Namazın ehemmiyetine dair neler söylenebilir?
Allah Teâlâ’nın varlığını, birliğini ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in O’nun elçisi olduğunu kabul ettikten sonra İslam dininin en önemli esası namazdır.
Kur’ân-ı Kerim’de, Türkçe’de namaz kelimesinin karşılığı olan “salât” sözcüğünün çeşitli kalıplarda 99, namazın farzlarından olan “secde” ile ilgili sözcüklerin 64, “rükû” ile ilgili sözcüklerin ise 13 kere tekrar edilmesi1, bu ibadetin çok önemli olduğunu ve Allah Teâlâ’nın namaza verdiği değeri göstermektedir.
Bütün peygamberlere namaz kılmaları vahyedilmiştir. “Ona (İbrahim’e), İshak’ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya’kub’u lütfettik; her birini salih insanlar yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik.”2 âyetlerinde bu gerçek vurgulanmıştır. Hz. Peygamberimize ve onun ümmetine de aynı talimat verilmiştir.3
Namaz bütün ilahî dinlerin temel ibadetidir. Peygamberlerin risâlet görevlerini yerine getirirlerken, hak ve adalet ilkelerini toplumda hâkim kılma mücadelesini verirlerken büyük bir dirence ve enerjiye ihtiyaçları vardı. Namaz onlara bu direnci veriyordu. Çünkü namaz, kesintisiz manevî bir güç kaynağıdır.
İnsanlığın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmektir. “Bana ne oluyor ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim!..”4 âyetinde açıkça ifade edildiği gibi, insan olarak yaratılmanın temel şartı, Allah’a ibadet etmektir.
Kulluğun temeli namazdır. Namaz, bütün ibadet çeşitlerini kapsayan bir görevdir. Kulluğun başı ve devamı namazla tamam olur. Ergenlik çağından itibaren kendisine namaz farz olan bir kimsenin, can emanetini teslim edinceye kadar bu ulvi görevi yerine getirmesi inancının vazgeçilmez prensibidir. Ruhunu teslim eden mü’mine cenaze namazı kılınır. Mü’min, hayatı boyu yerine getirmeye çalıştığı beş vakit namazına ilave olarak üzerine kılınan cenaze namazı ile ebediyet âlemine yürür. Demek ki mü’min, sorumluluk çağına adımını attığı andan itibaren kılmakla yükümlü olduğu namazlarla üzerine kılınan cenaze namazı arasında âhiret yurduna hazırlanmaktadır. Hayatı boyu aralıksız namaz kılanlar, ya da ara sıra namaz kılanlar veya inandığı halde namaz kılmayanlar, kendilerine lütfedilen ömür emanetini bitirdikten sonra ister istemez cenaze namazı ile karşılaşacaklardır.
Hz. Peygamberimiz, namazın önemi konusunda şöyle buyurur: “…Biliniz ki, amellerinizin en hayırlısı namazdır.”5 Bu hadis, mü’minin yapacağı her türlü ibadetin ve meşru faaliyetin en mühiminin namaz olduğunu açıklamaktadır.
Namaz o kadar mühim bir ibadettir ki, kıyamet gününde kulun ilk olarak sorguya çekileceği konu namazdır. Nitekim bu hususta Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde kulun ilk olarak hesaba çekileceği husus farz namazıdır. Eğer farz namazını tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Eğer yerine getirmemişse şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır? Eğer nafile namazı varsa, farzların noksan kalan kısımları bu nafilelerle tamamlanır…”6 Görüldüğü gibi namaz dünyada kulluğun alâmeti, âhirette de imtihanın başı ve temel sorusudur. Tabiri caizse âhirette imtihan barajını aşmak iman ve namaz ile olacaktır.
Hz. Peygamberimiz “İslam’ın direği namazdır.”7 bir başka rivayette ise “Namaz dinin direğidir.”8 buyurmuştur. Bu hadislerde din yüksek bir binaya benzetilmiş, namaz ise söz konusu binanın direği olarak açıklanmıştır. Demek ki, din binasının ayakta durması ancak namazla mümkündür.
