Küreselleşme denen bir kavram iyice hayatımıza girdi. Küreselleşme dünyanın küçülmesi bir köye dönmesi demek... Dünya yine aynı büyüklükte ama insanlar cinler gibi ışınsal varlıklara döndü. Teknolojinin getirdiği yenilikler sayesinde dünya bir köy gibi oldu.
Hani köyde bir düğün olsa bütün köylüye davetiye gider herkes o düğünden haberdar olur. Davulun zurnanın sesi her yandan duyulur. Yine bir ölüm olayı olsa, salâsı bütün köyden duyulur. Birinin bir oğlu kızı olsa, birini başına bir hâl gelse her kes tarafından bilinir.
Şimdi dünyanın hâline bir bakın. Aynen öyle değil mi? Evlerde uydudan yayın yapan TV kanalları var. Hangi ülkenin, hangi bölgenin, hangi şehrin gündemini takip etmek istiyorsan elindeki kumandanın tuşlarına dokunman yeterli. Hemen o memleketin ahvali ekranda. Yine internet aracılılığıyla her memleketin bilgilerine anında ulaşabilirsin. Cep telefonları, görüntülü konuşmalar, msn ile evine bir İngiliz'i bir Fransız'ı bir Japon'u davet edebilirsin. Onunla hasbıhal edebilirsin. Yeter ki dil sorunun olmasın.
Hızlı ulaşım imkânlarıyla çok uzak ülkelere kısa sürede seyahat edebilirsin. Bir semtten bir semte gider gibi bir ülkeden bir ülkeye gidebilir ve işini halledip akşam evine dönebilirsin. İşte bu yakınlaşma ya küreselleşme deniyor. Şimdi bu küreselleşmeden kaçış da mümkün değil, çünkü bu dünyanın geldiği mecburi bir istikamet...
Bunun faydaları da var zararları da. Ama eğer kendimizi ve çevremizi koruyacak önlemler almaz isek zararları hesap edilmeyecek kadar vahim. Niçin zararlı biraz açalım isterseniz...
Küreselleşmenin en önemli aktörü iletişim teknolojisi ve özellikle medyadır. Medya bize enformasyon imkânı sağlar. Bu çağın bir adı da enformasyon çağıdır. Yani bizi bütün olan bitenlerden haberdar eder bilgilendirir. Biz ne güzel bütün dünya hakkında bilgi sahibi oluyoruz, bütün haberleri izliyoruz diye sevinir, kendimizi şanslı hissederiz. Ama, aması var işte… Bilgi almanın kötü olan yeri neresi diyebilirsiniz. Bilgi almak bilgili olmak şüphesiz güzel bir şeydir. İslâm dinide bunun karşısında değil aksine yanındadır. Hep ilme okumaya, düşünmeye teşvik eder ve hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu der. Bir âlim kişiyi bir âlemle eş değer tutar ve bir âlimin ölümü âlemin ölümü gibi görür.
Şu var ki haber aldığımız her şey duyduğumuz öğrendiğimiz her malumatın doğruluk değeri önemlidir. Buna bilginin epistemik yani bilimsel değeri denir. Bu önemli bir kavramdır. Bu gün insanlık internet ve medya aracılığıyla bilgi sağanağına yakalanmıştır. Ne doğru ne yanlış hangisini alıp kabul edip onunla amel edelim hangi bilgiyi atalım. Bunun ölçüsünü bilmeyince bilgilenmek fayda değil zarar getirir. Böyle olunca da bu zamanda;" Söylediğine değil, söyleyene bak" özlü sözü bugün son derece önem kazanmıştır.
Evet, bu çağda bilginin kendisinden önce geldiği kaynak son derece önem kazanmıştır. Şeytan da insana zaman zaman doğru gibi gelen şeyler fısıldayabilir. Ama onun arkasında mutlaka hain bir planı vardır. Bir savaş esnasında Düşman da insana bilgi yollayabilir. Ama bu bilgi sadece yanıltmaya matuftur. O nedenle bu gün bilginin kendisinden ziyade geldiği kaynak çok önemlidir.
