Allahü teâlâ kuvvetinizi artırsın. Onun dînini yükseltmek için, din düşmanları ile olan mücâdelelerinizde yardımcınız olsun. Muhbir-i sâdık "aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" buyurdu ki: (İslâmiyyet garîb, kimsesiz olarak başladı. Son zamânlarda, başladığı gibi, garîb olarak geri döner. Garîb olan müslümânlara müjdeler olsun!). Bundan önceki hükûmet zamanında [Ekber şâh zamânında] müslümânlar, o kadar garîb olmuştu ki, kâfirler, açıkça müslümânlığı kötülüyor, müslümânlarla alay ediyorlardı. Dinsizliklerini, ahlâksızlıklarını, sıkılmadan açıklıyordu. Çarşıda, pazarda kâfirleri ve dinsizliği övüyorlardı. Müslümanların, Allahü teâlânın emirlerinden birçoklarını yapması, [söylemesi ve yazması] yasak edilmişti. İbadet edenler, islâmiyyete uyanlar ayıplanıyor ve kötüleniyordu.
Fârisî beyt tercemesi: Peri yanaklarını saklamış, şeytân nâz ediyor,
Şaşırdım kaldım, hayretten aklım gidiyor.
Eshâb-ı Kehfin "rahmetullahi teâlâ aleyhim", bu kadar kıymet ve şöhret kazanmasının sebebi, yalnız hicret etmeleri idi. Düşman saldırdığı zamân, suvârîlerin az bir hareketi, çok kıymetli olur. Sulh zemânında, pek ince, güç ta'lîmleri, bu kıymeti alamaz. Bugün sizin, söz ile yaptığınız cihâd, cihâd-ı ekberdir. Size nasîb olan bu ni'metin kıymetini biliniz. Var kuvvetiniz ile, din düşmânlarını rezîl edip, [islâmiyyetin emirlerinin yapılmasına, harâmların çirkinliğinin, zararlarının anlaşılarak kaçınılmasına], hakkı söylemeğe çalışınız! Bu söz ile [ve kalem ile] olan cihâdı, [top ile] kılınç ile olan cihâddan dahâ kârlı biliniz! Bizim gibi eli yazmaz, dili söylemez zavallılar, bu ni'metden mahrûmuz.
Bugün de, kimsesiz kalan Müslümanların, bu dalâlet girdâbından kurtuluş ümmîdi, ancak, insanların en iyisinin evlâdının gemisindedir. Bir hadîs-i şerîfde: "Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Buna binen kurtulur, binmeyen helâk olur", buyuruldu.
Bu büyük seâdeti ele geçirmek için, çok çalışınız!
Sevgili, sevenin çok üzülmesini ister. Böylece, kendinden başkasından büsbütün soğumasını, kesilmesini bekler. Sevenin râhatlığı, râhatsızlıktadır. Âşıka en tatlı gelen şey, sevgili için yanmaktır. Sükûnet bulması çırpınmaktadır. Râhatı, yaralı olmaktadır. Bu yolda istirâhat aramak, kendini sıkıntıya atmaktır. Bütün varlığını sevgiliye vermek, ondan gelen herşeyi seve seve kapmak; acısını, ekşisini, kaşları çatmadan almak lâzımdır. Aşk içinde yaşamak böyle olur. Elinizden geldiği kadar böyle olunuz! Yoksa, gevşeklik hâsıl olur. Sizin çalışmanız iyi idi. Bunun dahâ artmasını beklerken, azalıverdi. Fakat üzülmeyiniz. Eğer, kendinizi bu duraklamadan kurtarırsanız, eskisinden dahâ iyi olur. Sizi bu dağınıklığa sürükleyen şeylerin, toparlanmanıza da sebep olacağını biliniz! Böylece, çalışmanız artar.
Gençlik zemânının kıymetini biliniz! Bunu, oyun ile, fâidesiz şeylerle geçirmeyiniz! Ceviz ve kozalak gibi fâidesiz şeyler arkasında gençliğini tüketenler, sonunda pişmân olurlar, âh ederler. Fakat, böyle yapmakla ellerine birşey geçmez.
Ölüm gelmeden önce ölmeyen kimseyi dertli bilmelidir! Ona geçmiş olsun demelidir!
İyilikle tanınmış olan ve emr-i marûf ve nehy-i münker ibâdetini elden bırakmayan kıymetli babanızın ölüm haberi müslümânları çok üzdü. Hepimiz, Allah için yaratıldık ve hepimiz Onun huzûruna çıkacağız. Siz oğlumuz sabrederek, bizden önce gidenlere, sadaka ile ve dua ile ve istiğfâr ederek yardım etmeli, imdâdlarına yetişmelisiniz! Çünkü, dirilerin yardımına ölülerin çok ihtiyâcı vardır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Ölü, suda boğulmak üzere olan biri gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden ve arkadaşından gelecek olan bir duayı hep beklemektedir. Ona bir dua gelince, dünyâya ve dünyâda olanların hepsine kavuşmaktan dahâ çok sevinir. Allahü teâlâ, yeryüzünde olanların duaları yardımı ile, kabirde olanlara dağlar gibi rahmet gönderir. Dirilerin ölülere olan hediyyesi, onlar için istigfâr etmektir). Nasîhatların sonuncusu, hep zikr yapmak ve hep Allahü teâlâyı düşünmektir. Çünkü, elimizde bulunan zemân çok azdır. Bunu en lüzûmlu yerde kullanmak lâzımdır. Vesselâm.
Peygamberimiz(s.a.v) belki de bunun için, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa sonu mu?) buyurdu da, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa ortası mı?) buyurmadı. Demek ki, sonra gelenlerin öndekilere dahâ çok benzediğini görerek, şüphelendi de, böyle buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfte: (Bu ümmetin en fâidelileri, önce ve sonunda gelenlerdir. İkisinin arası bulanıktır) buyurdu. Evet, bu ümmetin sonuncuları arasında, baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat, adedleri azdır. Hattâ pekazdır. Ortadakilerde o kadar benzeyiş yok ise de, mikdârları çoktur. Hem de pek çoktur. Fakat, sondakilerin az oluşu kıymetlerini dahâ da artırmış, öndekilere dahâ yaklaştırmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki, (İslâm dîni garîb başladı. Sonu da böyle garîb olacaktır. Bu garîblere müjdeler olsun!). Bu ümmetin sonu, Peygamberimizin (s.a.v) vefâtından bin sene sonra, yanî ikinci bin ile başlamıştır. Çünkü bin sene geçmesi ile, insanlarda büyük değişiklik ve eşyâda kuvvetli değişme olur.
Allahü teâlâ, bu dîni kıyâmete kadar değiştirmeyeceği için, ilk zamânda gelenlerin tâzelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekte ve böylece ikinci bin başında İslâmiyyetini kuvvetlendirmektedir. Bu sözümüzü isbât etmek için, kuvvetli şâhid olarak, Îsâ (a.s) ile hazret-i Mehdîyi (rahmetullahi teâlâ aleyh) gösteririz.