Namaz öyle mühim bir ibadettir ki, Allah Teâlâ onu, miraç gecesinde farz kılmıştır. Çünkü miraç, en değerli vakitlerden ve en faziletli zamanlardandır. Namaz da imandan sonra ibadetlerin en faziletlisidir. Kulluk da hallerin en güzelidir. İbadetlerin en güzeli olan namaz, vakitlerin en güzelinde kulu Muhammed’in Rabbine kavuşma ve yakınlaşma zamanı olan miraçta farz kılındı.9
İnsan-ibadet ilişkisi hiç şüphesiz çok önemli. İbadetin bireyde sosyolojik ve psikolojik etkilerinden bahseder misiniz?
İbadet kavramı geniş bir alan oluşturur. Ancak biz burada namazı ele almak istiyoruz. Zira namaz, ibadetlerin başıdır. Kulluk için yaratılan insanın Kelime-i Tevhid’den sonra yerine getireceği en önemli ibadet, namazdır. “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz.” şeklindeki ilahî ifade, kulluğun bir başka deyişle namazın özünü, temelini ve aynı zamanda kulluğun zirvesini oluşturur. Bu çerçevede yukarıdaki soruyu iki yönden değerlendirebiliriz. Birincisi, namazın psikolojik olarak kişiye kazandırdıkları. İkincisi, sosyolojik açıdan bir diğer ifadeyle toplumsal açıdan etkileri. Burada “Hem bireye hem de topluma namaz ne kazandırır?” sorusunu cevaplamaya çalışacağız. Önce bireye kazandırdıklarını ele lalım.
Birey ve Namaz
En büyük zikir olan namaz, Allah Teâlâ’yı anma şekillerinin en kapsamlısı ve en mükemmelidir. Bu sebeple namaz, hem maddi hem de manevî yönden insanı rahatlatan bir özelliğe sahiptir.
Huzaa kabilesinden bir adam “Keşke namaz kılsam da rahatlasam.” deyince çevresinde bulunanlar bu zâtı ayıplamıştı. Bunun üzerine Salim adındaki bir sahabî şöyle der: “Ben Resûlüllah (s.a.s)’den “Ey Bilal! Kalk (ezan oku da) bizi namazla rahatlat.” derken işittim.”10
Görüldüğü gibi namaz, insanı rahata kavuşturan, dinlendiren, iç huzurunu temin eden bir ibadettir. Namaz, dünyanın meşguliyetlerinden ve stresten uzaklaştırarak insanı ruhen sükûna erdiren bir görevdir. Hz. Peygamberimiz, bir üzüntü ve sıkıntı ile karşılaştığında namaz kılardı.11 Bu anlatımdan açıkça anlaşılacağı üzere Hz. Peygamberimiz, zor, sıkıntılı ve büyük bir iş ve hadise ile karşılaştığında namaz kılmıştır.
Namaz, hem bir düzeni sağlama yolu, hem de rahatlama amacıyla yapılan bir şükran borcudur. Korku halinde kılınırsa ümidi, emniyet halinde kılınırsa neşe ve isteği artırır.12
Namaz, psikolojik olarak insanı rahata ve huzura kavuşturan bir etkiye sahiptir. İnsan, maddi ve manevi yapısı ile bir bütündür. Maddi açıdan sağlanan huzur ve güven, manevi yöne, manevî hayatta ulaşılan istikrar ve rahatlama maddi hayata nüfuz eder. Ruhsal halin iyiliği bedenselliğe, beden halinin iyiliği ruhsal hayata yansır. Bu açıdan düşünüldüğünde namaz, ruh ve beden sağlığına büyük katkı sağlayan bir vazifedir.
Namaz kılan mü’min, Allah’a karşı görevini yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşar. Namazın edasından sonra kalbinde büyük bir genişlik duyar, düşünce ve duygularında bir arınma hisseder. Bu rahatlık ve sevinç onun bütün bedenine, iç ve dış organlarına yansır.
Topluma namazın kazandırdıklarını da kısaca şöyle açıklayabiliriz. Toplum bireylerden oluşur, huzurlu, istikrarlı her şeyden önce günahlardan uzak olan ve istikamet üzere devam eden bireylerden oluşan toplum da huzurlu ve güven içinde olur.
