Kur’an’da Öz Eleştiri Kavramı ve Yenilenme Sorumluluğu / Dr. Öğr. Üyesi Musa Turşak

Öz eleştiri nedir? Kur’an’da muhataba göre eleştiri çeşitleri söz konusu mudur?

Öz eleştiri, içe dönük yapılan bir eleştiridir. Kişinin kendi duygu, düşünce ve davranışlarını, çevresiyle kurduğu ilişki düzenini belli ölçütlere göre değerlendirip sorgulaması, hatalarını açıkça belirtmesidir. Birey ve toplumların gelişmesi açısından son derece önemli ve hatta zaruri olan öz eleştiri, eksiklikleri araştırıp bulma, ıslah ve ikmal etmek üzere daha iyisini yapma, yaptığı işin sağlamasını yapma, yeniden değerlendirme ve gözden geçirme sürecidir.

Öz eleştiri, kişinin tüm bakış, ilgi ve dikkatlerini, tabiri caiz ise tüm projeksiyonları kendine yöneltmesidir. Kendine yönelik değerlendirmede bir müfettiş mantığı ile eksikliklerini ve yanlışlarını objektif bir şekilde yakalayabilmesidir. Gerçeklerin hiçbirini karanlıkta bırakmadan, tüm çıplaklığı ile ortaya koyabilmesidir. Başkalarının yanılgılarından hareketle kendisinde de aynısı veya benzerinin olabileceğini göz önünde bulundurarak o yanılgılardan kendince ders çıkarmasıdır.

Öz eleştiri, kişinin kendisini keşfetmesidir. Kendi kapasitesini, yapabilirlik sınırlarını, güçlü ve zayıf yanlarını, neleri fark edip etmediğini, nasıl düşündüğünü, düşünce sisteminin doğru çalışıp çalışmadığını, karar vermede duygusal davranıp davranmadığını, kararlarındaki isabet oranını ve kararlılığını görebilmesidir. Kendi kendine konuşmakla, geçmişi ve anı değerlendirerek bunun üzerine sağlam bir gelecek inşa etmesidir.

Özet olarak öz eleştiri; “insanın, duygu, inanç, düşünce ve davranışlarını belli bir gerçeklik ve değerler tablosu içine yerleştirerek test etmesi, ölçmesi, süzgeçten geçirmesi ve değerlendirmesi; buna göre hayatını tüm yönleriyle sorgulayan kişinin, bu değerlerle örtüşmeyen ve çoğu zaman nefsin olumsuz özelliğinden kaynaklanan hatalarını itiraf etmesi, bunlardan dolayı yüreğinde hissettiği derin pişmanlığının göstergesi olarak bir an önce hatalarıyla arasına mesafe koyması ve hiçbir mazeretin arkasına sığınmadan kendisini düzeltip yenilemesidir.”

Eleştiri, belirli hedefler için belirli kurallarla geliştirilen bir davranış aracıdır. Eleştiri, hem Allah hem de insan kaynaklı olup bazen dışsal bazen de içsel olabilmektedir. Dışsal eleştiri, bir insanın, bir topluluğun veya bunların sahip olduğu mantıksız inanç ve düşüncelerinin bir başkası tarafından eleştirilmesidir. Kur’an-ı Kerim’de dışsal eleştiriye muhatap olanların, bazen en geniş yelpazede insan nev’ine, “Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”1 bazen de bir şahsa yönelik olduğunu görüyoruz: “Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.”2 Burada eleştiriye muhatap olan muayyen bir şahıstır. Rivâyetlere göre Âs b. Vail adındaki müşrik, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Kasım adındaki oğlu vefat edince “Onu bırakın, o soyu kesiktir.”3 demesi üzerine bu âyet nazil olmuştur.

