İçinde yaşadığımız evrenin yaşı, bilimsel hesaplamalarla yaklaşık 13,5 milyar yıldır. Bu zamana kadar, milyarlarca canlıyı barındırmış, misafir etmiş ve milyarlarcasına mezar olmuş dünya denen gezegenin yaşı ise 4,5 milyar yıl ile ifade edilir. Bugün en uzun ömürlü kişilerin yaşları bir asırla sınırlıdır. Bu kısacık insan ömrü, görüldüğü üzere dünyanın yaşına nispetle neredeyse “bir göz açıp kapamak” kadar kısadır.
Bir insan kendisine bahşedilen bu kısacık zaman diliminde iman, ibadet ve güzel ahlak gibi değerlerle imtihana tabi tutulur. İmtihana tabi tutulurken bir taraftan hem cennet lezzetleri hem cehennem azabı hakkında ciddi bir bilgi ve deneyim sahibi olur. Zira dünyada yaşanan zevkler, hazlar ve mutluluklar ebedi olan cennet nimetlerinden ve cemâlullah zevkinden eser ve izler taşıdığı gibi, elem, acı, hastalık vb. tüm dertler ve zorluklar da cehennem azabından eser ve izler taşırlar.
Kısalığı ve daha çok sıkıntılarıyla değerlendirince gurbette olup da, ana yurtlarına giden yolcuların dinlenmek için mola verdikleri bir yer hükmünde olan şu dünya hayatına aşkla bağlanmanın elbette ki hem duygusal hem rasyonel bir geçerliliği ve tutarlılığı yoktur. Akıllı olan veya akıllı olduğunu iddia eden bir insan daha çok ebedi hayatı düşünerek adımlar atmalı, ona göre yaşamalı, bu amacını asla unutmamalıdır.
Tekrar edersek, yiyip içtiklerimiz, giyip kuşandıklarımızdan aldığımız her lezzet ve hoşluk, gördüğümüz güzelliklerden hissettiğimiz her haz ve mutluluk, yaşadığımız her güzel duygunun ruhumuza kattığı neşe ve sürur, cennette bizleri bekleyen güzelliklerin ve hatta cemâlullahı müşahede zevkinin minik misalleridir. Küllî zevk ve lezzetin tamamı cennette ve özellikle cemâlullahı müşahedede olacaktır. Lakin insanların kahir ekseriyetinin, iman, ahiret, cennet, cemâlullahın müşahedesi gibi manevi güzelliklere karşı ilgi ve iştiyakları şaşılacak derecede azdır. Rabbimiz bu gerçeği aşağıdaki ayetlerde şöyle ifade eder:
“Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?” (En’âm, 6/32)
“Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âl-i imrân, 3/14)
Maalesef ki ayetlerde de belirtildiği gibi insanların geneli, geçici bir menfaat yeri olan bu dünya hayatının, uyuşturucu madde bağımlıları gibi bağımlısıdırlar. Peşin ve göz önünde diye dünyanın fani lezzet ve hazlarının ardına hırs ve tamah ile düşer, gâib ve veresiye diye ebedi olan haz ve zevklere ise pek isteksiz dururlar. Sonuç olarak da ebedi olan zevk ve hazları ve sonsuz mutluluğu gaflet veya cehaletleri yüzünden kaçırırlar.
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) ayet-i kerimesi ve “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.” (Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132) kudsî hadisinde beyan edildiği gibi, insanın en önemli yaratılış amacı; Rabbini bilmek, ona şevkle kulluk yapmak ve aşkla bağlanmaktır. Kimin amacı bunun dışındadır, büyük bir yanılgı, hüsran ve ziyan içindedir. Zira dünya ve içindeki hiçbir kıymetli şey, bu ulvi amacın yerini tutamaz, onun yerini dolduramaz. Bu nedenle bu amaç uğruna yola çıkan bir insan, yolun zorlukları yüzünden sayısız kereler gaflete veya yanlışa düşse de, tekrar ayağa kalkarak yoluna devam edebilmeli, bu ulvi gayeden asla vazgeçmemelidir.
“O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı. Sonra onun neslini bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı. Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde, 32/7-9) ayeti gibi birçok ayette ifade bulduğu üzere, Cenab-ı Hak’tan üflenen ruhla, hazreti insan olma payesiyle şereflenip marifetullah gibi yüce bir ilimden nasiplenmeye istidadı olan insanoğluna şükür ve teşekkür babında yakışan da budur. Bunun dışındaki bütün istek arzu ve emeller, bu kıymeti heba ve heder etmek, kendine yazık etmektir.
