Bireysel ve toplumsal sorunların her birinin insanların gücünü aştığı bir dünyada hayatımızı derinden etkileyen “çağdaş düzenleri ve kavramları” anlamak, anlatmak, sanıldığının aksine güç bir iştir. İçinde yaşadığı kültürel ve sosyal çevreyi anlama, çağını sorgulama ihtiyacı duyan genç kuşaklara modern dünyayı biçimlendiren sosyal ve ekonomik düzenlerle bunları besleyen kavramlara ilişkin doğru ve sağlıklı bilgiler vermek, eleştirme ve alternatifler arama yollarını gösterebilmek ciddi manada önem arzetmektedir. İnsan eliyle çığırından çıkartılmış, bozulmuş, tahrif edilmiş bir kutsal kitabın ve bu kitabın öğretisine dayalı Hristiyanlığın kıskacında kıvranan Batı toplumlarının, Ortaçağ kilise taassubuna ve feodalite gibi insan onurunu şahsiyetini, temel insani haklarını ve bireyselliğini ortadan kaldıran sistemlere başkaldırışıyla başlayan insani hareketinin, evrimleştirilerek farklı mecralara kaydırılığı MODERNLEŞME ucubesi....
Modernleşme bireysel bakımdan; geleneksel kabul ve yaşama üslubunun terk edilip bunların yerine daha yeni, daha geniş kitleler tarafından benimsenmiş bir yaşama biçimini kabul etmek olarak anlaşılabilir. Toplumsal olarak ise, belirli bir derecede (görece) statikleşmiş yerleşik müesseselerin yerine, yine görece daha kuvvetli kabul edilen müesseselerin oluşturulması olarak kabul edilebilir.
Buna göre modernleşme kavramı sadece toplumsal değil aynı zamanda, belki evvela bireysel zihnî bir tavrı içerir. Modern, modernlik, modernleşme ve modernizm kavramlarının altında yatan psikolojik tutum dikkatlice çözümlendiğinde şu ortak yargıyla karşılaşılır: Şimdiki zaman yani şu anki çağ, geçmiş (bütün) zamanlardan ve çağlardan “daha üstün”, “daha ileri”, “daha gelişmiş” ve daha mütekâmildir. Bu yargıya göre, şu an “moda” olan modern fikir ya da tutumlar; mazide geçerli olan fikir, gelenek ya da müesseselerden daha iyi ve övgüye layıktır. Buna göre “modern” kavramı, eski ve geçmişte kalan her şeyden daha üstün bir hayat tarzını ve bilincini; aynı zamanda bir insanın yaşadığı zamanın bütün yaşanmış zamanlardan daha yüksek bir standarda ulaşmış olduğu fikrini ihtiva eder. Şu an moda olan, önceki moda olanlardan daha iyidir! Önceki çağlarda düşünülenler, yaşananlar insana kesin bir mutluluk, huzur, güven, gelişmişlik ve olgunlaşmışlık duygusunu tattırmaktan uzak, geride kalan bir hatıradır artık. Modern, modernlik, modernleşme ve modernizm kavramlarının sosyal, siyasal boyutları hangi zaman ve zeminlerde ortaya çıkıp hangi süzgeçlerden geçtiğini, 21. yy’daki halini nasıl aldığını, çıkış noktasından itibaren Batılı için ne ifade ettiğini, özelde İslam toplumlarına genelde de Batı’nın sömürgeleştirdiği kendinden olmayan toplumlara dikte ederken nasıl bir anlam yüklediğini, ne ifade ettiğini doğru anlamak ve birbirinden ayırmak gerekir. Şu an dünya Müslümanlarının yakalayamadığı kul olma şuurunu, yaşadığı zamanın ve İslam’ın ruhunu anlayabilmiş Müslüman Osmanlı’nın apaydınlık çağı olan Ortaçağ’da Hristiyan Avrupa kilisesi taassupta zirve yapmıştır ve din adına, insanlık adına kara bir utanç sayfası açmıştır. Hayatın bütün alanları tartışılmaz sarsılmaz dini otorite tarafından tanımlanmış ona göre şekillenmiştir. Temel insani haklar, din ve vicdan hürriyeti, düşünce özgürlüğü vs. gibi hakların, bilim de dahil, kilisenin tahakkümü dışına çıkma gibi bir lüksü olamamıştır. Kutsal kitaplarına ters düştüğü gerekçesiyle bilimsel buluşlar şiddetle reddedilip bilim adamları küfürle itham edilerek katledilmiştir… İtikadi manada katolik ortodoksinin kabul ettirilmesi kilisenin ana çalışma alanı olmuştur. Hristiyan ortodoksi kendi içinden çıkan mezheplere tahammül gösterememiş, kilise mahkemeleri kurulmuş ve yıllarca süren mezhep savaşları olmuştur. Diğer yandan feodal düzen de insan onuruna halel getirmenin, insana insan olduğunu unutturmanın, kendi halkını köleleştirmenin sistemleştirilmiş somut halidir. Kilise ve feodal sistemin dayattığı insanlık dışı hayata başkaldırıyla başlar, Avrupa’daki geçmişi ve mevcut olanı yıkma, yeninin, modernin mücadelesini verme... Yani bu mücadele tam anlamıyla 1500 yıllık Hristiyan mirasını reddediştir. Fakirleştirilen, onursuzlaştırılan Batı toplumlarının bugün geldiği nokta gayri insanilikte sınır tanımasa da, o günün şartlarında temel insanî haklarını elde etmek için verdiği mücadele kendi içinde oldukça anlamlı ve takdire şayandır. Bu bağlamda düşünüldüğünde Avrupa’nın dininden, geçmişinden canhıraş bi çırpınışla kaçıp bugünkü yerini alması çok makul ve anlaşılır. Bugün inanan Hrıstiyan, ironik bi şekilde hem sekülerdir hem Hristiyan’dır. Din, hayatın bütün alanlarından soyutlanmış fideist bir yaklaşımla sadece vicdana hapsedilmiş imancılığa dönüşmüştür...