Eleştirinin bireyden çok, çeşitli topluluklara yönelik olduğunu Kur’an’ın değişik ayetlerinde görmek mümkündür. Bu eleştirilerin; kimi zaman daha önce vahiy tecrübesine sahip olan ehl-i kitap diye tarif edilen Yahudi ve Hıristiyanlara yönelik olduğu görülmektedir: “Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?”4 Kimi zaman bu eleştirilerin görünürde Müslüman olup küfrünü gizleyen münafıklara, “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah’a ve ahiret gününe inandık» derler.”5 kimi zaman da uzun süre vahiy tecrübesinden mahrum kalıp bu arada sapkın inançlara sahip olan müşrik ve kafirlere yönelik olduğunu görmekteyiz: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır”6

Kur’an’ın içe dönük eleştirilerinin ise İslam’ın temel prensiplerini benimsediği halde bunları yerine getirmekte gevşek davranan Müslümanlara yönelik olduğu görülmektedir. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”7 Müfessirler bu ayetin nüzul sebeplerini bildirirken Allah Teâlâ’nın tenkid ettiği bu zaafların çeşitli biçimlerini ortaya koymuşlardır. İbn Abbas, “Cihad farz olmadan önce bazı Müslümanlar ‘Keşke Allah’ın en sevdiği ameli bilseydik. Onu hemen yapardık.’ diyorlardı. Fakat onlar Allah’ın en sevdiği amelin cihad olduğunu öğrenince, bunu yerine getirmek kendilerine çok zor gelmiştir.” demektedir. Bu kapsamda kimden gelirse gelsin ilâhî ölçülere aykırı hareket eden fert ve topluluklar ilâhî ikaz ve eleştiriden nasibini alır. Bu eleştirilerin kimi zaman Hz. Peygamber’in bizzat şahsına, kimi zaman da belli bir kişi veya zümreye yönelik olduğu görülmektedir. En çok da davranışlarında tutarsızlık gösteren, inancının gereğini yapmayanlara yönelik sert eleştiriler yapıldığı görülmektedir. Böylelikle Müslümanların kendi hatalarıyla yüzleşmeleri sağlanmakla beraber tövbe etmeye teşvik ve öz eleştiri ile hatalarını düzeltme fırsatı verilmiş olur. Böylece öz eleştiri ve nefs muhasebesine yönelik toplumsal bir bilinç ve şuur oluşturulmuştur. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, ister bireysel ister toplumsal boyutta olsun, ilâhî prensiplere uymayan her türlü davranış biçimini mükemmel bir şekilde tenkit eder. O, yanlış olan her şeyi eleştirir. Hatır gönül adına hiçbir yanlışa göz yummaz ve kulak ardı etmez.

Kur’an eksenli yapılan eleştirinin, insanda benlik ve benlik algısı gelişimine katkısını değerlendirir misiniz?

Ruh ve bedenden müteşekkil ve çift görünüm arz eden insan, her bakımdan sürekli bir gelişim sürecini yaşamaktadır. İlk insanın yaratılması gibi, anne rahmine bir damla su olarak düşen insanın çeşitli evrelerden geçtikten sonra doğması, bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve nihayet ihtiyarlıkla geçen ömrü bu gelişimin göstergesidir. Fakat burada kast edilen gelişme bedenî olmayıp ruhî ve ahlaken meydana gelen gelişmedir.

Sürekli değişmeyi, gelişmeyi ve kemâle ermeyi insana bir hedef olarak tavsiye eden Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de “…Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.”8  buyurmak suretiyle bu konunun önemine işaret etmiştir. İnsanın sürekli günahlarla yüz yüze olması böyle bir arınmayı zorunlu hale getirmektedir. İster maddi ister manevi yönden olsun insanın değişmeye ve gelişmeye ihtiyacı vardır. Buradaki değişim, mevcut durumu tamamıyla terk etmek olmayıp kendini daha iyi olacak şekilde ıslah etmektir. Yani kişinin kendisini güzel hasletlerle donatmasıdır. Kendisini değiştirmek ve geliştirmek isteyen kimsenin, günahlara meyilli olan nefsini iyi tanıması ve ona karşı dikkatli olması gerekir. Nefsin gayrimeşru ve ölçüsüz isteklerini öz eleştiri ile baskılayan, kontrol altında tutan ve kendisini yenileyen kişi, ayetin deyimi ile kurtuluşa erer. Aksi halde büyük kayıplara uğrar.