İnsanlar arasında dünyanın sihrine kapılmayarak, ona gerektiği kadar bir anlam ve değer yükleyenler, Yüce Yaratıcıdan gelen manevi yardım ve bilgiyle akıl ve gönül dünyaları aydınlanmış olan peygamberlerdir. Sonra da onların izini adım adım süren, gerçek âlimlerdir. Genellikle Allah dostları diye vasıflandırdığımız bu seçkinler taifesi, büyük bir feraset, basiret ve akl-ı selîm örneği sergileyerek, dünya ahiret dengesini doğru kurmuş, bu konuda itidali hep korumuş önemli şahsiyetlerdir. Bu kişiler özellikle peygamberlerin olmadığı dönemlerde, büyük bir rahmet vesilesi olarak insanlığa her zaman, iman, ihlas, zühd, takva, güzel ahlak vs. gibi konularda güvenilir birer rehber ve önder olmuşlardır. Yine bu büyükler özellikle cemâlullaha iştiyak duymuş onda karar kılmış ve ondan başka her şeyin arayışından yüz çevirmişlerdir.
Sözü fazla uzatmadan, yukarıda ifade ettiğim gibi, günümüzde varlığı rahmet vesilesi bu manevi büyüklerden birisi olan Şenel İlhan Beyefendi’nin, “gerçek bir mü’minin dünya hayatına bakışını özetleyen” hikmet dolu bir sosyal medya paylaşımı ile sizleri baş başa bırakarak makalemi noktalıyorum. İbret alınması temenni ve duası ile:
“İnsan ruhu, cennet için, cemâlullah için yaratılmıştır!.. ‘Ona ruhumuzdan üfledik.’ ilahi beyanı ile de ruhumuz, şerefin ve üstünlüklerin, kul boyutunda en doruğuna çıkmıştır… İşte bu hazreti insan ruhu; dünya denen ve bu eğitim ve imtihan formatında dizayn edilen yerde, ten ve beden kafesinde hapis olalı beri, türlü çileler, hastalık, bunalım ve her türlü bela ve musibetlerle, lağımın içine atılan gül misali, hep şaşkınlık, acı ve hayretler içinde bir ruh haliyle, ayakta durmaya çalışmış ve ölemediğimiz ve mecburen yaşamak zorunda olduğumuz için yaşadığımız, bir psikoloji ve ruh hali içinde, imtihanlardan geçmiş, geçiyor ve hep geçecek…
Sözün özü: İşte her kabiliyetli Müslüman’ın ve her hakiki Allah adamının, gerçek hâlet-i rûhiyesi mecburi olarak böyledir veya zaruri olarak bu durum, onun normali ve en tabii halidir…
Ayrıca kaliteli bir insanın ölemediği için yaşamak zorunda olduğu bu kokmuş dünyayı bir de mecburen sevmesi gerektiğini idrak etmesi ve hatta zarûreten sevmesi ise, hem ayrı bir çile, hem de nefes almak ve bu iğrenç âlemi çekilebilir kılmak için mecburi bir durum olmuştur ve yine, hatta sırf bu yüzden “Bana dünyanızdan güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz sevdirildi” nebevî beyanının işaret ettiği gibi bu koca ve kocamış dünya ve içindeki tüm nimetleri, araç ve vesile formatında olsa da, mecburen sevilir ve hatta onun için çalışılır, didinilir, gayret edilir olmuştur…
O halde bu durumda, şu hakikat mecburen apaçıklaşıyor: ölemediğimiz için yaşadığımız ve zerre kadar sevmediğimiz bu dünyayı, sadece araç ve ahireti kazanma, Allah rızasına erme vesilesi gibi görerek sevmek ve hatta onu bu amaçla elde etmeye çalışma tuhaflığına bile, katlanmaya mecbur olduğumuz bu ilkel gezegeni, hep bu psikoloji ile değerlendirmek ve hep bu ruh hali ile onda dolaşmak ve doğal olarak da, Allah Teâlâ’ya bir an önce vuslat ve hatta şehadet nasibi için, ona hep yalvarmak ve madem bu ahir zamanda, mecbur yaşayacaksak, işte o yaşamak, tam da böyle bir yaşamak, işte, böyle bir ruh hali ile içinde nefes almak ve “Yarabbi yaşamam hayırlı ise beni yaşat, ölmem hayırlı ise beni öldür.” nebevî beyanının işareti ve irşadı ile tam da böyle olmalıdır ve hep öyle de kalmalıdır…”