Dünyayı bilgilendiren haber kaynaklarına baktığımızda ABD veya Batı'nın güdümündeki haber ajanslarını görüyoruz. Ve bu yayın organları küresel ölçekte ticaret yapan dev şirketlerin elinde…
Dünya çapında servis yapan haber ajansları sınırlı sayıdadır. Bu ajanslardan, Reuter, AP, AFP gibi 4-5 ajans dünyadaki haber servisinin %90'ını ellerinde tutmaktadırlar. Bu ajansların tümü Batı kaynaklıdır. Öncelikle bütün haberler Batının bakış tarzıyla ele alınmaktadır. Ayrıca ABD gibi dünya düzeninin sağlama iddiasındaki ülkelerin bu haberlerin içeriğinin oluşması üzerindeki etkisi çok önemlidir. Uluslararası şirketler de kendi çıkarları doğrultusunda haberleri gerek bizzat medyaya sahip olarak, gerekse reklâm veren olarak elinde bulundurduğu reklâm gücüyle etkileyebilmektedirler. Özellikle İslâm'la ilgili iletilen haberler buna en önemli örnektir. Bu tip haberlerin çoğu Batılı ajanslar tarafından kendi bakış tarzlarıyla, formatlanmış olarak dünya medyasına sunulur. Ülkelerinde televizyonları seyreden veya gazeteleri okuyan milyarlarca insan bu haberleri gerçeğin kendisi olarak sanır.
En yakın tarihten örnek verecek olursak, ABD ve Saddam örneği. ABD Irak'a niye girdi. Kimyasal silah var diye ve Irak halkını Saddam'ın zulmünden kurtarmak için bir kahraman olarak. Amerikan ve Avrupa kamuoyunun desteğini almadan bu savaşı açması mümkün müydü? Hayır… Bu koca aldatmacayı, yalanı nasıl başardı? Medya desteği ile.
Gelinen sonuç son derece vahim. Halk şimdi aldatıldığını anladı ama onca olan biten ve ölenden sonra. İşte medyanın gücü... Komünizm tehlikesinin geçmesinden sonra ABD emperyalist emellerini devam ettirebilmesi için karşısına bir gücü tehlike olarak alması gerekiyordu. O İslâm'ı aldı. Dünyayı radikal İslâm tehlikesinden ve sözde İslâm'ı terörden kurtarmak için dünya çapında kurtarıcılığa yöneldi. Bütün İslâm ülkelerinde bu nedenle sözde radikal İslâm'ı isteyen halklar ile ABD güdümlü hükümetler arasında ciddi örtülü savaşlar yaşanmakta. Bu savaşların en önemli aktörü medya.
Küreselleşmenin ikinci önemli zararı: İletişim teknolojisindeki gelişmeler, farklı kültürel oluşumlara da imkân tanımıyor. Aksine dünya çapında tek bir kültürün oluşumuna katkıda bulunuyor. Bunun tipik örnekleri, dünyanın hemen her ülkesinde görülebilecek olan televizyon yayınları, standartlaşmış film ve programlarla, tek bir dil kullanan bilgisayarlar. Enformasyon teknikleri tek merkezden yönlendirilen bir kültür ve eğlence pazarının doğmasını sağlamakta. Bu vakıa, insanların kendi kültürel çevreleriyle ve tarihi yapılarıyla irtibatını kopararak o kültürlerin hızla yok olmasına sebep olmakta.
Ülkemizden örnek verecek olursak, yeme, içme giyinme eğlenme, müzik dinleme kültürümüz, 30-40 sene öncesine kıyasla ne kadar değişti. Ne kadar batı ya benzedik farkında mısınız? Bu durum bütün dünya milletleri için geçerli hepsi de Batı'ya benzediler. Dikkat edin, Dünya televizyonlarında ki programlar büyük ölçüde ABD ve Hollywood kaynaklı. İşte nerdeyse yarım asırdır, Amerikan kültürü ve hayat tarzı tüm dünyada televizyon vasıtasıyla yaygınlaştırıldı. Bu kültürel tekbiçimcilikten en muhafazakâr ve kapalı toplumlar bile kurtulamadılar.