Bir ismi de Furkan olan Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda, tevhid inancına uymayan ne kadar şey varsa hepsinin eleştirildiğini görmekteyiz. Dolayısıyla Kur’an’da mükemmel eleştiri örneklerini görmek mümkündür. Kur’an’ın asıl muhatabının insan olması nedeniyle, yapılan eleştirilerin insanın yaratılış gayesine uygun olmayan davranışlarına yönelik olduğunu görmekteyiz. Takvanın tek kriter olduğu bu eleştirilerde kişinin statüsü, cinsiyeti, mülkiyeti, soyu-sopu vb. özelliklerinin hiçbir ehemmiyetinin olmadığı görülmektedir. Bu bağlamda, Hz. Peygamber’in vahye dayanmayan içtihadlarından dolayı bazen ilâhî ikazlara maruz kaldığı görülmektedir. Eleştirel bir bakışa sahip olan Hz. Peygamber de aynı şekilde ashabını bu ölçeğe göre eleştirmekten geri kalmamıştır. Hz. Peygamber’i kendilerine örnek alan ashab da bu bilinçle birbirlerini eleştirmişlerdir. Dolayısıyla eleştiri, mutlak anlamda kötü olmayıp, usulüne uygun ve yapıcı olmak şartıyla yapıldığında birey ve toplumların gelişimi için son derece gerekli bir eylemdir.

Günümüze baktığımızda, asr-ı saadetteki eleştirel düşünceyi ve eleştirel bakış açısını göremiyoruz. İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma ilâhî esasına dayanan bu bakış açısının olmamasının, çoğu zaman takva ölçeğinin esas alınmamasından ve grup taassubundan kaynaklandığı görülmektedir. Müslümanlar arasında ciddi bir problem haline gelen bu durumun değiştirilmesi için yeterince çaba gösterilmemektedir. Müslümanlar bu sorunu ancak ve ancak inandıkları kutsal değerleri içselleştirerek çözebilirler. Çünkü Kur’an-ı Kerim tam bir eleştiri kitabıdır. O, hiçbir ayrıntıyı göz ardı etmeden, İslam’ın temel prensiplerine uymayan her davranışı eleştirmektedir. Belki de Müslümanlar arasında mevcut bulunan problemlerin çoğunun sebebi, eleştiri kültürünün yaygın olmamasıdır.9 Nitekim Kur’an-ı Kerim, Müslümanlara iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı, bunlar arasındaki farkı fark etmeyi yani farkındalığı kazandırmaktadır.

Serbest toplum, iyi ile kötü arasındaki tercihi istediği şekilde yapma şansına sahiptir. Bu durum, kişisel ve toplumsal erdemlerin gidişatını etkilemektedir. Zira özgürlük ortamı, bütün değerlere daha iyi gelişme şansı verir. Aksi takdirde, yani insanlar zorla ahlaklı olmaya itildiklerinde, yanlış davranışlar gizli olarak yapılmaya başlanır. Oysa bireylerin tek başlarına karar alma imkânları olduğunda, kimin daha erdemli olduğu ortaya çıkacaktır.10 Bu durum, insanlar arası ilişkilerde gerçekçi olmayan davranışlara, dinî tabirle riyakârlığa davetiye çıkarılmış olur.

Tutarlı, mantıklı ve yapıcı eleştirinin gerçek ve tüzel kişileri, toplumları, idareleri, kurum ve kuruluşları, hata ve eksikliklerini görme fırsatını sağlayacağı için olumlu yönde etkileyeceği, gelişimine ve ilerlemesine katkı sağlayacağı gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Hata ve kusurlarını görme erdemini yakalamış olan gerçek ve tüzel kişilerin oluşturduğu toplumlarda insanlar birbirlerini uyarmayı ahlaki bir görev olarak bilirler. Bu gerçekten hareketle insanların birbirlerine yapıcı eleştiriler yönelterek birey ve toplumun gelişimine katkı sağlamaları gerekir. Fakat eleştiriyi yapanların, ön yargılardan tamamen uzak ve samimi duygularla hareket etmeleri, kişilerin onurlarını zedeleyici davranışlardan kaçınmaları, eleştirinin odağına davranışları yerleştirmeleri gerekir. İyiliği emredip kötülüklerden sakındırırken acaba başkası ne der endişesini önemsemeden ve çevreden gelecek olumsuz tepkilere aldırmadan doğru yolda kararlı bir şekilde yürümek, Allah’ın övgüsüne konu olan kişilerin özelliğidir.11