Toplum ve Namaz
Namaz, çevre temizliğini sağlar, toplumun düzenli bir hayat sürdürmesini temin eder, kardeşliği hâkim kılar, birliği ve bütünlüğü temin eder, sevgi ve saygının yerleşmesine vesile olur, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı geliştirir. Namazın sosyal/toplumsal yararları çoktur. Bunlardan birkaçını ifade etmekle yetinmek istiyoruz.
Namaz Toplumsal Düzelmeyi Gerçekleştirir
Gereği gibi kılınan namaz, sürekli olarak ferdi düzeltmekte, terbiye etmekte ve yükseltmektedir. Ferdi rûhen, ahlâken iyileştiren, yücelten ve güzelleştiren namaz, aynı şekilde toplumu da yüceltmekte, günahlardan arındırmakta ve temiz bir toplum meydana getirmektedir. Bireysel düzelme olmadan toplumsal düzelmeden söz edilemez. Çünkü toplum, fertlerden meydana gelmektedir. İslâm dininin hedefi temiz, faziletli ve insanın onuru ile yaşayacağı bir toplum oluşturmaktır. Hiç şüphesiz namaz, böyle bir toplumun meydana gelmesi için en önemli katkıda bulunmaktadır.
Namaz kılan mü’min, iyi davranışlarda bulunarak, işlerini doğru dürüst yaparak günahlardan temizlenmeye çalışır. Namaz kılan mü’min, “Allah’ı görüyormuş gibi” O’na kulluk ederek işlerini tam ve noksansız yapar. Mü’min, “Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatinde namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri (günahları) giderir.”13 âyetinde işaret edilen sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılarak, iyiliklerin önce kendi nefsinde daha sonra toplumda hâkim olması için çalışır. Âyette zikredilen iyiliklerden beş vakit namaz murat edilmiştir.14 Demek ki, namazlar, bireysel ve toplumsal düzelmeyi ve temiz bir toplum oluşturmayı sağlamaktadır. Namazın farz kılınmasındaki hikmetlerden biri bu olabilir.
Namaz, insanda bir kısım olumsuzlukları yok ettiği gibi, birçok müspet alışkanlıkların kazanılmasına da vesile olur. Namaz sayesinde camilerde ve mescitlerde itikadî, ahlâkî ve ruhî yönden eğitilen insanların, toplumun düzelmesine de önemli katkılar sağladığı görülmektedir. İyiliklerin ve insanı yücelten değerlerin toplumda hâkim olması da yine namaza bağlıdır. Namaz, bu yönüyle en mükemmel bir ibadettir.
Merhum Hamdi Yazır, namazın toplumsal düzelmeye vesile olduğunu belirtir.15 Maddi ve manevî temizliğini yapan, vakitlerini bir disiplin içerisinde verimli ve meşru bir şekilde değerlendiren bireylerden, topluma faydadan başka ne gelebilir? Bireyleri bu şekilde düzgün olan toplumda ancak iyilik ve güzellikten söz edilir. Namazın sağladığı bireysel düzelme hali, topluma yansır, hak ve adaletin hâkim olduğu bir toplum oluşur.
Namazın, kötülüklerden ve çirkinliklerden alıkoyma özelliği ve etkisi16 genel bir ifade ve hükümdür. Namazın bireyi azgınlıktan, yalan, iftira, zina gibi fiil ve sözle işlenen günahlardan, çirkinliklerden ve davranışlardan alıkoyduğu gibi, toplumu da bu gibi olumsuzluklardan korur.
Kardeşliği Hâkim Kılar
Namaz, mü’minleri aynı inanç, ideal ve hedef altında her gün bir araya getirerek Allah’ın huzurunda toplamaktadır. Namazın, mü’minleri toplama ve birleştirme gücünü hiçbir ibadet sağlayamaz. “Namaz toplayıcı, bir araya getiricidir.”17 sözleriyle Hz. Peygamberimiz, namazın birleştiricilik ve kaynaştırıcılık özelliğine işarette bulunmuştur.