Diğer yandan Müslüman için aynı durum söz konusu değildir. Hz. Adem’den bu yana insanın kim, ne olduğu, ne için yaratıldığı, yüce Yaratıcı tarafından en baştan ifade buyrulmuştur. İnsan eşref-i mahluktur, yeryüzünde Allah’ın halifesidir ve bütün kâinat onun için dizayn edilmiş, onun hizmetine sunulmuştur... Dolayısıyla Müslüman, insanî haklarının bi kısmını [yaşam hakkı, miras hakkı vs.] gibi daha anne karnındayken kazanır. Bu hakları mücadeleyle kazanmaz, zaten verilmiştir. Kur’an insanlığın vahiyle son buluşmasıdır, bütün çağlara ve zamana hitap eder, bütün ihtiyaçlar onda cevabını bulur. Kur’an hayat kitabıdır, vicdanlara hapsedilemez, hayatın tam merkezinde canlı ve diri bir şekilde durur, aslında hayatın tam da kendisidir. Bütün emir ve yasaklar dünya ve ahiret maslahatını gerçekleştirmeyi hedefler.
İnsan psikolojisinden ve aile hukukundan komşu hakkına, gayri müslim hukukundan savaş hukukuna, dünya-ahiret, vicdan-adalet dengesinde hayatın bütün alanlarını boşluk bırakmayacak şekilde doldurmuştur. Zamanla gelişen problemlerin çözümü için Kur’an ve Sünnet ışığında içtihat kapısı da açık bırakılmış, zamanla gelişen ve değişen problemler de bu sayede çözümsüzlüğe mahkum edilmemiştir. Bizzat Kur’an insanı düşünmeye, akletmeye davet eder ve “OKU” diye başlar. Yaşam alanı olan kâinatı, kendisinin ve tabiatın doğal dengesini bozmadan kendisi için dizayna davet eder. Bilenle bilmeyenin farkını otaya koyup araştırmaya, bilime teşvik eder.
18. yy aydınlanmasıyla başlayan ve 19. yy’da tamamen kapitalist düzenin hizmetine evrilen modernleşme/modernizm; iç yüzü itibariyle son 300 yılda insanlığa, insanî olan her mefhuma zehir saçmıştır. Bugün geldiği nokta itibarıyla neşv-ü nema bulduğu toprakları da sosyal, ahlakî olarak çökertmiş, kendi enkazı altında kalmayı tabiri caizse kendi kendine dikte etmiştir. Bu zamana kadar İslam toplumu kendi yenilerini kendi modernitelerini üreterek yaşamıştır. Bugün de yapılacak olan şey; Müslümanların kendi modernitelerini oluşturmaları, yine ve yeniden insanlığın, medeniyetin İslam’da olduğunu hem kendine hem de dünyaya gösterebilmek…
Ahir zamanın son demlerini yaşayan dünya gayri insanîlikte çığır açarken, iman nimetine mazhar kutlu iman ehline düşen, Allah’tan yana tavır alıp zamanın kendine emanet olduğunun bilincine varmak, o bilinci ruhunun her zerresine hissettirip bu ümmet için ömrünü heba eden, çile çeken cevher şahsiyetlerin, kutlu insanların çekim alanına girmek, o yolda toprak olmak, taş olmak, onlarla beraber gerektiğinde tozu dumana katabilmektir…