Eleştiriden istenilen faydayı sağlamak için, eleştiride bulunması gereken bazı kriterlere uymak gerekir. Bu kriterlerden birçoğu eleştirmenle ilgili olmakla beraber bir kısmı da eleştiri konusu ile ilgilidir. Eleştirmenin konuyla ilgili yeterli bilgiye sahip olması ve samimi olması, eleştiride bulunması gereken kriterlerin başında gelir. Eleştiride konunun sağlam temellere dayandırılması ve konunun derinliğine araştırılması dikkat edilmesi gereken başka bir husustur. Eleştiride kullanılan üslup en önemli ayrıntılardan biridir. Zira âyetlerden ilham alan atalarımız: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” demişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ Hz. Musa ve Hz. Harun’u, Firavun’u uyarmak üzere gönderirken; “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.”12 İbn Kesir (ö. 774/1373) bu konuda şöyle der: “Bu âyette büyük bir ibret vardır; Firavun gibi son derece küstah ve müstekbir birisine karşı, Allah’ın dostu ve peygamberi Hz. Musa olmakla beraber yine de Firavun’a karşı kibar ve yumuşak davranması istenmektedir.”13 Bu durum insanlar arası iletişimde kullanılan dilin üslubu ile insan psikolojisini göz önünde bulundurmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Eleştiride kişiler değil de sergiledikleri davranışlar söz konusu edilirse kişiler rencide edilmediği için daha çok maksada hizmet edilmiş olacaktır. Yoksa kişiler birbirlerini anlamaktan oldukça uzaklaşırlar. Yukarıda sıralanan kriterler çerçevesinde Müslümanlar birbirlerini uyarmak zorundadır. Bu bakımdan başkasını uygun bir şekilde hatasından dolayı uyarmak ahlaki bir görevdir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; eleştirmekle yermek arasındaki farkı görebilmektir. Çoğu zaman bu fark ayırt edilmediği için eleştirilere yönelik, karşı eleştiri veya savunma refleksleri geliştirilmekte ve bu nedenle eleştiri amacından sapmaktadır. Kur’an’da bu konuya şöyle işaret edilmektedir: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”14

Hayra çağırmak, iyilikleri emretmek ve kötü işleri yasaklamak, genel olarak Müslümanlara farzı kifayedir.15 Hak ekseninde mutlu bir hayat sürmek isteyen insan tıpkı sahabenin yaptığı gibi Asr suresini çokça okumalı ve birbirine hakkı tavsiye etmelidir. Yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı gibi toplumsal bilinçle hareket eden her birey diğerleri için bir gözlemci, bir uyarıcı ve aynı zamanda bir kontrol mekânizmasıdır. Nitekim müjdeci olmakla beraber bir uyarıcı olan Hz. Peygamber’in de herhangi bir kötülüğe şahit olan her Müslüman’a, imkânları ölçüsünde kötülüğe engel olmayı ahlaki bir görev olarak vermesi bu konunun önemini vurgulamaktadır. Bireyin ve toplumun bu dışsal denetim yapısı, yönetimi, dinî ve sivil toplum örgütlerini daha duyarlı duruma getirecektir. İdareciler ve başında bulundukları kurum ve kuruluşlar, karar ve icraatlarının arefesinde eleştirel bir bakış açısına sahip olan kitlelerin tepkilerini hesaba katmak zorunda kalacaklar. Neticede birey ve toplum, düşünsel anlamda daha bilinçli ve dinamik, daha seçici ve denetleyici, daha sorgulayıcı ve eleştirel bir yapıya bürünecektir.

Kur’an’da öz eleştiri alanları olarak duygusal, düşünsel ve davranışsal anlamda neler söz konusu edilmektedir?

Öz eleştiriyle yaşamın her alanında karşılaşmak mümkündür. Modern bilimin, psikoloji ve sosyolojinin, menşeini ve kaynağını açıklayamadığı niyet, adalet, merhamet, ahlak, samimiyet, vicdan gibi daha birçok konuya Kur’an’ın el atarak insanın ruhsal yönüne vurguda bulunması, İslam dininin insanın bireysel hayatını etkilediği gibi toplumsal hayatını da etkilediğinin göstergesidir. İnsan davranışlarını etkileyen ve daha çok, insanın kendi iç dünyasından kaynaklanan, kısmen de dış kaynaklı faktörleri Kur’an’da bulmak mümkündür. Bu faktörlerden bir kısmı insan kişiliğinin işlevlerinden olan duygularıyla, bir kısmı düşünce, bir kısmı ise davranış veya duyarlılıkla ilgilidir. Zira analitik psikolojiye göre kişiliğin dört işlevi vardır; bunlar duygu, düşünce, duyarlık ve sezgidir. Duygu; çevredeki varlık, olgu ve olayların kişi için taşıdığı değer, kişiye sezgi, haz, acı, korku, üzüntü ve kızgınlık veren özel yaşantılarla ilgilidir. Düşünce; dış evrenin kişinin zihnine yansıması sonucu oluşan görüş, tasarı ve niyet demektir. Duyarlık ise, kişiye dış dünyanın somut gerçeklerini algılamayı sağlaması nedeniyle meydana gelen hassasiyet ve kişiliğin algısal işlevidir.