Hiçbir ayrım yapmadan mü’minleri günde beş kere bir safta yekvücut halinde toplayan namaz, kardeşliğin, eşitliğin ve dostluğun en canlı örneğini sergilemektedir. Namazda, omuz omuza vererek yeryüzündeki mabetlerin en ilki ve en mukaddesi olan Ka’be’ye yönelen mü’minler, aralarında oluşan kardeşliğin neşesiyle aynı hedefe kilitlenmekte, düşünce ve gönül birliği içerisinde Allah’a teslim olmanın zevkini yaşamaktadırlar. Namaz, toplumu oluşturan bireyler arasında kardeşliği tesis eden ve hâkim kılan bir ibadettir.18
Günde beş kere inananları bir araya getiren namaz, kalpleri birbirine bağlamakta, kaynaşmayı temin etmekte, sevgi ve cemaatleşme ruhunu kuvvetlendirmektedir. İslâm dininde cemaatle namaz kılmaya büyük önem verilmiştir. Cemaatle kılınan namazın, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi derece daha üstün olduğu Hz. Peygamberimiz tarafından açıklanmıştır.19 Bu durum, İslâm dininin cemaatleşmeye verdiği değeri ve başta namaz olmak üzere toplu olarak yerine getirilen ibadetlerin üstünlüğünü gösterir.
Farz namazlarını cemaatle kılmak, İslâm’ın en önemli özelliği olduğu gibi, imanın da en belirgin alâmetlerindendir. Cemaatle kılınan namazlar sayesinde, Müslümanların birbirine bağlılıkları canlı olarak ortaya çıkar. Cemaatle kılınan namazlar vasıtasıyla Müslümanlar arasında bir sevgi, dayanışma, kardeşlik ve bir birliktelik oluşur.
Hz. Peygamber’in “Gözümün nuru namaz”, “Müminin miracı namaz” dediği namaz, muhtevası itibarıyla nedir, namazın bölümleri kulluğun ifadesinde ne anlama geliyor?
Namaz, insanın maddi ve manevî yükselişini ve nefsinin olgunlaşmasını sağlar. Namaz sayesinde mü’min, Allah Teâlâ’nın huzuruna yükselir, O’na dua ve niyazda bulunarak manevî yakınlığa erer. Bu durum, mü’min için büyük bir şereftir.
Mevlid-i Şerif’in müellifi merhum Süleyman Çelebi, namazın, ümmetin miracı olduğunu, Allah’a yaklaşmanın ve kavuşmanın namazla sağlanacağını ne güzel ifade etmiştir:
“Sen ki mi’râc eyleyûp ettin niyâz- Ümmetin mi’râcını kıldım namaz.
Her kaçan kim bu namazı kılalar-Cümle gök ehli sevabın bulalar.
Çünkü her türlü ibadet bundadır- Hakk’a kurbiyetle vuslat bundadır.”20
Bu ümmetin ruhî ve ahlâkî yönden yücelişi namaza bağlıdır. Hatta maddi açıdan yükselişinin de namazla olacağı söylenebilir. Çünkü namazla arınan, temizlenen ve kötülüklerden uzaklaşan vicdanlardan, ancak iyilik, fazilet ve adâlet beklenir. Kendi içinde adaleti, hakkâniyeti, merhameti ve şefkati gerçekleştiren mü’minler, insanlığın maddi ve manevî cihetten yükselişini sağlamışlardır ki, tarihte bunun birçok şahidi vardır.
Hamdi Yazır, “namaz, mü’minin bir miracıdır, yani onu beşerî (insanî) olmanın sertliğinden, tek olan Allah’a ait arşa çıkartan bir merdivendir.” der.21
Bütün ibadetlerin fihristi olan namaz, hayatın bütün bölümlerini, vakitleriyle, zikirleriyle, dualarıyla, tesbihleriyle anlamlandıran, ömrün başını ve sonunu listeleyerek gösteren ve noktalayan bir ibadettir. Hayatın başı da sonu da namazla değer kazanır.
