Neden Vefalı Olmalıyız

Vefa; ister sözlü veya yazılı kurallara bağlanmış olsun, ister toplumsal mutabakatla kabul edilmiş kurallar olsun, yapılan bir ahdin icaplarına sadakat göstermek şeklinde izah edilebilir. Bir sorumluluk duygusu ve vicdan meselesi olması nedeniyle, her yüreğin taşıyamayacağı ağır bir yüktür vefa duygusu. Mayası katıksız, hamuru ekşimemiş ve güzel ahlak mücadelesi veren temiz insanların erdemlerindendir vefalı olmak...

Günlük yaşantımızdaki, insani ilişkilerimizin en küçüğünden en büyüğüne kadar, tüm akit ve sözleşmelerimizin olmazsa olmaz bir hasletidir vefa. Yine, dostluk kapısında dimdik ayakta durmak ve bağlılıkta sebat etmektir. Dostlarına yaptığın iyiliği yeterli görmeyip, onların yaptıklarını ise çok bilmektir. Gerek hayatta iken, gerekse öldükten sonra da sevgi ve ilgiyi devam ettirmek, yani hatır gütmek ve iyiliklerin hatırını saymaktır…

Ne türden olursa olsun yapılan anlaşmaların içeriği, iş akdi, sözlenme, nişanlanma, evlenme, ticari faaliyet, ortaklıklar, ferdi, özel, genel vs. her türlü alandaki ahdin arkasında durmak, sözünün eri olmak, ancak sadakatle mümkündür. Zira sözünde durmamak, vefa çizgisinden sapmaktır, yani ahde vefasızlıktır.

Maddi ve manevi sorumlulukların yükünü taşımak, vicdan sahibi insanlara has bir özellik olsa gerektir. Aksi halde, toplumda vefa denilen bu güzel erdem, yokluklar ülkesine seyahate çıkmış olur muydu? Yoksa teknoloji ve bilgi çağının ve yenidünya düzeninin, yâda Avrupalı olmanın genel geçer kuralı, bu erdemlerden vazgeçmeyi zorunlu mu kılmaktadır? Gelenekselleşmiş tanımla sadece; "İstanbul'daki bir semtin adı mıdır?" vefa denilen şey. Şayet böyle değilse, birçok konuda olduğu gibi, vefa konusunda da neden sınıfta kaldık. En canlı hatıralar bile sırtınızı dönüverdiğinizde, hemencecik nasıl unutulur oldu? İşte en basitinden bu örnek bile, toplum olarak ne kadar bencilleştiğimizin ve ilkelleştiğimizin açık bir ispatı değil midir sizce de?

İnsanların birbirlerine karşı olan güvensizliğinin ve saygısızlığının altında yatan ana unsur, ahde vefa göstermemek ve verilen sözleri yerine getirmemekten kaynaklanmaktır. Halbuki vefasızlığın şahsiyetsizlik ve dönek tabiatlılık olduğunu bilen bir kişi, nasıl böyle davranabilir. Bu türden insanlarla değil ortak bir çalışma yapmak, bir hayatı birlikte yaşamak, kız alıp-vermek, akraba ve dost olmak şöyle dursun, yolculuğa dahi çıkmamak gerekir. Çünkü sizi çok çabuk satar ve yarı yolda bırakırlar. Hem de hiç acımadan, vicdanları sızlamadan, sizden neleri alıp götürdüklerine aldırış bile etmeden! Ve insan olma değerlerinden uzaklaşarak, ne kadar çirkinleştiklerinin farkına bile varmadan…

Bizim inanç ve kültür değerlerimiz ise, vefalı olmayı bir terbiyelilik örneği olarak değerlendirmektedir. Yiğitlikten, mertlikten, doğru ve dürüst olmaktan bahsedildiğinde, ilk önce kişinin vefalı olup olmadığı test edilir. Şayet vefalıysa ona güvenilir ve ittifak yapılır. Öyle, söz gelişi ben vefalıyım demek, insanı vefalı yapmaz. Vefalı insan sözünün eridir. Özü de sözünden farklı değildir. Yaptığı antlaşmanın zorluklarını göğüsleyebilendir vefalı olan. Karşısındakini düşünen, ona zulüm etmeyen, hak sahibine hakkını her daim iade eden, empati yapabilecek bir vicdan muhasebesinde olabilen ve sadakatine inanılandır. İşte böyle bir vefa anlayışına sahip bireylerin ve toplumların, üstesinden gelemeyeceği hiç bir engel söz konusu değildir.