Sonuç olarak diyebiliriz ki enformasyon teknolojisindeki gelişmeye bağlı olarak meydana gelen küreselleşme olgusunun en tehlikeli yanı batı kültürünün bütün kültürleri etkisi altına alarak silikleştirmesi ve homojen bir kültür yapısı meydana getirmesidir. Kısaca bu önemli konuda bir giriş yaptıktan sonra şimdi küreselleşmeyle bizi başka nelerin beklediğine bakalım..
Küreselleşmenin insanlığı nasıl bir sona sürüklediğini Samuel P. Huntington, "Medeniyetler Çatışması" teziyle şöyle söylüyor: "Yenidünya´da mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacaktır. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hâkim mücadele kaynağı kültürel olacaktır. Millî devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak, fakat global politikanın asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek. Medeniyetlerin çatışması global politikaya hâkim olacak. Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin muharebe hatlarını teşkil edecek. Medeniyetler arasındaki mücadele modern dünyadaki mücadelenin evrimine nihai safha olacak." ( Huntington;1993:33)
Yani, Yenidünya'daki çatışmanın, ideolojik ya da ekonomik çatışmalar etrafında odaklanmayıp, farklı medeniyetlere ait milletler ve gruplar arasında ortaya çıkacağını ve böylece küresel politikalara medeniyetler arası çatışmaların hâkim olacağını ileri sürüyor. Daha önceki çalışmalarında (Huntington;1995:31-52) Konfüçyüs mezhebi ve İslâmî demokrasiye en önemli iki düşman olarak Huntington'a göre, gelecek yüzyılda medeniyetler arasındaki bu derin ve köklü çatışma, dünyanın üç büyük medeniyeti arasında olacaktır: Hıristiyan-Batı, İslâm-Doğu ve Konfüçyen-Doğu Medeniyeti.
Bu öngörüden çıkan neticeyi özetlemek gerekirse, bu yüzyılda, İslâm medeniyeti, Hıristiyan batı medeniyeti ve bir de doğuda konfüçyen doğu medeniyeti arasında bir hesaplaşma ve belki çatışma olacak. Küreselleşme olgusu medeniyetleri biri birine yaklaştırdı... Bu yakınlaşma hem bir çatışmanın hem de bir yarışmanın müsebbibi olacaktır. Bizler bu potansiyel çatışmayı önce yarışmaya dönüştürüp sonrada bu yarışmadan kazançlı çıkabiliriz. Bunun için batı kültürüne karşı direnecek hatta kendi kültürümüzü hâkim kültür hâline getirecek şekilde çalışmalar yapmaya ihtiyacımız var. Bunun için yeterli entelektüel ve fikri güce sahibiz. Zira güçlü bir kültürümüz, güçlü bir dinimiz var. Bütün bu değerlerimizi tanıyıp tanıtabilirsek medeniyetler arası yarışmanın galibi olabilir ve İslâm'ın batıdan doğuşuna öncülük edebiliriz.
Şimdi bizim için en önemli rakip olan, Hıristiyan batı medeniyetinin bugünkü durumuna kısaca bir bakalım. Batıda Hıristiyanlığının sembolik bir anlamı vardır. Sadece küresel politikalarda işe yarar. Yani batı Hıristiyanlığı şimdiye kadar hep bir sömürü aracı olarak kullanmıştır. Ve Hıristiyanlık batılının dünyalık dinidir. Hıristiyanlığın batılının günlük hayatında hiç yeri ve önemi yoktur. Bunun tek sebebi Batılının dinden uzak olması değil, Hıristiyanlığın bu günkü hâliyle batılı insanları hiçbir yönden tatmin edememesiyle ve hiçbir ihtiyaçlarına cevap verememesiyle alakalıdır. Batılının kiliseyle ilgili geçmişte yaşadığı çok acı tecrübeleri vardır. Ortaçağ kilisesini ve yaptıklarını bir hatırlayın. Cennetten arazi satmalar, engizisyon mahkemelerinde ilim adamlarını süründürmeler hapsetmeler.
Batılı kilisenin bu baskısından kurtulmak için ne mücadeleler verdi ve en sonunda dini devlet işlerinden ayırmak suretiyle kilisenin zulmünden kendini kurtardı. Laiklik ilkesi bu sebeple çıkmıştır.