Namazın birçok hikmeti vardır. Namazın içerisinde yerine getirilen her ilke ve şeklin; farz, vacip ve sünnet, zikir, tesbih, dua ve niyazların kendine has açık ve gizli hikmetleri vardır. Namazın şekillerinin ve yerine getiriliş biçiminin öğrenilmesi kadar, hikmetinin de anlaşılmaya çalışılmasına ihtiyaç vardır. Namazın özünün ve ruhunun kavranabilmesi açısından bu ayrı bir önem taşımaktadır. Bu değerlendirmelerin ışığında bu konuda birkaç misal getirmek istiyoruz.
Sağlıklı bir kimsenin namazı ayakta kılması gerekir. Bu bir farzdır. Bu şekil yani ayakta durma hali “kıyâm” kelimesi ile ifade edilir. “Kıyâm” sözcüğü, sebat etmek, muhafaza etmek, düzeltmek, devam etmek, kalkmak, durmak, dikilmek anlamlarına gelir.22 Namazı, dosdoğru ve her bir rüknün hakkını vererek kılmak anlamındaki “ikâme”23 sözcüğü de “kıyâm” kelimesinden türetilmiştir. Bu anlamlar çerçevesinde namazın farzlarından olan “kıyâm”ın (ayakta duruşun) derin ve kapsamlı anlamlar içerdiği düşünülebilir.
“Kıyâm” farzı, namaz kılan bir mü’mine, azmi, sebatı, dik duruşu, yükselişi öğretmektedir. Ergenlik çağından itibaren namaz kılan bir mü’min, hayatı boyu her türlü zulmün, haksızlığın, baskının, şiddetin ve insanlığın onurunu zedeleyen her hareketin karşısında sabretmeyi, direnmeyi, dik durabilmeyi öğrenebilmeli ve bunu hayat tarzı haline getirebilmelidir. “Kıyâm” farzı, dik duruşun sembolleşmiş halidir. Allah Teâlâ’dan başka hiçbir kimseden korkmamayı, O’nun huzurundan başka hiçbir kimsenin huzurunda eğilmemeyi, bükülmemeyi imanının ayrılmaz bir cüzü haline getiremeyen bir mü’min, hangi namazı kıldığını inceden inceye düşünmelidir. Dünya konjonktüründe ezilen, korkan, yılgınlık gösteren, zalimlerin zulmü altında kahrolmaktan başka çaresi kalmayan Müslümanlar, hangi namazı eda ettiklerinin hesabını yapmalıdır. İslam’ı, hakkı ve adaleti toplumda ve yeryüzünde hâkim kılmak için güç birliği oluşturamayan Müslümanlar, hangi namazı yerine getirdiklerini tefekkür etmelidir. Hayat boyu namaz kıldığı halde haksızlık ve baskı karşısında dimdik ayakta durmayı ve direnmeyi beceremeyen mü’min, “kıyâm” farzını nasıl yerine getirip getirmediğine dikkat etmelidir.
Namazın bir başka farzı olan “iftitah tekbiri” şöyle yorumlanabilir. İftitah tekbiri (namaza başlama tekbiri) yani namaza “Allahü ekber” (Allah en büyüktür) cümlesi ile başlamak, çok büyük anlam taşımaktadır. “Allah en büyüktür” cümlesi, Yüce Yaratıcıya en üst düzeyde sözlü olarak gösterilen saygının ifadesidir. Bu tekbiri getirerek namaza başlayan mü’min, bütün dünya meşgaleleri ile ilgisini keser. Sadece Allah’ı büyük tanır. O’ndan başka hiçbir kimsenin huzurunda eğilmeyeceğini hem sözlü hem de pratik olarak göstermiş olur.
