Neden bu konunun üzerinde durmak istedim? Çünkü Müslümanların zeki insanlara çok ihtiyacı var ve bu zeki insanların büyük bir çoğunluğu başka bahçelerde dolaşıyor. Ve zekâları ile birçok insanı da aynı yerlere peşinden sürüklüyor. Çünkü insanlar, zeki insanlara değer verir ve onlara danışmak, onların yanında olmak, en önemlisi de, onlara kendisini sevdirmek ve onlar gibi yaşamak ister. Bu sebeple zekî insanlar kesinlikle çok özeldir. Bu insanlardan sadece bir tanesi İslam'a kazandırıldığında, peşinden binlerce insanı tek başına doğru yola çekebilir. Bu, büyük bir lütuftur. Sizce de öyle değil mi? Zira araştırmacılar, zekâyı; teorik, mekanik ve sosyal olarak üçe ayırdığı gibi, duygusal zekayı da; duyguların farkında olunması, ifade edilmesi ve başkalarının duygularının farkında olunması olarak üç duygusal yetkinlik alanı ile ifade etmektedir. O halde bunlara sahip olan insana gerçekten imrenilir.
Zeki insanların bilgileri ve kritik yapma yeteneği, diğer insanlardan daha fazla gelişmiştir. Dolayısı ile titiz olurlar. Zekâlarına ve bilgilerine güvenmek zorunda kalırlar. Buna bağlı olarak, kılı kırk yarıp her olaya her açıdan bakıp değerlendirmek zorunda kalırlar. Bir eleştiri aldıkları anda, kendilerine yöneltilen tezleri çürütmek için tüm bildiklerinin tatbikini yaparlar. Zira karşılarındaki insanın tezini çürüttükleri müddetçe, haklı çıktıklarını zannederek tatmin olurlar. Zeki insanlar bu özelliklerinden ötürü, karşılarındaki insanın haklı olduğunu bildikleri halde onu haksız çıkarabilecek kadar ilme ve keskin zekaya sahiptirler. Bunların hepsi zeki bir insanın, olması gereken değil, ama standart tepkileridir.
Peki, bu zeki insanların içinde, İslam'ı yaşamamak için sürekli kıvıran kişilere ne demeli. Bunlara da bir nevi fanatik diyebiliriz. Böyle bir insan, aklını, ilmini devreye sokmadan, kulağı sağır edercesine, gözü kör edercesine, işine gelmenin kulu kölesi olarak yaşar. Örneğin, bir insan düşünün ki, çevresi elit, ama Müslüman gibi yaşamayan insanlardan oluşuyor. Böyle çevreye sahip olan kişi Müslüman gibi yaşamaya niyetlendiği anda, bu çevresi tarafından "dinci, gerici, yobaz... vs." olarak etiketlendirilme korkusu yaşar. Bu çevre tarafından dışlanma endişesine kapılır. Maddi ve manevi menfaatlerinin kayba uğrayacağını düşünür. Müslüman gibi yaşaması, menfaatleri ile çatışacağı için tercihte ikileme düşer. Tam burada imtihan başlar. Tercihini halktan yana kullanırsa, Allah'ın kulu değil, halkın kulu olur. İşte ne hikmetse, zeki olduğunu iddia eden bu tür insanların, her yerde kullandığı zekâsı burada devre dışı kalıyor. Neden ? Çünkü sadece zeki olmak yeterli değildir. Zeka denen şey bizim ne işimize yarar? Çok para kazanmaya, fazla şeye sahip olmaya, şöhret olmaya mı? Mutlu olmak için bunlar yeterlimi.? Hayır. Çünkü zekâ, "Dünyaya niye geldim, nereye gideceğim…" sorusun cevabını bulmadan huzura ulaşamaz. Mademki sonsuz yaşama isteği içimizde var, o halde zekî bir insan, "dünya ve ahretimi düşünmem gerekiyor." demelidir. Yoksa süper zeki olmanın kime ne faydası olacak.
