Peygamber Efendimiz (sav)'in Vefatları

  Hicretin onuncu yılı Zilhicce ayında zaman, Milâdî 632 yılını gösterirken Arap yarımadasında telaşlı bir hareketlilik göze çarpmaktadır. Vahyin gelişinin son zamanlarına isabet eden bu günler, İslam âlemi için çok farklı mesajları da içinde barındırmaktadır. Çünkü Şanlı Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ashabı, yaklaşık 120 bin kişilik bir katılımla Kâbeyi ziyaret ediyor ve hac vazifesini yapıyorlardı. Orada bir hutbe irad eden Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu haccı ve hutbesinin son veda olduğunu kim nereden bilecekti ki? Evet, bu haccın ismi daha sonra Müslümanlarca; Veda Haccı olarak ve insan hakları açısından köşe taşı niteliğinde olan bu hutbe de; Veda Hutbesi diye anılacaktır.

".... Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim..." (1) ayeti ve "Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduğunu gördüğün zaman, Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile, çünkü o, tövbeleri çokça kabul edendir". (2) ayetleri nazil olduğunda; bu ilahi mesajın ne anlama geldiğini ilk anlayanlardan birisi Hz. Ebu Bekir (ra) dı ve çok mahzun olmuştu. Cebrail (as) Peygamber Efendimizle her sene o zamana kadar nazil olan ayetleri okumak üzere senede bir kez gelirdi. Bu yıl, iki defa gelip Kur'ân-ı Kerimi iki defa baştan sona okumuşlardı.

Veda haccı'ndan sonra; henüz üç ay geçmemişti ki, 19 yaşında olmasına rağmen Üsame b. Zeyd (r.a) bizzat Peygamberimiz tarafından İslam Ordularının başına komutan olarak tayin edilmiştir. Bizans üzerine sevk ile görevlendirilen Hz. Üsameye annesi; oğlum bu günlerde Medine'den fazla uzaklaşma, Hz. Peygamber rahatsızdır diyordu. Çünkü Rasulullah (sav.) ateşli bir humma hastalığına yakalanmıştı. Nitekim Ayeti Kerimede ; "Ey Muhammed! Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar?" (3) diye buyrulmuyor muydu?

İşte Hakkın fermanına teslim olan Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de gelişen bu hadiseler karşısında, yavaş yavaş gideceği yere hazırlık yapıyordu. Hicretin 11'nci yılı Safer ayının 19'uncu gecesi hastalığının ilerlemekte olduğunu fark etti. Sonra Cennetül Baki mezarlığını ve Uhud şehitlerini ziyaret etti. Kabir ehline; "Yakında biz de aranızda olacağız..." diyerek, çok sevdiği ve merhamet ettiği ümmetinden ayrılık vaktinin yakın olduğuna dair ashabına mesajlar veriyordu. Cennetül Bakiden döndükten sonra Hz. Muhammed"in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rahatsızlığının şiddetlendirerek biraz daha artması, O'nu daha da bitkin hale düşürmüştür. Bu göstergelerin hepsi, kâinat yüzü suyu hürmetine yaratılan Sevgili Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, büyük veda'ya hazırlandığının işaretçisiydi. Sahabeler ise istenmeyen sona gelindiğini anlıyorlar ve endişe ediyorlardı…

Nitekim tarihler Hicrî 11. yılın Rebiülevvel ayının on biri, Pazar gününü gösterdiğinde vakit ilerlemiştir. Kâinatın en sevgilisi Hz. Muhammed (sav.) yatağında ve yüksek ateşler içindedir. Tüm Ezvac-ı Tahirat etrafında bulunmakta ve başucunda da Hz. Aişe annemiz oturmaktadır. Haneyi Saadet üzgündür. Dostlardan başkasına kapılar, yavaş yavaş kapanmaktadır. Ezvac-ı Tahirat kendi aralarında istişare ederek Peygamberimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Aişenin yanında kalmasına karar verirler. Böylece; Aişenin goncasının son günleri, bizzat yine Onun yanında ve ilgisinde geçecektir… İki cihanın Sevgilisi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); kızı Fâtıma'yı yanına çağırıp, onu sol tarafına oturtmuş ve gizlice bir şeyler anlattığında, Hz. Fâtıma'ya büyük bir hüzün ve keder çökmüştür. Gözyaşlarını tutamayan bu güzide kızını teselli etmek ise yine, Peygamber Efendimize düşmüştür. İkinci kez kulağına söylenen bir sözle bu defa, gözyaşlarının yerini gülümseme ve bir sevinç hâkim olmuştur. Bunun hikmeti kendisine sorulduğunda babam bana bir sır verdi onun sırrını açıklayamam diye cevaplamıştır. Daha sonra; Hz. Âişeye önce bana "pek yakında dünyadan ve benden ayrılacağını" söyledi ve ben buna dayanamadığım için ağladım. "Sonrasında ise "ailem içinden bana ilk kavuşan sen olacaksın" deyince de sevindim (4) diyecektir. Nitekim Peygamber Efendimizden sonra onun ayrılığına sadece 6 ay dayanabilecek ve genç yaşta sevgili babasına kavuşacaktır…

Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) daha sonra Hz. Bilal'e; "Halka ilân et, Mescid'de toplansınlar, onlara vasiyet etmek istiyorum diyecektir. Hz. Bilal, emri yerine getirir ve Onun hastalığının şiddetlendiğini gören Ensar, Mescidi Nebevi'de toplanırlar. Fadl b. Abbas ve Ali b. Ebi Talibin desteği ile onca baş ağrısına rağmen, İki cihanın gülü olan Sevgili Efendimiz güçlükle ayağa kalkarak mescide gitmiş olup, ancak minbere oturmak suretiyle ashabına seslenebilmiştir. Allah'a hamd ve senadan sonra; "Ey nas! Duydum ki, siz peygamberinizin ölmesinden korkuyormuşsunuz. Allah'ın benden önce gönderdiği peygamberlerden ebedî yaşayan biri var mı ki, ben sizin içinizde ebedî kalayım? Bilesiniz ki, elbette ben Rabbime kavuşacağım, siz de bana ulaşacaksınız..." "Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır. Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun."Birinizin malını almışsam, gelsin hakkını alsın..." (5) diyerek ashabı ile tek tek helalleşmiştir. Bu manzara karşısında çok duygusal anlar yaşanmış ve nihayetinde ortalığa hazin bir sükût çökmüştür…

Büyük Nebi, hastalığının ilk günlerinde mescide gelip, ashabına namaz kıldırabiliyorken, takvimler 8 Rebiülevvel Perşembe gününü gösterdiği bir akşam vaktinde iyice artan rahatsızlığı sonrasında, imamlık görevi Hz. Peygamber'in emri ile Hz. Ebûbekir'e verilmiştir. Hastalığının 8 Haziran'a rastladığı Rebiülevvel ayının Pazartesi sabahı, hastalığı biraz hafiflemiştir. Sabah namazında Mescide çıkacak gücü kendinde bulmuş ve Hz. Ebu Bekir'in (r.a.) arkasında namazını kılmıştır. Daha sonra odasına dönünce tekrar halsizleşir. Vakit kuşluk vaktine geldiğinde, her gün olduğu gibi babasının ziyaretine gelen Hz. Fatıma'nın, bu hüzün dolu manzara karşısında âdeta yüreği dağlanır. Efendimizi bağrına basarak; "Vay! Babamın çektiği ıztıraba" diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başlar ve "Kim bilir ne acılar çekiyor babacığım" diye üzüntüsünü dile getirir. Kâinatın güzel gülü olan Efendimiz; "Babacığının sevgili kuzusu, bu günden sonra babacığın hiçbir zaman acı çekmeyecektir..." (6) cevabını vermiştir.

Bu vuslat hazırlığı, ahiret hayatına yolculuğun ilk basamağı ve hayata veda etmenin sessiz habercisidir. Allah'ın (Celle Celalühü) sevgilisine olan dünyadaki son davetidir. Kuranı Kerim; "Her nefis ölümü tadıcıdır." (7) buyurmaktadır. Hiçbir insan bu ilahi hükümden istisna olmadığı gibi, gönüllerin sevgilisi Peygamber Efendimizde bundan müstesna tutulmamıştır. Allah'a kavuşma ve ebedi hayatın bir başlangıcı olarak, hayat ile ölüm arasındaki uçsuz bucaksız gibi görünen mesafe son buluyordu artık. Kutlu Nebimiz, gözbebeğimiz, Aişenin goncası artık yapraklarını döküyordu. Kâinatın güzel kokulu gülü, yine onun kollarında soluyordu. Başka bir âlem onu koynuna alıyordu. Nöbet değişimi sırası gelmişti dünyanın. Bu tarafta kalanlar söz konusu hüzünlü veda'yı hiç istemeseler de zaman, emaneti devretme zamanıydı! Takvimler 13 Rebiülevvel (8 Haziran 632) Pazartesi gününü işaret ederken yaşı tam 63 idi. Mübarek başı, Hz. Aişe validemizin göğsüne yaslanmış bir vaziyetteydi. Nefes alıp vermekte güçlük çekerken mübarek bedeni, dili de; "Allah'ım! Beni, Refik-i A'lâya ulaştır" diyor ve göz pınarlarından birkaç damla yaş akarken ruhunu rabbine teslim ediyordu…

Kâinat yüzü suyu hürmetine yaratılan, o kutlu Nebi, Rabbimizin davetine icabet ederek aramızdan ayrılmıştır. Artık dünya Onsuz daha bir öksüzdür. Tesellimiz ise; mübarek ruhlarının aramızda olması ve biz yetimlerinin ruhlarını okşuyor olmasıdır. Biz ona tabi olmaya devam ettiğimiz sürece de gönüllerimizi okşamaya devam edecek oluşudur. Aradan geçen asırlar onun unutturmamış, bilakis gönüllerin sevgilisine olan özlem ve hasretimizi daha da artmıştır. Burun kemiklerimizi sızlatan, yüreklerimizi burkan ve içimizi yakan bu hüzünlü veda, ölümün kaçınılmaz mutlak bir son olduğunun da açık bir vesikası hükmünde değimlidir sizce de?

Kâinatın Fahri (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kutlu veda ile aramızdan ayrılırken, geride yine kutlu emanetler bırakmıştır. Mübarek sözlerinde; "Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi Allah'ın Kitabı'dır. Onda nur ve hidayet vardır. Allah'ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım…" (8) buyurmuştur.

Veda haccında yaptığı bu vasiyet gereğince; ancak, Kuran-ı Kerim'e, Ehl-i Beytine ve Sünneti Seniyyesine sımsıkı sarılıp ashabının yolundan gidebilirsek, Peygamber Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emanetlerine sahip çıkmış sayılırız…

Yüce Mevla'mız bizleri Habibine (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lâyık ümmetlerden eylesin. Binlerce salât ve selam O'nun, âl ve ashabının üzerine olsun.

  İsa DİKMENLİ / e-mail: isadikmenli@hotmail.com

KAYNAKLAR;
1- Maide; 3, 2- Nasr;1- 3, 3- Enbiya; 33, 4- Tabakât, 2:247; Buharî, 3:92; Müslim, 4:1904, 5- Tabakât, 2:255; Taberî, 3:191, 6- Tabakât, 2:254, 7- Enbiya ;34, 8- Müslim.