Nitekim bizim büyüklerimiz, her ne konuda olursa olsun sorumluluklarının bilinci içinde hareket etmiş ve vefalarının bir gereği olarak sadakatten hiç ayrılmamışlardır. Asker olmuş; vatan için şehit düşmüşler, hasta olmuş; içinde bulunduğu duruma isyan etmemişler, evlenip yuva kurmuş; evliliğinin bin bir zorluğuna katlanarak eşini terk etmemişlerdir. Kimisi ortaklık kurmuş; uyumsuz tüccar ortağına sabır göstermiş ve ihanet etmemiştir. Kimisi helal lokmasına haram katmamak için, iş yerine olan ahdinde sadakatle hareket etmiştir. Bazı yiğitler ise sırf vefalarının gereği olarak; dine, imana, ahlaka, devletine ve milletine sadakatten şaşmış olan evladını dahi bir kalemde silip atmıştır. Bazı çilekeşler de; zalim ebeveynini insanlığa kazandırmak için her türlü sabrı göstermiş ve mücadele etmişlerdir. İşte, böyle dürüst ve fedakâr insanlar, hem hayatlarında hem de öldükten sonra hayırla anılmış ve her zaman örnek şahsiyetler olarak tarihte iz bırakmışlardır…

İnsanoğlu kimlere ve nelere vefa duymaz ki? Anne, baba, dede, nine, eş, dost, komşu, arkadaş, öğretmen, amir ve memuruna... Kısacası kendisinin yetişmesinde az ya da çok pay sahibi olan, katkı sağlayan ve bugünlere gelmesinde emeği geçen herkese vefa duyar. Yine insan, devletine ve milletine vefa duyar. Şehitlerine, gazilerine, din ve devlet hizmetinde ömürlerini harcayanlara vefa duyar…

Peki, insan ne zaman vefalı sayılır? Allah'a(Celle Celalühü) verdiği sözünde duranlar ve Efendimiz'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tâbiiyette istikrarlı olanlar vefalıdırlar. Din, devlet ve millet hizmeti için sadakatli olmaya yemin edenler, verdikleri sözü yerine getirirlerse vefalı sayılırlar. İdareciler bulundukları makamları insanlığa hizmette kullanırlarsa vefalı addedilirler. Dava adamının vefası ise, her türlü zorluklara rağmen ülküsüne bağlı kalmasıyla ölçülür. Âşık, maşukunu unutmadığında vefalı olur. Yuvalar vefa duygusu üzerine kurulmuşsa devamlılık kazanır ve canlı kalabilir. Tarihe şöyle bir göz attığımızda; Hira dağındaki arkadaşlık çok önemli bir vefa örneğidir. Ensar ve Muhacir dayanışması bir vefadır. Bedir, Uhud, Hendek, Malazgirt, İstanbul'un fethi, Yemen, Çanakkale, İstiklal Harbi, Sakarya vefadır. Güneydoğu'da, Kıbrıs'ta şehit olmak vefadır... İşte din ve vatan da bu vefaların ve vefalıların eseridir...!

Peki, biz neresindeyiz vefanın? Ömrümüz bir rüzgâr gibi esip giderken, zaman çarkı takvimlerimizi bir bir kopartırken, elde olan kıymetlerin ne kadarının farkındayız? Bu imkânların değerini ne kadar anlayabiliyor ve vefa gösterebiliyoruz? "Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı"nı güdenleri ne kadar örnek alabildik? Zaman eskiyip, dünya değiştiği halde; eskimeyen dost sayımız kaç tanedir ve nerededirler şimdi onlar? Hangisini arayıp soruyoruz? Hayatın olumsuzluklarını kendimize kalkan yaparak mazeretlere sığınmak, vefasızlığımızı ne kadar haklı kılabilir ya da örtebilir ki? Aynı ortamları paylaştığımız iş arkadaşlarımızla, aynı sokakta oynadığımız çocukluk arkadaşlarımızla ve aynı okulları ve sıraları pallaştığımız okul arkadaşlarımızla, kaç yıllar oldu görüşmeyeli?

Evet, aramadık, sormadık, mektup yazmadık, hayatta olup-olmadıklarını aktif bir şekilde takip etmedik. Düğün ve bayramlarını hatırlamadık. Baba dostlarımızı onlarla birlikte toprağa gömdük.. Yoksa vicdanlarımızın tetiklemesiyle hatırlayıp, "ne günlerdi o günler ah" diyerek iç geçirmenin özlemi içinde, buğulu gözlerle uzaklara bakmayı vefa mı sandık?

Hayat bir gün, yapılan acemiliklerin, yok edilen, kırılan, dökülen ve tüketilerek heba edilen değer ve duygular ile vefasızlıklarımızın bedelini bizden, mutlak surette tahsil edecektir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıklarımızın, eskimeden tükettiğimiz dostlukların, savurganca harcadığımız sevgilerin hazin hatırlatmalarıyla bir gün yapayalnız kalacağımız aşikârdır. Eğer hayatımızın bir sonbahar akşamında, yanı başımızda birileri olsun istiyorsak ve o kimselerin olması gerekenler olduğunu düşünüyorsak, hayatı maziyle değil bugünle yaşamanın güzelliğinde olalım. Yarınlara da yatırım yapalım. Dostlarımıza ve sevdiklerimize vefasızlık etmeyelim. Onlarla dostluklarımızın devamı için vakit ayıralım ve emek verelim ki, iyi ve kötü günümüzde başucumuzda sevdiklerimiz olsun. Öldüğümüzde tabutumuzu taşıyan dostlarımız olsun…

Öyleyse, zaman size vefasızlık yapmadan siz önce kendinize vefalı olun. Ve vefalı olmanız gerekenlere karşı da vefasızlık etmeyin ki, sizin de vefa edeniniz olsun.

Hüseyin USTAOĞLU / email: huseyin_ustaoglu37@hotmail.com