Hz. Adem’in çocuklarından Kabil’in, kardeşine beslediği kıskançlık duygusunu kontrol edememesi onu düşmanlık düşüncesine, oradan da yapmaması gereken bir davranışa yani kardeşini öldürmeye sevk etmiştir. Sonunda yaptığı hatanın farkına varan Kabil, kardeşinin cansız bedeninden kurtulmak istediğinde “Yazıklar olsun bana bir karga gibi olamadım.” diyerek acizliğini itiraf etmiştir.16

Eleştirinin bir çeşidi olan öz eleştiri, özün, nefsin, insanın hatalarını fark edip kendisini sorgulaması ve yenilemesidir; duygu, inanç, düşünce ve davranışlarını belli bir gerçeklik ve değerler tablosu/şablonu içine yerleştirerek test etmesi, ölçmesi, süzgeçten geçirmesi ve değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin bir kısmı duygularla, bir kısmı düşüncelerle bir kısmının ise davranışlarla ilgili olması, öz eleştirinin, insanın, yaşamının tüm yönlerini kapsayan geniş kapsamlı bir eylem olduğunu göstermektedir. Çünkü duygu, düşünce ve davranışlar zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdırlar.

Öz eleştiri, duyguların hangi yönde seyrettiğine bakıp öğrenmektir. İnsanda olumlu ve olumsuz duyguların olması gayet normaldir. Bu, her şeyde olduğu gibi insanın da çift kutuplu olarak (fücur-takva) yaratılmasının bir gereğidir. “İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışızdır.”17  Burada önemli olan duygusal farkındalık sahibi olmak; olumlu ve olumsuz duyguları birbirinden ayırt edebilmek ve bu duyguların hangi yönde kullanıldığını fark edebilmektir. Bunun için de öz eleştiri önemlidir. İnsanın kendini bir anda duyguların akışına bırakması kolaydır, fakat kendini bu duygulara bırakmak yerine, kendine ne olduğunu, neden üzgün yahut kızgın olduğunu, hiddetlendiğini sorması gerekir. Bu noktada irademiz, kendimizi ve ulaşmak istediğimiz hedef değerleri tanımamız ölçüsünde başarılı iş görür. Çünkü düşmanını ve bu düşmana karşı çıkarabileceği kuvvet sayısını, zafere ulaşabilmek için hangi güçlerle işbirliği yapmasını bilemeyen bir ordu komutanı savaş meydanında nasıl güç bir duruma düşerse, aynı şekilde kötü eğilimleri karşısında kullanacağı anlayış ve bağlanacağı değerlerin neler olması gerektiğini bilemeyen kişi kendisini başarılı bir şekilde yönetemez. Bu bakımdan öz eleştiri, kişinin psikolojik yapısını, tutum ve davranışlarını, ilgi ve kaygılarını, duygu ve bilgi durumunu nitelendirmektedir.

Öz eleştiri, Kur’an’ın deyimi ile farkı fark etmektir. İslam’da insan, kendisine has vasıf ve karakterleri bakımından yegânedir.18 Her insan diğerlerinden farklıdır. Bu farklılık biyolojik olmaktan çok psikolojiktir. Eleştiri, nesnelerin farklı özelliklerini görebilmektir. Dolayısıyla zeka çeşitlerinden biri olan duygusal zeka da, kişinin duygu ve tutkularıyla başkalarının duygularını takip edebilme, bu duygular arasında bir ayırım yapabilme ve elde edilen bu malumatı düşünceleriyle eylemlerine yön verebilme amacı doğrultusunda kullanma yeteneğini de ihtiva eden beceriler bütünüdür.19  Duygusal zekaya sahip olan kişi kendisini iyi tanıyabilen, duygularını tam olarak kontrol edebilen ve başkalarıyla empati kurabilen kişidir. Diğer taraftan duygusal kirlenme ve yozlaşmaya sebep olan olumsuz duygulara karşı daha dikkatli ve daha seçici davranmasıdır. Şayet duygusal bir kirliliğe uğramışsa, bu tür olumsuz duygularını bastırma ve etkisiz hale getirme, bunlara alternatif olumlu duygular geliştirmesidir. Bu da ancak duygusal öz eleştiri ile mümkündür.

