Gazze deyince akla İsrail vahşeti altından inim inim inleyen insan toplulukları; masum bebekler, çocuklar, yavrular, dul kalmış anneler, yetim ve öksüz çocuklar, yani tam anlamıyla suçsuz, günahsız insanlar ve yüzlerce şehit ya da şehit adayı geliyor akla … "Onlar bize Müslüman olduğumuz için saldırıyorlar." Bu bir vakıa. Avrupa'nın, Amerika'nın sessizliğinin, Çin'in sessizliğinin altında yatan gerçek bu… "Küfrün tek millet oluşu…" Biz biliyoruz ki, Müslümanların başına gelen ilk bela değil Gazze, son bela da olmayacak…
Kim inanır masum kanına doymayan İsrail'i Hamas'ın füzelerinin tahrik ettiğine… Hiç durmaksızın bebek ve çocuk öldüren İsrail'in kendi halkını korumak için bunları yaptığına… Kim İnanır bu yalana? Ancak, bile bile "lades" diyen ortakçıları… Yani aldatılmaya gönüllü olan yalancılar… Oysa yine Tevhid mücadelesi devam edecek, yine Gazzelilerin şahsında imtihanların belki de en ağırıyla sınanmaya devam edecek bu ümmet… Hiç kolay değil… En hafifi yıkılan ocaklar, yaşasa bile binbir türlü zorluk içinde hayatlarını devam ettirmek zorunda olan insanlar, sahipsiz, yalnız ve garip … Baştan sona çile…
Müslümanlar açısından hadisenin imtihan boyutu kaçınılmazdır. Hiçbirşey imtihan sırrının dışında kalamaz. Yaşadığımız hiçbirşey kaderin sırlarının ve gizeminin dışında değildir. Yaşadığımız her şeyin cilve-i Rabbani olması kaçınılmazdır. Hiçbir şey ilahi hikmet ve kudretin erişmediği, şekillendirmediği bir menzilin dışında olamayacağı gibi, her şey de O'nun kudret dairesinde, dahilindedir. Allah (Celle Celalühü) ancak müsaade eder, mühlet verir. Bu itikadi tokluk ve soğukkanlılık içinde meseleyi anlamlandırmak imanımızın gereğidir. Ölenler şehiddir, şehitlik de Allah (Celle Celalühü) katında pek yüce makamdır. Hayat ise sadece dünya hayatından ibaret değildir, asıl hayat ahrette yaşanan ve yaşanacak olan hayattır. Nitekim Mektubat-ı Rabbani'de İmam-ı Rabbani Hz., bu ve benzeri durumları şöyle anlatmaktadır: "Cenabı hakkın Cemal sıfatı ile belli bir dereceye kadar geldim. Fakat ne zaman Guvalyar kalesinde hapse girdim: O kadar eziyette, sıkıntıda elde ettiklerimi başka şekilde elde edemedim.
Orada cenab-ı Hakk Celal sıfatı ile tecelli etti." Dolayısı ile büyükler buyuruyor ki; "Hastalık, derd, bela, kemend-i mahbub-i ilahidir. Allahü teala sevdiklerinin boynuna böyle bir kemend-i ilahi atar, bu kement insanın boynuna geçtiği zaman, bir yere gidecek olsa boğulacak gibi olur, geriye gelir." Yine yazdığı bir başka mektubunda; "Allahü teâlâ kuvvetinizi artırsın. Onun dînini yükseltmek için, din düşmanları ile olan mücâdelelerinizde yardımcınız olsun. Muhbir-i sâdık "aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" buyurdu ki: (İslâmiyyet garîb, kimsesiz olarak başladı. Son zamânlarda, başladığı gibi, garîb olarak geri döner. Garîb olan müslümânlara müjdeler olsun!)." "Peygamberimiz(s.a.v) belki de bunun için, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa sonu mu?) buyurdu da, (Başlangıcı mı dahâ iyidir, yoksa ortası mı?) buyurmadı. Demek ki, sonra gelenlerin öndekilere dahâ çok benzediğini görerek, şüphelendi de, böyle buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfte: (Bu ümmetin en fâidelileri, önce ve sonunda gelenlerdir. İkisinin arası bulanıktır) buyurdu. Evet, bu ümmetin sonuncuları arasında, baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat, adedleri azdır. Hattâ pekazdır. Ortadakilerde o kadar benzeyiş yok ise de, mikdârları çoktur. Hem de pek çoktur.