Günde beş kere belirli vakitlerde emredilen farz namazlarını, vacip ve sünnet namazları ile birlikte kılan bir mü’min, iftitah tekbirleri dahil olmak üzere günlük olarak 200’den fazla “Allâhü Ekber” (Allah en büyüktür) cümlesini tekrar etmektedir. Bu değerlendirme haftalık olarak yapıldığı takdirde, farz, sünnet ve vacip namazlarda getirilen tekbir sayısı 1500’ü geçmektedir. Namaza çağrı olan “ezan”da günde 30, haftada 210, namaza başlanacağına işaret eden “kamet”te de aynı sayıda “Allâhü ekber” denilmektedir. Bir mü’min, ya bu tekbirleri bizzat kendisi söylemekte ya da en azından dinlemektedir. Namazlardan sonra bazı mü’minlerin hassasiyetle uyguladıkları tesbihât içerisinde 33 kere söylenen tekbiri de bu konuda zikredebiliriz. Bu izahlardan anlaşılacağı üzere bir mü’minin, her gün “Allahü Ekber” (Allah en büyüktür) cümlesini, yoğun bir şekilde söyleyerek yüce yaratıcıyı yüceltmesi, çok önemli bir mesajı içermektedir. Bu mesajı iyi kavrayan ve bu tekrarların inceliğine kafa yoran mü’min, Allah’tan başka hiçbir büyük tanımaz. “Allah en büyüktür” diyen mü’min, servet, makam, rütbe ve dünyevilik adına ne varsa hepsini küçük görür. Hiçbir zatı, insanı sevgide ve saygıda asla Allah’ın önüne geçirmez. Mü’minin inancında ve nazarında en büyük Allah’tır. Mü’min öyle samimiyet ve ihlasla namaz kılmalıdır ki, namaz ona bu şuuru kazandırmalıdır. Biz burada çeşitli rakamlar vererek kafa yormak niyetinde elbette değiliz. Ancak bilinçli ya da bilinçsiz günde iki yüzü aşkın tekbir getiren mü’min, nasıl olur da başka büyükler tanır. Namaz kılanların, sorgulaması gereken anlayış bu olsa gerek. Namaz esnasında bu kadar sık getirilen tekbirin hikmeti bu değil midir?
Namazdaki dualarla insanın ontolojik hakikati arasında nasıl bağlar kurulmakta?
Önce dua, neden önemli ve insan hayatındaki yeri nedir sorusuna cevap arayalım. Dua, kulun Allah’ın hâkimiyet ve yüceliğini ikrar ve itirafıdır. Kul, acziyetini itiraf ettiği ölçüde, hakikî imana erer ve mahiyetini anlar.
Dua, bir ümit kaynağıdır. Allah Teâlâ’nın rahmet ve affını ümit etmek, kulluk hayatının en mühim noktasıdır ve her türlü maddi ve manevî başarının da sırrıdır.
Dua, Allah Teâlâ’ya kulluk göstermek, tevazu ve alçak gönüllülük arz ederek müracaatta bulunmaktır. Duaya tenezzül etmeyenlere Allah Teâlâ, değer vermez. “(Rasûlüm!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?...” âyeti bu gerçeği vurgulamaktadır.
İmanın zevkine varmış ve kulluk görevini yerine getirmenin gayreti içerisinde olan mü’minler, katiyen duadan uzak durmaz ve her hâlükârda; bollukta, darlıkta, sevinç ve keder halinde dualarını sürekli devam ettirirler.
Duayı önemseyen ve bunun Allah ile kul arasında samimi bir yakınlığın ve içten bağlılığın gereği olarak telakki edenler, hallerini Allah’a arz etmelerinin, ellerini O’nun engin rahmetine açmalarının mutluluğunu hiçbir şeyde bulamaz ve duyamazlar. Bilinçli mü’min, havaya, suya, yemeye ne kadar muhtaçsa, duaya da o kadar muhtaç olduğunun bilinci içerisindedir.
Yüce Rabbimizin, bizlere lütfettiği sayısız nimetlere karşı şükretmek, O’na minnet duymak kulluk görevimizdir. O’nu ne kadar övsek, dua ve niyazda bulunsak, O’nu güzel sıfatları ile ansak da yine hakkıyla şükrümüzü yerine getirmeye güç yetiremeyiz. Yüce Allah, ihsan ettiği maddi ve manevi bir başka tabirle görünür ve görünmez nimetlerinden dolayı bizden şükretmemizi, kendisini anmamızı ve tazarruda bulunmamızı istemiştir.