İnsan, benliğine aşırı düşkün ve özsever bir varlıktır. Allah insanı bolluk içinde yaşatıp ona mal, sağlık, başarı vb. isteklerini verdiğinde insan çoğu zaman şımarır ve Allah’a yapması gereken itaat ve ibadeti terk ederek bencillik yapmaya başlar. Sahip olduğu nimetleri Allah Teâlâ’nın bir vergisi olduğunu unutması ve sahiplenmesi onun bencilliğindendir. Bencilce davranan kişiler kendilerini tabiri caiz ise dünyanın merkezine koymak suretiyle, her şeyin kendi etraflarında döndüğünü zannederler. Bu duygu, başta kibir ve kendini beğenme olmak üzere kişiyi birçok olumsuz davranışa sevk eder. Kibir gibi kötü karakterlerin temelini kendini beğenme, büyüklük duygusu oluşturur. Kendini beğenen kimse gerçek dışı ve aldatıcı bir kanaata saplanarak, kendisinde, başkalarında olmadığını sandığı fazilet ve üstünlüklerin varlığına inanır. Kendisini yüksek meziyetlere sahip kabul ettiğinden, yüksek mevkilere layık görür. Kibir, Kur’an’ın değişik âyetlerinde eleştirilen bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır:

 “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!”20

Yukarıda naklettiğimiz âyetler bir yandan kibirlenmenin ahlaki kusur olduğunu vurgularken, öte yandan bunun yerine olumlu ahlaki karakterlerden mütevaziliği teşvik etmektedir. Bu da yukarıdakinin aksine ideal “ben”dir; ideal ben, kişinin olmak istediği benlik algısıdır. İnsanın hayalindeki durumuyla, içinde bulunduğu durum arasındaki farkı bilmesi, psikolojik bir ihtiyaçtır. Öz eleştiri yapamayan kişi, idealindeki benliği ile gerçekteki benlik algısı arasındaki farkı bilemez ve ideal “ben”ini hakikatteki benliği ile karıştırır. Bu da onu yanlış kararlara ve yanlış ilişkilere götürür. Örneğin, kendisini öven ve yalakalık yapan kişilerin etkisinde kalır. Etrafındakilerin hatalarını görmediği için tökezler.21 İnsan, gerek verasetle kendine intikal eden mizaç ve gerekse çevreden edindiği huy ve alışkanlıklarıyla kendine göre bir yol tutar. Fakat bu karakter vasıfları her zaman doğru olmayabilir. Doğru oluşunun ölçüsü Allah’ın ve Resulü’nün beyan buyurdukları ölçülere göre davranmasıdır.

Sahabe hayatındaki öz eleştiri örnekleri hem ilginç hem de çok merak edilen bir konu… Bazı örnekleri belirtmek gerekirse neler söylenebilir?

Başta dört büyük halife olmak üzere Selef-i Salihin denilen asr-ı saadetin manevi önderlerinin olaylar karşısındaki tutumlarını incelediğimizde, onların, büyük sıkıntılara maruz kalacaklarını bilseler bile, hak ve hakikat uğruna, doğruluğuna inandıkları şeyi söylemekten ve yapmaktan çekinmediklerini görüyoruz. Dolayısıyla halifelerin dışında diğer sahabe hayatında da öz eleştiriye dair birçok örnek vardır. İşte onlardan birkaçı:

