merkezi orası. Bu zamana kadar epey hizmetleri oldu. Konseyin, Müslümanlar'ın uluslararası sorunlarına direk müdahaleleri de var. Mesela Avrupa Birliği Dışişleri Bakanıyla, bakanlıklarla, heyet hazırlanıp gidip konuşuluyor. Şu andaki Lübnan Müftüsü, Bosna Hersek Müftüsü, Moskova Müftüsü de konseyin üyelerinden. Sudan Cumhurbaşkanı Müsteşarlığı Ulema Heyet Başkanı da konseyin üyelerinden. Sudan'da ayriyeten Vakıflar Bakanlığında görev yapan iki kişi de var, Ahmedi Mahalli diye birisi, bir de Hasan Beşir diye birisi var. Daha önce Moritanya Adaları Adalet Bakanlığı yapmış Abdullah bin Beyh, kendisi Suud'da öğretim üyesi şu anda, muhterem bir insan, sûfî bir yönü de var. Elhamdülillah konseyde İslam aleminde aktif, çok değerli ilim adamları var. Türkiye'de ve İslami alemde kurulmuş İslami bankalar var; Kuveyt Türk, Takva, Faysal Finans vs. Bunların kuruluşunu oluşturan, alternatif İslami banka sistemini geliştiren alimlerin hepsi konseyde. Bu alimlerin, İslami sigorta sistemleri, banka sistemleri, borsa sistemleri üzerine çok ciddi çalışmaları var. Batıyı geziyorlar görüyorlar ve onun alternatifini İslam hukukunda geliştirmeye gayret gösteriyorlar.
Feyz: Yeni mi oldu bu, Türk basınında duymadık?
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Şer'i hakimler şu anda İngiltere hükümeti, tahkim kanununa göre…. Tahkim kanununun sınırları var. Ceza hukuku içermeyen bütün ailevi, toplumsal, kişisel problemlerin tamamında tahkim kanunu geçerlidir. Türkiye de tahkim kanununu kabul etti. Bütün dünyada var olan bir şey ve İslam hukukunda da var olan bir şey tahkim. Tahkimi ilk kuran İslam hukuku zaten. Allah (c.c) Kur'an'da insanlar arasındaki ilişkilerle alakalı olarak; "Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır." (Nisa 4/35) buyuruyor. İslam aleminde var olan bir durum, şimdi Batıda da geçerli. Şuan bütün Avrupa ülkelerinde var zaten ama İngiltere'deki Müslüman kardeşlerimiz bu konuda daha gayretli, birçok konuda yetkiler aldılar. Ayrıca oradaki Müslümanlar'ın etkinliği diğer Avrupa ülkelerine nispetle daha fazla. İslam ve terör kelimesini yan yana kullandırtmıyorlar. Kesinlikle yasak.
Feyz: Günümüzde ticaret konusunda çok sıkıntılar var…
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: O konuda bayağı sorunlar var. Zaten Hanefi mezhebi o konuda çok geniş aslında, zorluk çekmemizin sebebi cehaletimizden. Bugünkü şartlara göre, Batı şartlarına göre ticari hukukta en geniş Hanefi mezhebidir. Diğer üç mezhep muamelat konusunda, ticarî hukuk konusunda Hanefi mezhebinden biraz daha katı. Bizim burada aşırı bir tutuculuk var. Ne hikmetse milletin önü açılmamış, Avrupa'da da açılmamış. Avrupa'da açılmadığı için de Müslümanlar bugün çok büyük sıkıntı içerisindeler. Avrupa'da Müslümanlar'ın olanakları zamanla doğru dürüst açılsaydı şu an özellikle Türkiye vatandaşı olan Müslüman kesim çok zengin olurdu. Ellerinde iyi bir imkan olmadı, bugün Amerika'daki Yahudi lobisi gibi güçlü olabilirlerdi. Şimdi yine de güçlüler. Avrupa'da Müslümanlar, özellikle Türkiye'den giden Müslümanlar orada epey güçlü bir yapıya ulaştılar. Ticari alanda hemen hemen Almanya'nın her şehrinde birkaç tane Türk dükkanı bulursun, özellikle gıda üzerine. Gıda alanının, tekstil alanının çoğunu Müslüman Türkler üzerlerine almış durumdalar. Döner üzerine olsun, yeme içme, lokanta işlerinin hepsi Türkler'in elindedir.