İslâm'da ise bilim adamları asla horlanmamış, ne İslâm ne Kur'ân ne de Hz. Peygamber ilmin, gelişmenin karşısında bir söz söylememiştir. Aksine hep teşvik etmiştir. Dolayısıyla Hıristiyan Batının karanlık orta çağı gibi Müslümanların bir karanlık ortaçağları yoktur. Orta çağ İslâm âlemi için her yönden altın bir çağdır. O çağda Hz. Peygamber dünyaya teşrif etmiş, sahabeler o çağda yaşamış, Arabistan'dan Afrika'ya, orta Asya'ya ve Avrupa'ya kadar coğrafyalar içinde çok büyük İslâm devletleri kurulmuş ve her tarafa adalet, hoşgörü, insan hakları, ilim ve medeniyet götürmüşlerdir. Endülüs Medeniyeti, Selçuklu Medeniyeti ve Osmanlı Medeniyeti de bunlara dâhil...
Batılı bilim adamlarını da itiraflarıyla, İbn-i Sina, Ali Kuşçu, Harizmi,..v.s. gibi bir çok İslâm âlimi batıdaki aydınlanmanın ilk muharrik güçleri olmuştur. Yukarıda dedik ya: Bilgi bazı formatlarla dezenformasyona uğratılarak verilmiştir. Aynı el çabukluğu ile İslâm da Hıristiyanlığın orta çağına dahil edilmiştir ki alakası yoktur..
Yine küreselleşmenin bir sonucu olarak batı ya ait yönetim şeklinin tüm dünyaya daha iyisi yok diye dayatılmasıdır. Yani, Batı Fukuyama'nın tespitiyle "liberal demokrasiyi "tek çıkış noktası ve tarihin sonu olarak görüyor. Eğer tarihin sonu buysa hiçte iç açıcı bir durumla karşı karşıya değiliz. Çünkü Batı tam bir ahlâki çöküş içinde. Nesilleri kurumuş. Mutsuz ve huzursuz insanlar. Almanya izlenimini anlatan bir kardeşimizin tespitiyle acınacak, ağlanacak durumdalar. Alman halkı için "Ben çocuklardan başka gülen kimseye rastlamadım. Biz fakiriz ama mutluyuz. Bunlar zenginlik içinde ama mutsuz", demişti. Yine Almanya terzilikle uğraşan bir kardeşimi ziyaretimde şunları nakletti "Annem burada terzilik yapıyor. Kendisi Anadoludan gelen ve samimi ve hoşsohbet bir insandır. Gelen müşteriler annemin yanında biraz daha kalıp sohbet etmek için değişik yöntemlere başvuruyorlar. Bazılarının kendi elbiselerini söküp söküp getirdiğine şahit olduk. Çünkü onları ne dileyen var, nede konuşacakları biri..."
Alexi Carel'de aynı şeyleri söylemiş. Nobel ödüllü Fransız yazar. Ve batı' da ki hayat tarzına ciddi eleştiriler de bulunmuştur.."İnsan Denen Meçhul" adlı eserinde: Batının içinde bulunduğu bugünkü duruma ciddi eleştiriler getirmiştir. Meselâ: Bizler insanı ihmâl ettik. Bütün çabamızı cansızlar ilmine verdik. Makine ilminde ve teknolojiden yaptığımız ilerlemeler, bizi daha mutlu etmedi. O zaman yeni gelişmeler için parmak oynatmaya bile değmez. Ekonomiye verdiğimiz önemi insan ruh sağlığına vermedik.
Ve insanlarımız insanlık yönüyle acınacak durumda diyor. Ve kurtuluş için yine dine dönmek gerektiğini söylüyor.
Sonuç olarak diyeceğimiz şu ki, medyanın gücü ortadadır. Bizler yanlış bilgilendirilmekten ve yanlış yönlendirilmekten korkmalıyız ve takip edeceğimiz yayın organlarınızı iyi seçmeliyiz.
Feyz Dergisi bu tehlikenin farkında olarak, haber toplamakta veya bilgi sunmaktadır. Bu bilgi dezenformasyonu insanı ilgilendiren bilgilerin tümünde söz konusudur. Dikkatli olalım…
Allah'a emanet olun.