Bunların içinde en çarpıcı olanı Tebük Seferi’ne katılmayan Ka’b b. Malik, Hilal b. Umeyye ve Mürare b. Rebi’in kıssalarıdır. Bu sahabeler savaşa katılmamakla büyük bir hata yaptıklarını anladıklarında İslam ordusu çoktan Medine’den ayrılmıştı. Bu durum onları strese sokmuş ve vicdan azabı çekmelerine sebep olmuştur. Bu konuyu ele alan ayetlerde değinildiği gibi geride kalanlar (el-Muhallefun) olarak tabir edilen bu samimi Müslümanlar, savaştan sonra Müslümanların boykotlarına maruz kalmış, neredeyse dışarıya çıkamaz veya dışarı çıktıklarında ise evlerine gidemez olmuşlardır. Fakat onların samimiyeti ve sarsılmaz imanları, yaptıkları bu hatanın düzeltme çaresinin yine Allah Teâlâ’nın merhametine sığınmada olduğunu onlara telkin ediyordu. O sahabelerden biri olan Ka’b b. Malik’in Hz. Peygamber’in huzurunda yaptığı itiraf konumuz açısından son derece manidardır:

“Resulullah Medine’den ayrıldıktan sonra halkın arasına çıkınca gördüğüm bir husus beni üzmeye başladı. Çarşı-pazarda benim gibi kalanlar meyanında gördüklerim ya münafık damgasını yemiş olanlardı veya zayıflıkları sebebiyle Cenab-ı Hakk’ın mazur addettiği kimselerdi.”22

Ka’b b. Malik, çarşı-pazar dolaşırken gördüğü manzara karşısında endişeye kapılmış, erkenden vicdan azabı çekmeye başlamış ve savaşa katılmamakla büyük bir hata yaptığının farkına varmıştır.  Olayı kendisinden dinlemeye devam edelim;

“Resulullah’ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zail oldu. İyice anladım ki hiçbir yalan beni kurtaramaz. Doğruyu söylemeye karar verdim. Derken Resulullah ve ashabı bir sabah Medine’ye geldiler.”23

O’nun bu asil duruşu ve herşeye rağmen yalan sölememe kararlılığı, münafıklıktan ne kadar nefret ettiğini ve imanındaki samimiyetini göstermektedir;

“Evet, ey Allah’ın Resulü! Ben senin değil de dünya ehlinden bir başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı bir özür söyleyip mutlaka öfkesini gidererek yanından ayrılırdım. Çünkü Allah bana yeterli bir ifade gücü vermiş bulunmaktadır. Ancak, Allah’a kasem olsun kesinlikle inanıyorum ki, bugün sizi, benden razı kılacak bir yalan söylesem çok geçmeden Allah sizi bana öfkelendirecektir. Size doğruyu söylesem bana kızacaksınız. Ama ben de o hususta Allah’tan af dilerim. Gerçeği söylüyorum, kasem olsun hiçbir özrüm yoktu. Vallahi başka hiçbir vakit, sizden geri kaldığım zamanki kadar güçlü ve zengin değildim.”24

Bunun üzerine Hz. Peygamber onun ve diğer iki sahabe hakkındaki kararı Allah’a bırakarak beklemelerini, bu arada Müslümanlardan onlarla konuşmamalarını tembih ederek huzurdan ayrılmalarına müsaade etmiştir. Bu bekleme suresi tam elli gün sürmüş, bu arada bu sahabeler büyük bir strese girmiş ve vicdan azabı çekmişlerdir. Bu durumu yine Ka’b b. Malik’ten dinleyelim:

“Öyle ki yeryüzü bana yabancılaştı. Dünya önceden bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı.”25 Bu ifade onların ruh halini göstermesi açısından son derece manidardır. Nihayet sıkıntılı geçen ellinci günün sabah namazından sonra Sel’ dağı üzerinden birinin yüksek sesle “Ey Ka’b b. Malik, müjde!” dediğini işiten Ka’b b. Malik secdeye kapanır ve o gün başka bir elbisesi olmamasına rağmen üzerindeki elbisesini çıkararak müjdeyi getirene hediye olarak verir.26 Nihayet onların affedildiğini bildiren aşağıdaki ayet gelince yaşadıkları bu sıkıntılı günler bitmiş oldu:

“Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.”27 Allah (c.c.), insanları sergiledikleri çeşitli olumsuz davranışları nedeniyle eleştiriye tabi tutarken tövbeyle onlara öz eleştiri yapma fırsatını vermiştir. Tebük savaşından geri kalan mü’minlerin Allah (c.c.) ve Hz. Peygamber tarafından kınanmaları, daha sonra yaşadıkları stres ve af yoluyla kendilerine öz eleştiri fırsatı verilmesi Hz. Peygamber döneminde yaşanan öz eleştiriye dair bariz bir örnektir. Bu durumda söz konusu Müslümanların yaşadığı stres ve iç huzursuzluk, yaptıkları hata  ile ilgili hissettikleri derin pişmanlığın göstergesidir. Bu pişmanlığa sebep olan hatalarını tıpkı bazı münafıkların yaptığı gibi geçersiz bazı mazeretlerin arkasına sığınarak örtbas edebilirlerdi. Fakat yapmadılar. Nitekim Allah’ın gazabına uğrayacaklarını anladıklarında, bundan kurtulmak için yine Allah’tan başka sığınılacak bir yer olmadığını anlayarak tövbe ettiler.28 Yine, yaptıkları hatanın dışarıdaki herhangi bir sebepten değil kendi kusurlarından kaynaklandığını kabul edip Allah’tan (c.c.) af dileyerek, bu davranışlarıyla sonraki nesiller için örnek olmuşlardır.

SONUÇ

Bir düşünceyi, eseri ya da konuyu, daha çok eksik ya da yanlış yönlerini ortaya koyacak biçimde titizlikle inceleme olarak tanımlanan eleştiri aynı zamanda iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmaktır. Dolayısıyla eleştiri mutlak anlamda kötü bir şey olmayıp, aksine iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yarayan bir bakış açısıdır. Buna rağmen eleştiriyi sevimsiz hale getiren husus, çoğu zaman yergi kelimesi ile karıştırılmasından kaynaklanmaktadır.

 Eleştiri ve öz eleştiri iç içe olup birbirinden ayrılmaz iki bütündür. Türkçe’de öz eleştiri, kişinin davranışları üzerine yönelttiği bir değerlendirmedir. Bu değerlendirme olumlu olduğu gibi olumsuz da olabilmektedir. Batı menşeli (self-criticism veya autocriticism) olan bu kavramın, Batı kültüründe de net ve evrensel bir tanımına rastlamak mümkün değildir. Bunun sebebi de sanırız, benlik anlamına gelen “self” kelimesinin birçok anlama gelmesinden kaynaklanmaktadır. Kimine göre öz eleştiri; self-disclosure (itiraf etmek), kimine göre self-actualization (kendini gerçekleştirme) kimine göre ise self-monitoring (kendi kendini denetleme) olarak tanımlanmaktadır. Çünkü “self” tek bir konu olmayıp, daha ziyade gevşek bir şekilde birbirine bağlı alt konuların bir araya gelmesinden ibarettir. Öz eleştirinin evrensel bir tanımının olmamasının bir diğer nedeni ise bu konunun öznel bir yaklaşım olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü öznel sorunlar, öznel çözümler gerektirir. Bu nedenle herkesin öz eleştirisi farklı mahiyette ve düzeyde olabilmektedir.

İnsan, benliği olan tek varlıktır. Ve insan, benliğine çok düşkündür. Benliğine tabiri caiz ise toz kondurmak istemez. Öz eleştiri tabiatı gereği en zor eylemlerden biridir. Bundan dolayı kimse kolay kolay öz eleştiri yapmaz. Öz eleştiri yapmak için cesaret ve öz güven gerekmektedir. Hatalarıyla yüzleşmek isteyen ve kendisini kötülüklerden arındırmak isteyen kişi temizmiş gibi davranmaz.  Bu nedenle çeşitli savunma mekanizmalarına başvurmadan bir an önce hatalarıyla kendi arasına mesafeler koyar.

Yaklaşık dört asırdır Müslümanların yaşadığı çeşitli sıkıntıların, İslam’ın özünden uzaklaşmasından kaynaklandığı hususunda tüm Müslümanlar hem fikirdirler. Aslında hastalığın teşhisi yapılmış fakat tedavi yöntemleri üzerinde henüz bir fikir birliği yapılmamıştır. Bu da Müslümanlar arasında tam bir birliğin olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu birliğin olmayışı ister bireysel ister toplumsal olarak öz eleştiri yapmaya engel değildir. Tabiri caiz ise herkes evinin önünü süpürse sokaklar pırıl pırıl olur. Bu bağlamda Müslümanlar olarak eski izzetimizi elde etmek için, ciddi bir silkinmeye, fert ve toplum olarak acil bir öz eleştiriye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu da ancak eleştirel düşünceyi eğitim sistemine ve eğitim müfredatına yerleştirmekle mümkündür.