Yüce Allah, gizli ve açıktan yaptığımız duaları ve niyetlerimizi bilir. Bizim için hayırlı ve faydalı olanı O, daha iyi bilir. Taleplerimize, dilediği şekilde karşılık verir. Hem bu dünyada vermezse ebediyet âleminde daha hayırlısını nasip eder. İsteğimizden daha fazlasını ve hayırlısını vermeye kadirdir. O’nun hazinesi geniştir. Hangi tarafta bizim için en hayırlı olanı O, bilir ve takdir eder. Bize düşen O’ndan hayırlısını talep etmek, verirse de vermezse de razı olarak teslimiyetimizi göstermektir.
İnsanın duaya şiddetle ihtiyacı vardır. Kulun, O’nun rahmetine, bağışlamasına ve affına sığınmaktan başka çaresi yoktur. O’na iltica etmek, O’na yönelmek, sadece O’ndan istemek, O’na halimizi arz etmek, O’na yalvarmak kulluğumuzun gereğidir. Kullarını dua etmeye ve kendisinden talep etmeye davet eden O’dur. O’na yönelmenin, O’ndan istemenin ve O’na boyun bükmenin büyük bir saadet ve hürriyet olduğunu fark ettiğimiz ölçüde saadete ereriz.
Dua, yalnız hastalık, sıkıntı ve doğal afetlerde değil, sevinçli zamanlarda ve rahat anlarda da yapılmalıdır. İnsan, hayatının her safhasında Allah’ı anmalı, O’ndan istemeli ve başarı talep etmeli, hakiki anlamda bütün maddi ve manevî kazanımlarının O’nun lütfetmesiyle gerçekleştiğini itiraf ve ikrar ederek O’na şükretmelidir. “Sıkıntı ve zorluklarda Allah’ın, duasını, kabul etmesi kimi sevindirirse, rahatlık ve bolluk anında Allah’a çok dua etsin” hadisinde belirtildiği gibi, duanın kabul edilmesi, genişlik ve refah zamanlarında duanın çok yapılmasına bağlanmıştır.
İnsan, her zaman Allah Teâlâ’nın rahmetine, affına ve himayesine muhtaçtır. İnsanın yüce yaratıcı ile irtibatını en üst düzeyde sağlayan duadır. İnsan, sözlü olarak ve hal lisanı ile Allah’a yalvarır, yakarır, isteklerini arz eder, sıkıntılarının giderilmesini ister, O’nun rızasını ve bağışlamasını diler. O’nun azabından ve öfkesinden yine O’na sığınır. Allah’ın rahmetine, şefkatine, adaletine, lütfuna, inayetine ve korumasına güvenmek, insanın kulluk vazifesidir. İhtiyaçlarını Allah’a arz etmek, darlık ve sıkıntılarının giderilmesi için O’na yalvarmak, insanın ihtiyacı ve fıtratının gereğidir.
Duasız, Allah’ın razı olduğu bir hayatı yaşamamız mümkün değildir. Acziyetimizi, zafiyetimizi ve yardıma muhtaç bir varlık olduğumuzu dua ile anlar ve kavrarız. Dua ihtiyacı bizim, fıtratımıza yerleştirilmiştir. Ondan kopuk, ayrı ve uzak yaşamamız mümkün değildir.
Dua, insan olarak yaratılmanın bir gereğidir. Kulluğu itiraftır, mükerrem olarak yaratılan insan, ancak dua ile kendi konumunu ve sorumluluğunu anlar. “Salât”/namaz kelimesi de dua anlamına da geldiğine göre, insan namaz kılarak ancak varlık sebebini anlayabilir. Onun insan olarak yaratılması, Allah’a ibadeti gerekli kılar. Bütün ibadetlerin başı namazdır. Bu yüzden insan, ancak namaz kılarak yaratılış sebebinin hikmetini kavrayabilir. Namaz, insanı, fıtratındaki (aslî yaratılışındaki) inanma duygusu ve ihtiyacı ile buluşturur. Namazda uygulanan kıraat, dua, zikir ve tesbihâtlar, Allah’ın azameti karşısında hiçliğimizi, zafiyetimizi, faniliğimiz ve yaratılış gayemizi anımsatan ve ikrarımızı ortaya koyan amellerdir. Bunların her biri, kulluk görevini ve insan olmanın ancak Allah’a teslim olmakla mümkün olduğunu yüksek perdede ifade eden kelimelerdir.