Fakat, sondakilerin az oluşu kıymetlerini dahâ da artırmış, öndekilere dahâ yaklaştırmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki, (İslâm dîni garîb başladı. Sonu da böyle garîb olacaktır. Bu garîblere müjdeler olsun!). Bu ümmetin sonu, Peygamberimizin (s.a.v) vefâtından bin sene sonra, yanî ikinci bin ile başlamıştır. Çünkü bin sene geçmesi ile, insanlarda büyük değişiklik ve eşyâda kuvvetli değişme olur. Allahü teâlâ, bu dîni kıyâmete kadar değiştirmeyeceği için, ilk zamânda gelenlerin tâzelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekte ve böylece ikinci bin başında İslâmiyyetini kuvvetlendirmektedir. Bu sözümüzü isbât etmek için, kuvvetli şâhid olarak, Îsâ (a.s) ile hazret-i Mehdîyi (rahmetullahi teâlâ aleyh) gösteririz." buyurmaktadır.
Yani Gazze bir vücudun organları gibi, bir evin tuğlaları gibi bir ve beraber olması gereken Müslümanlar için, ortak imtihan alanıdır. Herkes üzerine düşeni yapmak durumunda, zorundadır. Bunu biraz somutlaştırmak gerekirse, İslam ümmetinin, bizim, hepimizin başımıza gelen sıkıntılar, hezimetler, ahir zaman olduğuna inandığımız şu günlerde, samimiyet, ihlas, gayret ve hizmetimizin eksikliğidir. Bu dine layık insanlar olamamamızın ceremesidir. Oysa bu dine layık olmanın semeresi de var bu dünyada… O da ümmetin huzuru, gayreti, dinine olan muhabbeti, bu uğurda yapacağı fedakarlıklar ve insanlığa sunacağı güzelliklerdir. Bir sandalye gibi tepemizde taşıdığımız bu sıkıntılar, eğer gayret edersek, üstesinden gelmeyi başarırsak, bir gönül birliği içinde, şu zaman diliminde dahi huzura, mutluluğa, müjdelere dönüşebilir. Hem kendimiz hem de tüm insanlık için…
Evet, dünyanın bilmediğimiz yerlerinde bugün nice gönüller tevhid ve iman nuruyla aydınlanırken, yaşanmakta olan nice hadiselerle de yeryüzü halkına fiilen sohbet edilmekte, insan fıtratının gereği olan manevi ihtiyaç ve arayışlar, yaşanan olaylarla bir karşılık bulmaktadır. Bazen canımız yansa, yüreğimiz tükense ve hoşumuza gitmese de bu böyledir. Olaylar karşısındaki olgunluk, metanet, fedakârlık, dürüstlük ve cesaretimiz her boyutta sınanmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca nice insan ve insan toplulukları böyle imtihan edilmiştir. Dilipak'ın yazısında söylediği gibi; Bu tepkiler belki ümmetin kendisini yeniden sorgulamasına sebep olur. Gazzeli kardeşlerimizin kanları ile haykırdıkları gerçek, uyanışımıza vesile olur."
Bugün Avrupa'da kendi dinlerine dahi bağlılık kalmamıştır. İnsanlar ateist olmuş, herhangi bir dine inanmaz hale gelmişlerdir. Kiliselerin sürekli bağıran çanları artık kiliseye gitmeyen insanların halini haykırmaktadır. Fikren, şeklen, ilmen İslam'ın karşısında herhangi bir varlık gösteremeyen, kitleler üzerinde manevi ya da psikolojik her türlü tesirini kaybeden inanç kırıntılarının müntesipleri, son kozlarını oynayarak yeryüzünde güç üstünlüğünü kullanıp İslam'a ve müslümanlara karşı ellerinden gelen son hamlelerini yapmaktadırlar. Her türlü rezilliğin işlendiği Kuzey İskandinav ülkelerinde bugün çok büyük bir manevi boşluk oluşmuş, İngilteresinden Almanyasına, Fransasından Rusyasına toplumsal çöküş zirve yaparak, artık bu sefih toplumlar, manevi açlıklarını dindirecek bir merci arayacak hale gelmişlerdir. Bugün biz Müslümanlara düşen görev, tam bir uyanıklık halinde tebliğ ve irşad faaliyetlerine devam etmek, bu arada ezilen ve yok edilmeye çalışılan kardeşlerimizle bağlarımızı güçlendirerek devam etmektir. Geçmişte Bosna'da, halihazırda Afrika'da, bugün Gazze'de ve Irak'ta yapılanlar, iyi bilinsin ki, aslında bu gerçeğin itirafından ve hazımsızlığından başka bir şey değildir. Olayların dili, bize bunu haykırmaktadır. Hepimiz imtihandan geçiyoruz. Ve hiç şüphesiz zafer ancak Allah'a inananlarındır.
Hiç şüphesiz dünya sınavını en kötü verenler bugün Gazze'ye saldıran ve yüzlerce masumu öldüren, binlerce masumu yaralayan siyonist ve teröristlerdir.