Feyz: Bu zaman, her defasından daha zor bir zaman, çünkü ahir zamanda yaşıyoruz. Bu dönemin zorluğunun da bu olumsuzluklarda payı var…
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Bu zaman zor ama mükafatı da çok. Evet, biz ahir zamanda yaşıyoruz. Bunu bile kabul etmeyenler var. Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat inancında bunların tartışılacak yeri yoktur. Biz kıyamet alametlerine inanırız. Ne gibi? Hz. Mehdi'nin çıkması gibi, "min huruci'd-deccal" Deccal'in çıkması gibi, Meryem'in oğlu İsa (a.s)'ın gökten inmesi gibi, güneşin batıdan doğması gibi, çıkması gereken yerden dabbetü'l-arzın çıkması gibi alametlere, olduğu gibi inanırız. İmam-ı Azam "Fıkhu'l-Ekber"inde de aynısını söylüyor ve diyor ki: "Peygamberimizin sahih hadisleriyle sabit olan kıyamet alametlerinin hepsinin olduğu gibi meydana geleceğine inanırız." Bu konuda değişik yorumlar yapmak, konuyu sağa sola çekmek, tevil yapmaya kalkmak hiç kimsenin haddi değil. Ya Ehl-i Sünnetsin ya değilsin kardeşim… Ehl-i Sünnet isen bunu tartışamazsın, tartışıyorsan Ehl-i Sünnet değilsin. Dedim ya itikad, işte bu çok önemli. Biz ona ne diyoruz? "Ehl-i Sünnet ve'l- cemaat inancı" diyoruz. Bu Ehl-i Sünnet vel-cemaat inancını da kim oluşturuyor? Dört büyük müçtehit imamının itikad üzere olan görüşleri oluşturuyor. İlki kim? İmam-ı Azam Ebu Hanife. Ehl-i Sünnet yolunun ilk savunucusu ve Ehl-i Sünnet inanç prensiplerini ortaya koyan ilk kişi İmam-ı Azam Ebu Hanife'dir ve bu alanda beş eser yazmıştır. Onun talebelerinin talebelerinin talebesi olan Ebu Cafer Tahavi (Rahmetullahi Aleyh) "Akidetü't-Tahaviye" adı altında bunu özetlemiş.
Burada yüz küsur madde zikrediliyor, madde madde. 105 madde halinde ana temalarını koymuş ve başında da diyor ki: "İmam Muhammed, Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanife'nin fakihlerin inancı üzerine Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat inancı prensiplerinin beyanıdır. Allah'a giden yolda inandıkları ve alemlerin Rabbi olan Allah'a din edindikleri prensipler bunlardır." der. Bu kitap da şu anda İslam aleminde Ehl-i Sünnet inancının temel kitaplarından olarak kabul görmüş bir kitaptır. İmam-ı Azam fıkıh dalında bir kitap kaleme almamış ama akaid dalında kendi kitabını kaleme almış, beş tane risale yazmış Ehl-i Sünnet inancı üzerine. Bunların şerhleri yapıldı, derlendi, toplandı, birleştirildi, eklendi, çıkarıldı hadislerle delillendirildi, ayetle delillendirildi. Türkiye'de bu konuda bazı çalışmalar var, yayınlar çıktı…
Önce itikadı uyandırmak lazım. Bu bahsettiğiniz son gündemdeki konuların birçoğu itikadi konular ve belli bir kimliğe sahip olan insanların bunu tartışması söz konusu değil. Şefaat konusu, kabir azabı konusu bunlar bir inanç prensibidir. Ehl-i Sünnet olan bir insan şefaat konusunu tartışmaz. Ehl-i Sünnet olan bir insan Allah'ın görülmesi konusunu tartışmaz. Ehl-i Sünnet olan bir insan kabir azabını tartışmaz. Ehl-i Sünnet olmanın gereğidir ona inanmak. Diğerlerinin hepsine inansan bile ona inanmıyorsan Ehl-i Sünnet değilsin. Çünkü diğer farklı mezhepler her konuda ayrı değil ki. Belirli konularda saptıkları için ayrılmışlardır ve Mutezile olmuştur, Cebriye olmuştur, Kaderiye olmuştur, şu olmuştur, bu olmuştur…
Ancak birçok beraber inandığım, aynı olduğum konular var. İnançlar bütün konularda ayrı değil. Bir Ehl-i Sünnet kimliği var. Bu kimliğin prensiplerine uyarsan Ehl-i Sünnetsin, onlardan birini terk etsen Ehl-i Sünnet olamazsın. Bütün sorun burada. Geçenlerde Almanya'ya bir doçent doktor geldi. Mezhepler tarihi üzerine sunum yaptı. Orada arkadaşlar Hz. İsa'nın inişiyle ilgili bazı sorular yönelttiler. Ehl-i Sünnet inancına uygun kesin bir cevap vermedi. Dedim ki ona: Hocam siz sunumunuzda ‘mezhep' prensip demektir dediniz. Bu hem itikatta böyle hem amelde böyle olması lazım. Evet, dedi. O zaman herkes istediği gibi inanacaksa o mezhebe ne gerek var, prensibe ne gerek var. Eğer prensip varsa da bu prensiplere uymayan insanlar o prensipler topluluğunun adının verildiği insanlardan olmazlar herhalde, dedim. Dedi ki; şimdi siz Hz. İsa'nın gökten inişine inanmayanlar Ehl-i Sünnet değildir mi demek istiyorsunuz? Hz. İsa'nın gökten ineceğine inanmayanlar var, Hz. İsa öldü diyenler var, Hz. İsa gelmeyecek diyenler var.
De ki; bunlar Ehl-i Sünnet değil. "Ehl-i Sünnet inancında bu böyledir." de. Adını koy yani kimliği belli olsun işin.
Feyz: Gerçekten güzel bir söyleşi oldu. Teşekkür ederiz…
Kuddusi Nihat Çiftçi Hoca Efendi: Ben de Feyz dergisi ile tanıştığım için çok memnun oldum. Bundan dolayı mutluyum.