Namazın karakter gelişimindeki etkisinden bahseder misiniz?
Kelime-i şahadetten sonra, İslâm dininin en önemli esası olan namaz, günde beş vakit olmak üzere Müslüman olan her erkek ve kadına farz kılınmıştır. Genel anlamda ibadetler ve özel olarak namaz, insana lütfedilen hayat nimetinin bir şükranesidir. Kur’ân-ı Kerim, mü’minlerin en önemli özelliklerinden birinin de namaz kılmak olduğunu belirtmiştir.
Kur’ân, Mü’minlerin temel özelliklerini şöyle anlatır: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”24 “Onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan kimselerdir…”25 “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler ve onlar ki, namazlarına devam ederler.”26 “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namaz kılarlar…”27 “…Onlar, namazlarında devamlıdırlar.”28
Hz. Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurur: “Bir adamın mescide gidip geldiğini görürseniz, onun imanına şahitlik ediniz.”29 Bir kimsenin camiye gidip gelmesi yani cemaatle namaza iştirak etmesi, Müslümanların arasında namaz kılarken görülmesi, onun mü’min olduğunu gösterir. Demek ki, bir insanın namazı cemaatle kılması onun imanına bir delildir.
Bilindiği gibi Müslüman’ın kimliği ya doğuştan ya da ihtidâ yoluyla sonradan elde edilir. Bunun için Kelime-i Şehâdet veya Kelime-i Tevhid’i inanarak söylemek gerekmektedir. Bir insan, “Allah’tan başka ilah yoktur.” diye şahadette bulununca Müslüman sayılır. Şahadetin sadece sözde kalmaması için mü’min onu, dinî hareketlerle yani İslam’ın şartı olan namaz, zekât ve oruç gibi ibadetler ve sosyal hayattaki hal ve hareketleri ile helal-haram sınırlarına riayetle görülebilir hale getirmek yani tanımlamak ve ispat etmek durumundadır.30
Bu değerlendirmeye göre şu söylenebilir. Namaz, imanı açığa çıkaran ve ispatlayan bir ibadettir. Namaz, imanın pratiğidir. İman, namaz kılmayı gerekli kılar. Namaz olmadan imanın varlığını dışa yansıtmak mümkün olmaz. Namaz, imanın dışa bakan penceresidir. Nebevî kimliğin oluşmasında nasıl namaz etkili ise, mü’min karakterin inşasında da namaz o derece önemlidir. İslam kimliği ve karakteri namazla oluşur. Aynı zamanda namaz, mü’minin en yüksek kimliğidir.
İman dairesinin içinde en kapsamlı ibadet, namazdır. Bir bakıma namaz, mü’minin inanç, ibadet, ahlâk ve amel dünyasını ve gündemini oluşturur. Namaz, mü’minin hayat tarzını inşa eder. Mü’minin karakteri, namazla fark edilir ve anlaşılır.
Hz. Peygamberimiz namaz-iman alakası ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Namaz, imandandır.”31 Nitekim şu âyette geçen “iman” kelimesi, namaz anlamında zikredilmiştir. “Allah, sizin imanınızı (namazınızı) asla zayi edecek değildir:”32 Bütün bunlar, namazın imanın bir sigortası, güçlendiricisi ve tamamlayıcısı olduğunu göstermektedir. Merhum Hamdi Yazır’ın da belirttiği gibi, ümmet teşkilatının en birinci ve en esaslı belirtisi olan namaz, imanın en büyük güçlendiricisi ve büyüyerek bütün vücutta fışkırmasıdır.33 Namaz olmadan, mü’min karakterin oluşması zordur, belki de mümkün değildir. “Amel, imandan bir cüz müdür, değil midir?” hususu kadîm gelenekte ve halen tartışılsa bile, Allah Teâlâ, mü’minlere cennet müjdesini, amel-iman bütünlüğü ile yapmıştır. O halde namaz, imanın da alameti olarak mü’min karakterin inşasında vazgeçilmez unsurudur.