Bu tanımladığımız zeki insanda ya itikadî münafıklık ya da amelî münafıklık vardır. Şayet itikadî münafıklık varsa, Allah muhafaza, hali perişandır. Kendisinde hangi tür münafıklık olduğuna dair kararı, çok güvendiği zekâsı ile düşünüp bulması gerekir. Ve konuyu sübjektif mükellefiyet olarak ele aldığımızda da, sorumluluk tamamen kendisine ait olduğu gibi, "Yok şartlarım şöyleydi de, yok işim böyleydi de, yok çevrem öyleydi de, yok o ayetin manası şuydu da..." şeklindeki bahaneleri de, kendisinin Allah'a karşı olan kulluk sorumluğunu kaldırmaya asla yetmeyecektir. Artık, kendi tercihidir.
Aklıselim olarak düşünemeyen bir insan, daha ziyade duyguları ile hareket etmek zorunda kalacağı için, dengesiz davranır. Bu da o insanı en fazla ne kadar mutlu edebilir ki? Şayet insan aklıselim değilse, artık böyle bir insan Einstein'lar gibi zekî, Bill Gates'ler gibi hem zengin hem zekî olsa bile, aklını devreye sokmadığı müddetçe iman etmez. Kendi egosunu tatmin etmek için, sokaktaki cahilin aklını karıştırmakla ömrünü boşa harcayan bir insan olarak yaşar ve gider.
Peki, çevremizde zekî diye nitelendirdiğimiz ve özünde gerçekten harika olan kimi insanlar neden böyle. Benim tespitime göre iki nedeni var. Birincisi; ilmini pratiğe dökememesidir ki bunun en belirgin sebebi, ilmi arttıkça, aklıselim insanlarla diyalog kurmayı nefsine yedirememesidir. Bu inadı, onun takıntısını çözebilen bir insanla karşılaşmasını engeller. Bu sebebin içerisinde birçok konu var tabi. Münafık olabilir, imanı zayıf olabilir, nefsine yenik düşebilir vs. Sonuçta, takıntılarını çözebilecek birinden kaçması, Allah'ın onun için murad ettiği hidayet kapısının açılmasını engelleyebilir. Zeki bir insanın en önemli beklentisi, marş motorunu çalıştıracak bir söz duymaktır. Zeki bir insan tüm açlığıyla, kendi zekâsına hitab edecek kadar zeki birinden zekice bir söz ya da sohbet bekler. Çünkü kendisi zekidir ve bu yüzden de nazlıdır. Zeki olmayan birisi ona İslam'ı yaşatamaz. Kendisinden daha az zeki olan birisinin, kendi zekâsının üzerinde bir fikir beyan etmesinden rahatsız olur. İşte bu takıntıları çözecek olan insanlar da, ilmi ile amel edebilen Salih insanlardır.
İkincisi; Düşünce kalıpları değişmeli. Buna önyargı da diyebiliriz. Anlatılanı, kıyma makinesinden çıkan et gibi kendi kafasındaki süzgeçten geçirmekten vazgeçmeli. Allah ve Resulünün verdiği süzgeci kullanmalı. Neden ? Çünkü hiç bir peygamberden, zekîliğin zıddına bir davranışın ortaya çıkmamış olması, peygamberlerde bu sıfatın olduğunu ispat eder. Üstelik her peygamberin, kendilerine inanmayanların birçoklarınca da akıllı kimse olarak kabul ve tasdik edilmeleri, bu hakikatin açık delilidir. Mesela Hz. Muhammed (s.a.s.)'in daha peygamberlikten önce, Kâbe'nin inşaası sırasında, Hâcer-ül Esved'in yerine konmasından doğan ihtilafta, hakem olarak gösterdiği çözüm önektir. Demek ki, şayet bir ön yargı, inat ve kasıt yoksa, kişinin Hz. Peygambere iman etmesi akıllı olduğunun delilidir.
Fakat burada bir püf noktası var ki, buna şaşmamak benim için mümkün değil. Be zekî kardeşim, sen Allah'tan (hâşâ) daha zeki bir insanın ortaya çıkıp, seni Allah'ın ayetlerinden daha fazla etkileyecek bir söz söylemesini mi bekliyorsun! Ya da sana zekice bir şeyler söyleyip de seni gaza getirecek birini…?". Veya anlayamadığın konuları Cebrail(as) mi gelip kulağına üfleyecek…? Bir insan gerçekten zeki ise, Kur-an'ın mealini daha yarılamadan, kitabı kapatıp namaza başlar. İnsan olarak da Resulullah'tan daha mükemmel bir insanı beklemesinin hayal olduğunu görür. Allah ve Resulü'nün bildirdiği ile hala İslam'ı yaşamak için o yana bu yana bakınıp duran bir insan, köydeki "Hatca ana" kadar aklını kullanmamıştır. Zeki bir insan düşünün ki, bir tarafta Allah konuşuyor, diğer tarafta ise zeki olduğunu iddia eden bir insan, dolu dolu zekâsı ile hala düşünüyor. "Acaba ne yapsam, ne zaman başlasam, şu şu konuların cevabı hala aklıma yatmadı…" diye mırıldanıp duruyor. Zeki olduğunu düşünen bir insan, Allah'ın bildirdiklerini okuduğu halde hala ellerini cebine sokup da ağzı açık halde boğaz köprüsünü seyrediyorsa, kendisini hangi kriterlere göre zeki sınıfına dâhil ettiğini sorgulamalıdır. Oysa köydeki Hatca ana o cahilliği ile bir defa bile namaz aksatmıyor. Buna iman denir işte. Bu da sadece ilimle olmaz. Görmediğin Allah'a itaat etmekle olur. Çünkü akıl objektif, zekâ ise sübjektiftir. Bu sebeple, akıl olmadan veya varsa kullanılmadan sadece zekâ ile Allah'a ulaşılmaz. Yani örneklemek gerekirse, zekâ bilgisayarın kendisi, akıl ise onu kullanan operatördür. Adam profesör, yani zekî, fakat ineğe tapıyor. O halde sorunu ne? Sorun şu ki, delikanlı ve aklıselim insanların işidir; MÜSLÜMAN GİBİ YAŞAMAK.
Akıllı düşünene kadar, deli dağları aştı. Zeki olduğunu düşünüyorsa bir insan, Allah ve Resulünün dediği gibi yaşayan insanların en mükemmel insanlar olduğunu, ateistlerin bile dünyanın öbür ucundan gelerek adam gibi adam olan Mevlana gibi dehaları neden ziyaret ettiklerini çözebilmelidir. Bence her insan aklını kullanırsa deha olabilir. Zira dâhî olmanın en azı, Allah'ın rızasını kazanma yolunu keşfetmektir. Bir insan bu kısacık dünyadaki amacını Allah'ın rızasını kazanmaya endekslerse, o insan gerçek bir dahî'dir. Zeki bir insan, Allah'ın rızasına giden yola girdiğinde, o âlemi gördüğünde, işte o zaman onun zekâsı ve kişisel konumu asıl mecrasına ulaşmış olur. O zaman onun nazı sadece çevresindekilere değil, Allah'a da geçer. Zeki bir insan şayet iman ederse, kendisinin bile hayal edemeyeceği kadar güzel bir makama gelir. Sizler de pekala biliyorsunuz ki, kendi varlığının, düşüncelerinin ve eylemlerinin farkında olan tek yaratık insanoğludur. Çünkü insanoğluna, doğruya giden yolda eğrileri ayıklama becerisi verilmiştir. Zeki bir insan bu ayıklamayı yapmıyorsa, teşhis kendiliğinden ortaya çıkıyor. "İnat."
Zeki insanların büyük bir kısmı, ya birkaç ayete kafalarını takarak vakit öldürür ya da olur olmaz teferruatlara dalıp adeta çöplükten işe yarar bir şeyler arayan çöplükçü durumuna girer. Bu kategoride olup da hala inat edenler, Allah ve Resulünün bildirdiğinden daha etkili bir sözü duymayı bekleyedursun, ya da dünya literatürüne geçmiş nice evliyadan daha zeki olduklarını zannededursun, biz de onların Allah'tan yana tavır almaları için yüce Rabbimize dua ederek hizmetimize devam edelim.
Allah'a emanet olunuz.